Spor ekonomik bir zorunluluk
27 yıldır şirketlere yetenek yönetimi danışmanlığı yapan Ayşe Öztuna Bozoklar’a göre sağlıklı ve iyi yaşam sadece kişisel değil, profesyonel eko-sistem için de bir zorunluluk diyor.
Abone olYASEMİN SALİH
Ayşe Öztuna Bozoklar, henüz Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde eğitim görürken ortağı ve sınıf arkadaşı Nilgün Aygen’le birlikte şirketlere “mülakat nasıl yapılır”ı öğretmeye karar verdi. İki ortak 27 yıl önce, okuldaki arkadaşlarıyla birlikte Türkiye’nin en büyük 500 şirketini kapsayan bir araştırma yaparak, milyonluk pozisyonlara teknik değerlendirmeye dayanmadan yönetici yerleştirildiğini ortaya koydu. O günden bu yana Almanya ve Türkiye’de psikoloji tekniklerini de kullanarak yönetici temin ediyorlar şirketlere.
Hayatındaki renkleri şirketler ve yöneticilerde de görmek isteyenlerden Bozoklar. Profesyonel hayatın yavan kalmaması gerektiğini düşünüyor. Bu nedenle hobileri, spor, detoks formülleri ve sevdikleri olmadan bir hayat düşünemiyor. Yoga vazgeçemediklerinden. Antigua ve Barbuda gibi oldukça uzak ve renkli iki ülkenin fahri konsolosu olarak yeni keşifl erde bulunmak onu heyecanlandırıyor.
Ayşegül Öztuna Bozoklar ile uzun yıllardır yaşadığı Bebek’te bir araya geldik. Tüm dünyada trend haline gelen ve genç yetenekleri birer robot olmaktan kurtaracak iş hayatının yeni kodlarını anlattı bize…
Psikoloji eğitimi almak çocukluk hayali miydi?
Sayılmaz aslında. Babamın işi nedeniyle Londra’da doğdum, iki yaşındayken Türkiye’ye gelmişiz. Halam İngiltere’de psikoloji profesörüydü. Dolayısıyla eğitimime Türkiye’de devam etsem de her yaz halamın yanına gönderildim. Büyük ihtimalle ondan etkilendim. Nişantaşı Anadolu Lisesi’nden sonra Boğaziçi Psikoloji Bölümü’ne girdim. 1991’de de ortağımla Profil International'i kurdum. - İnsan kaynakları danışmanlığı, yetenek avcılığı o dönem için Türkiye’de çok uzak kavramlardı. Nereden geldi aklınıza daha 22 yaşındayken böyle bir şirket kurmak?
Babam başta yabancılar olmak üzere büyük şirketlere yabancı dil bilen asistanların görev aldığı bir ofis hizmetleri şirketi kurmuştu. Aynı binada dünyanın önde gelen şirketlerinin ofisleri yan yanaydı. O dönemde iyi düzeyde yabancı dil bilen de az olduğu için ortağıyla birlikte kızlarını da o ofise stajyer olarak aldılar. Ortağımla o şekilde tanıştık, meğer aynı okuldaymışız. Biz ekspatlara bir yandan önemli toplantılarında asistanlık yaparken bir yandan da Türkiye yapılanmalarında eleman alımı sırasında yaşadıkları zorlukları gördük. Mülakatlarda hiçbir tekniğin izlenmediğini fark ettik. Oysa Boğaziçi’nde bize bu teknikler öğretiliyordu. Türkiye’de işe alım mülakatlarının nasıl yapıldığını ortaya koyan bir araştırmaya karar verdik.
Nasıl karşılandı karar?
Boğaziçi’nde endüstri mühendisliği son sınıf öğrencisi arkadaşlarımıza götürdük konuyu. Bir tez konusu olarak en büyük 500 şirketin nasıl mülakat yaptığını araştıracaktık. Ortağım Nilgün Aygen o dönemde Pan American Havayolları’nın güvenlik biriminde işe girmişti. Öğrenci arkadaşlarımıza dedik ki, “Katılırsanız bir ABD bileti vereceğiz”. Bu sayede araştırmayı tamamladık ve Türkiye’de hiçbir teknik değerlendirme olmadan mülakat yapıldığını ortaya koyduk. Sonra 'biz bu hizmeti verebiliriz' dedik ve şirket kurduk. Babalarımız önce bize “küçük esnaf” diye takıldı. Sonra “siz hâlâ iflas etmediniz mi” demeye başladılar ama sunduğumuz hizmet Türk şirketlerini bile etkilemeye başlamıştı.
