Sinemada hedefler aşağıya düştü!

Faruk Şüyün'ün bu haftaki konuğu; Yeşilçam'ın temel direklerinden yönetmen Temel Gürsu

Abone ol

Liseden sonra okumadı ve 60'lı yıllarda Acar Film stüdyolarında montaj, senkron, negatif montaj, laboratuvar ünitelerinde eğitim aldı. Daha sonra Süreyya Duru, Orhan Elmas, Ülkü Erakalın, Tunç Başaran,

Orhan Aksoy, Yücel Hekimoğlu, Sırrı Gültekin, Aram Gülyüz, Nejat Saydam, Ertem Eğilmezgibi Yeşilçam'ın ünlü yönetmenlerine asistanlık yaptı. Yeşilçam'ı A'dan Z'ye öğrendi ve kendi filmlerini çekmeye başladı, bir döneme imzasını attı... Evet, Yeşilçam'ın unutulmaz yönetmenlerinden biri, Temel Gürsu bu haftaki konuğum... Sohbetimize, Türk sinemasının bugünkü durumunu konuşarak başlıyoruz... Bugününü ve yarınını...

"Vallahi yarınını bilemem Türk Sineması'nın, ama bugününde iyiye doğru gidiş var idi! Bir sene önceye kadar böyleydi; fakat şimdi bir duraklama dönemine girildi. Daha ziyade ticari filmlere yöneldiler ve kalite sanki aşağıya düştü gibi geliyor bana. Bu nedenle de bugünü çok da parlak göremiyorum, ama inşallah iyi olacak. Mutlaka iyi arkadaşlar gelecek, gençler yetişecek, her şey gibi sinema da düzelecek diye

umuyorum."

İlginç... Gazetelerde "Türk sineması zirve yapıyor", "sinemamız büyüyor" şeklinde haberlerin çıktığı, sanki bir zaferin muştulandığı bugünler için böyle konuşmanız!?

"Zafer?! Biz çok daha büyük zaferler gördük, ama onlara göre bu, zafer tabii. Şöyle bir şey: Bizim dönemimizde bin kişilikten küçük sinema salonu yoktu. Bin, bin 500, 2 bin kişilik Beyoğlu Emek, İnci, Kadıköy Rexx, Suadiye Atlantik, Aksaray Bulvar… Dolayısıyla kapalı gişe gösterildiği zaman bir film 6 seans, bin 500 kişilik sinemaya günde kaç kişinin gelmiş olacağını takdir edersiniz. Ama şimdi en büyük sinema salonu 150 - 200 kişilik. 300 kişilik olanı pek nadir, birkaç tane...

Dolayısıyla o 300 kişilik salon eğer doluyorsa, başarı diye gözüküyor. Yani filmin başarısını ben, sinemadaki koltuk sayısına göre konuşuyorum, sanatsal bağlamda değil. O açıdan saygım sonsuz yapılan işlere karşı, ama önemli olan bir filmin seyirciye hitap etmesidir. Ne kadar çok seyirciye hitap ederse, hedefini bulmuş olur diye düşünüyorum."

Türkiye'de yılda 70'e yakın film çekiliyor, bunlardan "Aşk Tesadüfleri Sever" 360 kopya, "Eyyvah Eyvah 2" 355 kopya ile gösterime girmiş… Emek, Alkazar gibi büyük salonları olan sinemalar söylediğiniz gibi artık yok, bu filmler bir sinemadaki 9 küçük salonunun 2'sinde, 3'ünde gösterildiği için bu kopyalara ulaşıyor… Neyse, sözünüzü rakamlarla bölmeyeyim…

"Yılmaz Erdoğan'ın bir söyleşisini hatırlıyorum, ilk filmi 'Vizontele' vizyona girdiği zaman, söyleşiyi yapan sordu 'Yılmaz Bey ne kadar tahmin ediyorsunuz, nereye varacak bu film?' diye…

'Yıl sonunda Türkiye genelinde 3 milyon seyirciyi buluruz, hedefimiz bu' şeklinde konuşmuştu. Şimdi bizim dönemimize baktığınız zaman meselâ benim 'Derbeder' diye bir filmim var, hasbelkader sadece İstanbul'da bir haftada 3 milyon kişiyi aşmıştı. Diyeceksiniz ki o öyle, bu da böyle. O da ticari film, bu da ticari film. Bunun madalya takılacak tarafı yok, ama ben hedeflerin aşağıya düştüğünü düşünüyorum.

