Dubrovnik’ten gıda ve tarıma bakış...
Yine yollardayız. Bu kez sabah 5’te değil, akşam 5’te İzmir’den yola çıktık. Geceyi İstanbul’da geçirdikten sonra 08.50 uçağı ile Hırvatistan’ın başkenti Zagreb’e oradan da Dubrovnik’e ulaştık.
Slow Food Terra Madre Balkanlar Toplantısı için Dubrovnik’teyiz. Balkanlar tarımsal üretimi, biyo çeşitliliği, tarihi, kültürel çeşitliliği ve birçok yönüyle dünyanın en önemli bölgelerinden birisi. Bu farklılık yapılan etkinliklere de yansıyor. Bugün genel bir değerlendirme ve izlenimlerimizi yarın da tarım ve gıda politikalarına, çevreye farklı bir bakışı paylaşacağız.
Terra Madre Balkanlar Toplantısı’na Türkiye’den 7 kişilik ekiple katılıyoruz. Ekipte, Slow Food Fikir Sahibi Damaklar’ın lideri Defne Koryürek, Mutfak Dostları Derneği Proje Koordinatörü Burcu Gezeroğlu, Edremit Hacıaslanlar Köyü’nde koyun yetiştiriciliği ve peynir üretimi yapan Ferit Uzunoğlu, Kırklareli’nde bağcılık yapan ve şarap üreten Zeynep Arca Şallıel, Slow Food Bodrum Yaveş Gari ekibinden Deniz Kurtsan ve Ömer Kayalıoğlu var.
Dubrovnik’in ünlü Pile meydanında otobüsten inerken Slow Food Dubrovnik ekibi yağmurla birlikte bizi karşılıyor. Turistlerin akınına uğrayan surlarla çevrili Eski Şehir’in (Stari Grad) ana girişindeki bu meydan adeta her ülkeden insanların buluşma noktası gibi. Japonlar çoğunlukta. Az ileride 16 plakalı Bursa otobüsü yolcu indiriyor. Şehri dolaşırken sıklıkla Türkçe konuşulduğuna tanık oluyoruz. Büyük yolcu gemileri ile kentin nüfusu bir artıyor, bir azalıyor.
Slow Food Dubrovnik ekibinden iki genç ellerindeki listeye bakarak bizi kendi aralarında paylaştırdı. Kimin nerede kalacağı o listede yazılı. Turizm acentesinde çalışan Dario Berac ile arabayla 5 dakika mesafede Dubrovnik’e hakim bir tepeye çıktık. Bu kısa mesafede Bursa’ya geldiğini İstanbul’da bir süre kaldığını anlattı.
Arabayı park edip odaya yerleşeceğiz diye bekliyoruz. Fakat açık alandaki otoparkta boş yer yok. Yaklaşık 20 dakika parktaki araç sahiplerinden herhangi birinin gelip arabasını almasını ve parkın boşalmasını beklerken dünya kupasında Hırvatistan’ın şansını yorumladık. Pek umutlu değildi. Yol kenarında arabayı bir kaç dakikalığına bırakacak boş yer çok. Fakat, Dario, aracını sadece çizgilerle belirlenmiş park alanına koyabileceğini söyledi. Türkiye’de olsa bırakır giderdik diye de ekledi. Oysa burası Avrupa. Her yerinde kurallara göre yaşanıyor. Arabayı park ettikten sonra Dubrovnik’in merdivenleri ile tanışıyorum. Yaklaşık 20 basamaklı merdivenden çıktıktan sonra zaman zaman tek kişinin bile elini kolunu sallayarak geçemeyeceği kadar dar yoldan 300 metre yukarıdaki bir evin önünde durduk. Dış kapıdan sonra bir ara kapıdan daha geçtikten sonra kalacağım odanın anahtarını çevirdi. ‘Bu odada ilk kez siz kalacaksınız’ dedi. Şehir merkezine nasıl ineceğimi tarif etti. Merdivenlerden yürüyerek inebilirsiniz çok yakın, dedi. Gerçekten de çok yakındı. Parkın içinden 506 basamaklı merdivenden inmek çok kolaydı. Ya dönüşü?