İlk müşteriniz kim oldu?
İlki Cem Boyner oldu. O dönemde Altınyıldız’ı yeniden yapılandırıyordu. Biz onlara önce mevcut insan kaynaklarının değerlendirmesini yaptık, rotasyon raporu sunduk. Boşluk olan pozisyonları belirleyip, ne tür yeteneklere ihtiyaçları olduğunu söyledik. Öyle etkili oldu ki arkasından Eczacıbaşı geldi. Pepsi Co. Türkiye’deki işini bize verdi. Bu arada Londra’da psikoloji tarafını derinleştirmek için eğitime gittik. Aradan 27 yıl geçmesine rağmen bugün de bir şirkette insan kaynağı ihtiyacına iç ve dış kaynakları aynı anda değerlendirerek bakmak gerektiğine inanıyoruz. Bir entegrasyon olması gerektiğini düşündük hep ve bu fikri koruduk. 94 krizinde büyük müşterilerimizden kaybettiklerimiz oldu. O dönemde İngiltere’den Thomas International’dan ortaklık teklifi aldık. Şirket Almanya yapılanması için bize iş teklif ediyordu. O tarihten bu yana ortağım Frankfurt ofiste çalışıyor. Bu bizim için bir kırılma noktasıydı. Arkasından ABD’den Profiles’ten teklif geldi, onlarla çalışmaya başladık. Bu şirket de Almanca konuşulan ülkelerdeki yapılanmayı bize teslim etti. Bu arada Türkiye’deki portföy de büyüdü.
Ailenin bakışı değişti mi peki?
Hayır, onlar bize hâlâ “MBA yapmadıkça eğitiminiz tamamlanmış sayılmaz” gözüyle bakıyordu. Onların gözünde “daha olmamıştık”. Öte yandan Almanya’da Türklerin değişen imajını konu alan bir manşet haberde yer aldık. Schröder hükümeti Hessen eyaletindeki sosyal güvenlik yapılanmasıyla ilgili pilot çalışmanın ihalesini bize verdi. Arkasından diğer ortaklıklar geldi. Ray&Berndson, Arkasından da Odgers &Berndson haline geldi yapı.
Bir yanda sürekli verimlilik arayan şirketler bir yanda kendini kanıtlamak için hiç durmadan koşan, gece gündüz çalışan gençler. Sizce bunun sonu nereye varacak?
Bence nereye varacağının ipuçları görülmeye başlandı. Önemli örnekler var karşımızda. "Ferrari'sini Satan Bilge" misali, tükenmişlik sendromu, orta yaş bunalımı… Tüm bunlar aslında bu sağlıksız sistemin yıkılmaya başladığının işaretleri. O nedenle iş dünyasına başka bir hayatın da var olduğunu, bunun içinde sporun, iyi yaşamın, beslenmenin, dostlukların bulunduğunu hatırlatan böyle bir ek yaptığınız için size çok teşekkür ederim. Bu gerçekten iş dünyasının hatırlaması, farkına varması gereken bir şey.
Demek istediğiniz, iş dünyası bu farkındalığa mecbur mu?