Tabii ki iyi filmler yapılıyor. Her dönem yapıldı iyi filmler, belki gişeleri çok parlak olmuyor, ama kalitesi çok yüksek filmler çıkıyor, ama onlar istisnai bir durum."

TEKNİK İMKANLAR ÇOK FARKLI

Bir de sizin başladığınız yılların zor koşulları…

"Bizim zamanımızdaki teknik imkânlarla bugünün teknik imkânlarını kıyasladığımız zaman çok farklı. Yani biz sette ekmek peynir yiyerek, elimizdeki negatif filmlerden tasarruf ederek çektiğimiz filmlerle bu seyirci potansiyeline ulaşmıştık. Şimdi öyle değil, setlerde yok yok... Kameralar, her türlü araç-gereçle işler yapılıyor ve dolayısıyla şimdinin imkânları çok fazla."

Ama Yeşilçam sizin o sıkıntılarınızla, çabalarınızla bugünlere geldi. O dönemleri biraz daha anlatsanız.

"Şimdi efendim eskiden ham film kotayla Türkiye'ye geliyordu. Sezon başında sorarlardı sen ne kadar film çekeceksin diye, ona göre kutu sayısıyla ithal edilirdi. Ondan sonra ihtiyacın olduğu zaman film bulmak neredeyse imkânsızdı. O günler gerçekten zordu. Prodüksüyon amirleri gözümüzün içine bakarlardı iyi bir lokantaya girip de yemek yemeyelim diye. Gelir kulağıma eğilir - rahmetli bir Şerif Ablak vardı prodüksüyon amiri - 'Abi be şurada bir kuru fasulyeci var, girelim de orada yiyelim. Sen şimdi ne yersen bütün ekip de onu yemek durumunda kalır, ne olur fazla param yok cebimde' diye ricada bulunurdu."

Müthiş yıllar…

"Daha acı bir şey anlatayım size - o da rahmetli oldu - Pilot Ziyadiye bir şoförümüz vardı. Bizim film minibüsünün şoförü. Aynı zamanda arabanın da sahibi… Pilot Ziya'nın o küçücük minibüsünde yönetmen, asistanlar, oyuncular… Oyuncular derken Fatma Girik, Kartal Tibet, yani aklınıza kim geliyorsa o günün şöhretleri, bütün teknik ekip, bütün yardımcı oyuncular, hattâ teknik araç-gereç, efendim şaryo, lambalar hep o minibüs ile taşınırdı. Tabii bütün bunların hepsi bir defada sığmazdı, ama ışıkları götürürdü, gelirdi; teknik malzemeyi götürürdü, gelirdi, en son da reji grubu ve oyuncular götürülürdü.

O zaman boğaz köprüsü yok, Kabataş'ta buluşulurdu sabah. Bütün film mekânları Suadiye'de karşı tarafta, arabalı vapur ile geçilirdi. Emin ol ki o minibüsün içerisinde, araba vapurunda, yani o günlerde çok mutluyduk. Belki kuru fasulye yiyorduk, belki negatifi bin bir zorlukla kullanıyorduk, ama o filmler bugün bile televizyonlarda çok beğenilen, hâlâ izlenen yapımlar… Yani bunlarla biz gurur duyuyoruz, o günler, güzel günlerdi."