Pile meydanına merdivensiz (!) bir yoldan Dubrovnik Üniversitesi’ne ulaşarak günün ilk toplantısına, açılış konuşmalarına yetiştik.
Kinookus&Slow Food Dubrownik Lideri Ivo Kara Pesiç’ten ilk bilgileri aldık.
Balkan ülkeleri tarımda Avrupa’da daha etkin olarak yer almak istiyor. Tarım politikaları belirlenirken küçük çiftçilerin, yerel üreticilerin dikkate alınmasını ve onların yaşamını etkileyecek kararlarda söz sahibi olmak istiyorlar. Pesiç, sadece turizme dayalı bir ekonomi ile sürdürülebilirliğin sağlanamayacağını mutlaka tarıma da önem verilmesi gerektiğinin altını çizdi.
Avrupa Birliği’nin uyguladığı ortak tarım politikasının geleneksel ürünlere etkisinin 3 gün boyunca tartışılacağını anlattıktan sonra küçük çiftçilerin hem umut hem de korku içinde olduklarını anlattı.
Konuşmalarda bölgede yaşanan sel felaketinin tarıma ciddi zarar verdiği dile getirildi. Türkiye’de olduğu gibi Balkanlarda da doğal afetler özellikle sel tarıma ciddi zarar veriyor.
Hırvatistan Tarım Bakanı Tihomir Jakovına’nın konuşmasının önemli bölümünü yaşanan sel felaketine ayırdı. Çiftçilere destek olacaklarını söyledi. Slow Food hareketini ve küçük çiftçiliği desteklediklerini, özellikle yerel ürünleri korumak için proje geliştirdiklerini vurguladı.
Balkanların tarımsal potansiyeli, küçük çiftçilik, biyo çeşitlilik, balıkçılık, hayvancılık, çevrenin korunması, Avrupa Birliği’nin tarım ve gıda politikaları başta olmak üzere bir çok konunun tartışıldığı oturumlar yapıldı.
Üniversitenin yakınında Adriyatik Denizi’ne tepeden bakan bir parkta Yeryüzü Pazarı kuruldu. Pazarda Balkan ülkelerinden gelen küçük çiftçiler ürettikleri ürünleri hem tanıttı hem de satışını yaptı. Sergilenen ürünler endüstriyel tarımın gelişmesi ile kaybolma tehlikesi olan yerel ürünler. Kırmızı soğandan reçel üreten de vardı, yaban incirini reçel ve marmelat yapan da. Kendi bağlarında yine kaybolma tehdidi altındaki üzüm çeşitlerinden şarap üretenler, rakia üretenler. Sarımsaktan peynir çeşitlerine, marmelat ve reçellerden sabun ve kozmetik ürünlerine kadar. Her ülke çiftçisi kendi yerel ürününü, tarihsel ve kültürel birikimini de katarak geleneksel yöntemlerle üretiyor. Ürünlerden bazıları bireysel, bazıları çiftçilerin oluşturduğu kooperatif veya birlikler tarafından üretiliyor. Ortak özellikleri bulundukları bölgenin, yörenin ürünü olması ve oradaki çiftçiler tarafından üretiliyor olması. Bu çiftçiler olmasa belki de bu ürünlerin bir çoğu yok olacak. O ürünle birlikte kültür de yok olacak, gelenekte yok olacak. Çiftçiler de üretimden çekilecek. Oysa bu ürünleri, geleneği, kültürü ve tadı gelecek kuşaklara taşımak çok önemli.
Slow Food’ un temel felsefesini oluşturan iyi, temiz ve adil gıdayı, tarım ve gıda politikalarına farklı bakışı yarın paylaşacağız.