Kesinlikle, bu bir zorunluluk. Bugünkü iş temposuna bir bakın, teknolojinin sağladığı mobiliteyle neredeyse 24 saat mesai var. Böyle bir çalışmanın altından kalkmak mümkün değil. Çok yetenekli, iyi eğitimli, zeki bir lider adayını düşünün. Kariyeri için her şeyi yapmış. Bütün kriterleri dolduruyor ama öyle bir çalışmış ki kendini göstermek için aile, hobi, sağlık, dostlar, manevi dünya hepsini bir kenara bırakmış. Bir gün bir de bakıyor ki gençliğini kaçırmış, çocuğunun büyümesini, anne-babasının sıcaklığını, dostluğun verdiği güveni kaçırmış. Çocuk büyümüş, anne-baba yaşlanmış, enerjisi tükenmiş, en son ne zaman spor yaptığını, gerçekten nefes aldığını unutmuş… O zaman hayat sert bir tokat atıyor ve bir anda her şeyi bırakıp sahil kasabasına gitmek geliyor aklına, kendini Buda’ya adamak, denizlere açılmak istiyor. Bu ekonomi için de kötü, çünkü o yeteneği en verimli çağında kaybetme tehlikesi doğuyor. Şirketi de yetenekli yöneticisinin girdiği bu duruma anlam veremiyor, o da kayıpta.
Peki bu, yeni bir iş hayatı düzeni mi getirecek bize?
Evet, değişim zorunlu ve bu başladı bile. Şirketler artık bu sarmalın farkında. İnsanların bundan kurtulması gerek. Doğru bir eko-sistem kurmak için yapılması gerekenler artık belli. Büyük firmalar bunu yapıyor. Her gün 30-60 dakika açık havada yürünsün, spor yapılsın istiyorlar. Nefes egzersizleri, meditasyon, yoga ya da adı her neyse zihni açacak, boşaltacak, sıfırlanmanızı sağlayacak işlere yönlendiriyorlar sizi. Bu, sistemin bağışıklık kazanması için zorunlu. Son yıllarda iş dünyasında sporun bu kadar trend olmasının nedeni de bu farkındalık, çünkü arkasında muazzam bir ihtiyaç var. Herkes fark etti ki tek kaynak sizsiniz. Mutluluk artmadan başarının artmayacağını görüyor iş dünyası.
Detoks formülü...
Kendiniz için neler yapıyorsunuz?
Spor hayatımın vazgeçilmezi. Her gün yoga yapmaya çalışıyorum. Açık havada yürümeyi ve yüzmeyi çok seviyorum. Beslenmeme çok dikkat ederim. Yememem değil de daha çok yemem gerekenlere odaklanırım. Koruyucu birtakım detoks formüllerim var. Örneğin ıspanak, zencefil, zerdeçal, pancar, badem, maydanoz, elma ve narı blendırda karıştırıyorum. Bir tür bebek maması oluyor. Her gün tüketiyorum. Asla antibiyotik ve ilaç kullanmıyorum.
Hayatı yavaşlatmak sizce bir ihtiyaç mı?
Evet. İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya gibi ülkeler bizden daha yaşlı nüfuslar. Onlar bunu daha erken fark ettiler. Biz hala genç nüfuslu ülkeler listesindeyiz ama gelişmiş ülkeler bu riski yaşadı, gördü, deneyimleriyle yeni trendlere yön veriyorlar. Biz de aynı tokadı yemeden kendimize gelmeliyiz. Bizzat yaşamayı beklemeyelim. Tedbir alalım. Bu yüzden şirketler spor takımları kuruyor. Çünkü vücudun ezberini bozmak gerekiyor. Yoksa robotlardan farkımız kalmaz.
'Gençleri hazırlıyoruz'
Yapay zeka devreye girdiğinde yetenek dünyasında ne değişecek?
Şirketlerin iş yapış şekilleri de değişecek. 24 saat çalışan insanlara gerek kalmayacak artık. Dolayısıyla çalışanlardaki yetkinliklerin de değişmesi gerekiyor. Türk gençlerini şimdiden hazırlamak için "Bir Gün CEO" programını Türkiye’ye getirdik. Program 10 yıldır 12 ülkede uygulanıyor. Bizde de ilk yılında bin kişi başvurdu programa.
Sizin de şirket olarak spor ve sosyal etkinlikleriniz var mı ?
Odger&Berndson olarak her yıl bir saat kürek çekiyoruz. 50’yi aşkın ülke her yıl kendi zaman dilimine göre aynı saatte kürek takımıyla harekete geçiyor. Belli sürede kim daha çok mesafe kat edecek diye yarışıyor, videolarını çekiyoruz. En önemlisi de bu sırada bağış topluyoruz. Elde edilen geliri bir STK’ya bağışlıyoruz.