Peki, mesleğe başlamanız, ustalarınız, biraz da onları ansak…

"Şimdi efendim ben liseyi bitirdiğim gün Acar Film stüdyosunda çalışmaya başladım. Stüdyonun sahibi annemin teyzesinin oğluydu, rahmetli Murat Köseoğlu. Babam bizi yazları hep bir yere koyardı ki çalışalım da haylazlık yapmayalım. Öyle bir alışkanlığımız vardı. Yerden şut toplayarak - artık filmlere şut denir - mesleğe başladım. Fakat çok sevdiğim için mesleği ve bir yerlere gelmek istediğim için senkron, montaj, laboratuar, ses ünitelerinde, hepsinde bunların eğitim aldım diyebilirim. Liseden sonra üniversiteye gitseydim, bunları öğrenme şansım olmayacaktı. Ben, yerinde birebir uygulayarak, tek tek mutfağında öğrenerek geldim ve dolayısıyla montaj şefi oldum o stüdyoda. O dönemde çekilen bütün filmlerin kurgularını yönetmenleri ile beraber yaptım. Metin Erksan'la, Atıf Yılmaz'la, Halit Refiğ'le, Süreyya Duru'yla, o dönemin en gözde yönetmenlerinden Ülkü Erakalın'la, Orhan Elmas'la, Ertem Eğilmez'le…

Ve her kurgusunu yaptığım yönetmen bana asistanlık teklif etti. Çünkü kurgu, çok önemliydi. Setteyken kafanda nasıl bağlayacağını hayal ederdin ve stüdyoda bunu gerçekleştirirdin. Ayrıca ben asistanlık yaparsam onların stüdyoya gelmeleri diye bir zorunluluk da kalmayacaktı…

12 AYDA 13 FİLM

Ama askerliğime kısa bir süre vardı. Stüdyoda çalışmaya devam ettim. O ara Ülkü Erakalın, Kadri Yurdatap'la bir film şirketi kurmuştu, 'askere gidene kadar gel bizimle çalış' dediler. 'Ülkü Bey'e asistanlık yap.' Tam 12 ayım vardı, bu sürede 13 film çekti Ülkü Bey. Yani bunların hepsi Türkan Şoray'lı, Ayhan Işık'lı, Ekrem Bora'lı, Fatma Girik'li, Öztürk Serengil'li, Ajda Pekkan'lı filmlerdi. Öyle uyduruk kaydırık değillerdi. O dönemin en ünlü isimleriyle yapıldı bu filmler. Bu filmleri yaptım ve askere gittim..."

TEKNİK İMKANLAR ÇOK FARK

Yıl kaç?

"1965. 1964'ün sonunda başladım Ülkü Film'de çalışmaya, 1965'in Kasım'ının 25'inde de askere gittim. Yıllık izne geldiğimde rahmetli Sırrı Gültekin'e 2 filmde asistanlık yaptım. Yani hiç kopmadım filmcilikten. Askerde bile - İzmir'de Güney Deniz Saha Komutanlığı'nda - bir film makinesi bulup buluşturdum ve askerlere sinema oynatmaya başladım. Askerlik dönüşü Ertem Abi (Eğilmez) haber göndermiş 'Temel bana gelsin' diye. Gittim ve Ertem Abi ile çalışmaya başladım. O aradaki ustalarım Metin Erksan'dan Halit Refiğ'e, Atıf Yılmaz'dan Süreyya Duru'ya kadar birçok önemli isim,

ama asistanlık yaptığım yönetmen esas Ertem Eğilmez, Arzu Film şirketi. Ben orada iki sene Ertem Abi'ye asistanlık yaptım. Yani Ertem Eğilmez'in filmografisindeki en bilinen filmlerin hepsinde tek asistanı olarak çalıştım. Yani bir başkası, 2., 3. asistan falan yoktu. Oyuncularınkıyafetlerini de ben giydiriyordum, mizanseni de ben veriyordum. Ertem Abi olmadığı zaman çekimleri de ben yapıyor, onlar bittikten sonra da gidip kurgusunda çalışıyor, teknik işlemlerini takip ediyordum. Sinemada oynayana kadar bana emanetti filmler."

Ya sizin yönetmenliğini yaptığınız ilk filmin hikâyesi?

"Ertem Abi'yle Yunanistan'a gittik, güzellik yarışmasında jüri üyeliği yaptık. Türkiye'ye dönüyoruz. Uzun bir sessizlikten sonra dedi ki 'Temel evlâdım projeni hazırla, eylül ayında filme başlayacaksın.' Nasıl? dedim filme mi başlayacağım? 'Yönetmenlik yapacaksın' dedi. İnanamadım, 24 yaşımdaydım çünkü. Yani Türk sinema tarihinde 24 yaşında yönetmenliğe başlamış ikinci biri yoktur.

Projemi hazırladım, rahmetli Sadık Şendil diyaloglarını yazdı, senaryo haline getirdik. İlk filmimi çektim: 'Dikkat Kan Aranıyor.' Başrollerde Ekrem Bora, Semra Sar, Münir Özkul, Süleyman Turan. 'Dikkat Kan Aranıyor' çok beğenildi, çok ses getirdi, çok da iyi iş yaptı. Onu takiben 'Hayat Sevince Güzel' diye bir film çektim yine Arzu Film'e. Ayşecik filmiydi, Zeynep Değirmencioğlu oynuyordu. Ondan sonra da devam etti, artık piyasaya açılmıştım."

Oyunculardan kimlerle çalıştınız?

"Aklınıza kim geliyorsa işte Kartal Tibet, Tanju Gürsü, Kadir İnanır, Müjde Ar, Hülya Avşar, bütün bu ünlülerin hepsiyle filmler çektim. Şimdi biliyorum sen şarkıcılı filmlere gelmek istiyorsun."

GENCEBAY'LA FİLM PEŞİNDE

O zamanlar bir tek Orhan Gencebay var değil mi?

"Onun filmleri yıkıp geçiyor ortalığı. Rahmetli Yaşar Kekeva, Orhan'ın ortağı benim çok iyi arkadaşımdı. Yaşar dedim, şu Orhan'la bir film çekmek istiyorum. 'Temelcim vallahi mümkün değil, çünkü Hürrem Erman'la, Selim Soydan'la anlaşması var' dedi. Yaşar çok iyi arkadaşım ya benim canım ciğerim, görürsün bak ne yapacağım, dedim.

Bu arada devamlı müzikler dinliyorum, araştırıyorum, Ferdi Tayfur diye bir çocuk 'Çeşme' diye bir şarkı söylemiş. Olur mu falan derken bir gün yemek yiyorum Hulki Abi (Saner) girdi içeri, yanında da bir çocuk. Hulki Abi beni gördü 'Temelcim' dedi 'bak sana bir arkadaşı tanıştıracağım, Ferdi Tayfur.' Ben de plaklarından, albüm kapaklarından aşinayım dedim. 'Bu da' dedi 'Temel Gürsu, Türkiye'nin en genç yönetmeni, beraber film çekeceğiz. Ben prodüktörlük yapacağım, Temel yönetecek, sen de oynayacaksın.' 'Çeşme' filmini çektik, bir hasılat yaptı, bir iş yaptı o film, tartışılmaz. Ondan sonra da bütün şarkıcılı filmler benim üzerime kaldı!"

Kimlerle çalıştınız?

"Ferdi Tayfur'dan sonra Orhan Gencebay, İbrahim Tatlıses, Ümit Besen, Ahmet Özhan, Müslüm Gürses, Ercan Turgut, Neşe Karaböcek, Ferdi Özbeğen, Kibariye, Coşkun Sabah'la çektim, şimdi aklıma gelmeyen isimler de var."

Sizin Gırgıriye'leriniz de unutulmaz… Kaç film yaptınız?

"Bugüne kadar 94 sinema filmi, aşağı yukarı 15 tane falan da televizyon filmi çektim. Bunların dışında da 17 televizyon dizisi var, 300 bölümün üzerindedir herhalde."

5 GÜNDE 35 GÜNLÜK İŞ...

O dönemin çalışma koşulları, arzusu bir başkaydı gibi geliyor bana...

"Bakın 'Tarkan' filmi... Arzu Film'e çekiyoruz. İlk defa Ertem Abi'nin dışında birine, Tunç Başaran'a asistanlık yapıyorum. Arzu Film'in ilk renkli yapımlarından biri olduğu için gerçekten çok önemliydi. Londra'da yıkanıyordu filmler. Aşağı yukarı 50- 55 günlük bir iş programı çıkarmıştık, çünkü çok zordu: Atlar, arabalar, sakallar, bıyıklar, Vandallar, İskandinavlar, Romalılar her şey içersindeydi…

37 günde filmin yarısına gelebildik. Ve Tunç (Başaran) bıraktı, Londra'ya gitti, bir reklam filmi çekeceğim dedi. Rahmetli Ertem Abi, 'Temelcim' dedi 'ekibini alıyorsun, sen devam ediyorsun. Kaç günlük iş var?' İşte 30- 35 günlük iş var dedim. '4 gün 4 gecede bitecek evlâdım' dedi. Ertem Abi dedim, mümkün değil. 'Bitecek' dedi, 'bunun çaresi yok.' İnanın hiç uyumadan, sette çalışanların sakalları uzadı, kameraman düştü, baygınlıklar geçirdi, 4 gün 4 gecede değil ama 5 gün 4 gecede biz bu filmi bitirdik… Ve o film ilk 'Tarkan' oldu."

122 METRE HAM FİLM İÇİN...

Ham film kıtlığı yaşanan 70'li yıllara dair bir anınız vardı...

"Hulki Saner'le 'Derbeder'i çekiyoruz. Ferdi Tayfur, Canan Perver oynuyorlar. Büyük kısmını Antalya'da çektik. Yaz aylarıydı. Seyrettim, bir şey eksik diyorum: Ferdi Tayfur şarkıcı, bir şarkı sahnesi koymak lâzım... Allah rahmet eylesin Hulki Abi'ye dedim ki bir rüya sahnesi düşünüyorum çölde geçen. Hem şarkı altı yaparız, hem aşkı pekiştiririz, çocuğun hayallerini anlatırız. 'Evlâdım' dedi 'elimizde negatif yok. Nerden çıkarttın? Film bitmiş, oynamaya hazır, bana iş çıkarma.' Dedim ki Hulki ağabeycim ben yönetmeni olarak içimden geçeni söyledim. 'E' dedi 'negatifi nerden bulacağız, yok.' Dedim ki alt tarafı bir kutu negatif. O da 122 metre. 'Hayır efendim bulamam' dedi. Ben de belki biraz da ileri giderek sesimi yükseltip yahu ne biçim prodüktörsün, bir kutu negatif bulamıyorsun be Hulki Abi dedim. Hulki Abi şöyle durdu bir baktı, biraz koyuca renkli gözlükleri vardı, gözlüğünün altından yaş süzüldüğünü gördüm. Çok sevdiğim, saydığım da bir abim, pardon, affedersin dedim. Döndü gitti. Ertesi gün yazıhanede buluştuğumuzda bir baktım koltuğunu altında bir kutu negatif var. Masamın üzerine tak diye koydu. 'Buyurun' dedi. Şaşırdım. Hulki Abi dedim hani yoktu, nerden buldun? 'Evlâdım' dedi, 'sabah 7'de kalktım. Sirkeci'deki fotoğrafçılara gittim. O fotoğraf çekilen kasetlerin içersindeki filmleri (birer buçuk metre falandır onların boyları) birbirine eklettirdim, 122 metre film getirdim. Buyurun şimdi istediğiniz sahneyi çekin.'

Çok üzülmüştüm. Neyse yapacak bir şey yok, Kilyos tarafında çöl vardı, oraya gittik, çektik. Ve o sahne gerçekten çok başarılı oldu. Film de hâsılat rekorları kırdı. Ferdi Tayfur da Ferdi Tayfur oldu.

O sahneyi yıllar sonra rahmetli Ertem Abi (Eğilmez), o da benim ustamdır, kullanmak istedi. O zamanlar artık oksijen maskesiyle yaşıyor, evine çağırdı. Gittim. 'Temel' dedi 'sen bir film çekmiştin Derbeder diye, orada bir çöl sahnesi vardı. Onun bandını bana getirir misin? Bir film yapacağım, o sahneyi kullanacağım.' Hemen götürdüm. O haliyle filme başladı. Tekerlekli sandalyede, sırtında oksijen tüpüyle… Bu film 'Arabesk.' Müjde Ar'ın, Şener Şen'le oynadığı. O çöl sahnesini birebir, aynen, hicvederek tabii kullandı."

Karabulut ailesinin avukatı Epözdemir: Mezardan kefen ve bez çıkmadı Mantar kökünden ambalaj ürettiler, ödülü kaptılar  İstanbul Havalimanı, Avrupa havalimanları sıralamasında zirvede Erdoğan ile Bahçeli'den sürpriz görüşme Euro Bölgesi'nde üretici fiyatları ağustosta yükseldi