Daha çok iz bırakmak için...

Faruk Şüyün'ün bu haftaki konuğu; Erol Evgin

Abone ol

Kırk bir yılı geride bıraktı "gündüz gece yürüdüğü uzun ince bir yolda" Erol Evgin. Aralarında "İşte Öyle Bir Şey" (Altın Plak), "Sevdan Olmasa", "Bir de Bana Sor", "İçimdeki Fırtına", "Etme Eyleme", "Söyle Canım" (Altın Plak), "Deli Divâne", "Hep Böyle Kal" gibi klasikleşmiş parçaların olduğu yüzlerce şarkı üretip binlerce şarkıyı yorumladı. Geçtiğimiz aylarda da uzun ve yoğun bir çalışmanın ardından "Gözbebeğim Sen Çok Yaşa" adlı bir albüm çıkardı. Tabii ki o CD’yi konuşacağız, ama önce 41 yılın kısa hikâyesi ile başlıyoruz sohbetimize:

"1969 yılında ilk 45'lik plağımı yaptım.1968 San Remo Müzik Festivali birincisi olan şarkıydı, Sergio Endrigo söylerdi 'Canzone per te' diye. Ona 'Eski Günler' diye Türkçe sözler yazdım. Arka yüzünde de bir Fransız melodisini yine benim yazdığım Türkçe sözlerle 'Sen' adıyla okudum. O tarihi baz alırsa müzik yaşamımda aşağı yukarı 41 yılı geride bıraktım. Daha önce de amatör gruplarımız falan vardı, ama onları saymıyorum.

Bu 41 yıl içinde müzik dünyasında çok şey yaşadım, bunların en başta geleni, Türk pop müziğinin bütün hikâyesinin içinde oldum. Bu, benim için çok büyük bir kazanç. Türk pop müziği kentleşmenin müziği, şehrin türküsü, folklörü. 1950'lerden sonra, 60'lardan itibaren kentlerde yoğun yerleşik yaşamla, endüstrileşmeyle birlikte insanların müzikal ihtiyaçları da değişti. Kentin temposu, volümü farklıydı;

ona cevap olarak da Türk pop müziği ortaya çıktı. Çok sesli bir müzik; dinamik, kolay algılanabilen, şehrin temposunu, volümünü yakalayabilen bir müzikti bu…

Biz de o senelerde, 60'larda falan - öğrencilik zamanlarımızda - o müziğin hayranlığı içinde büyüdük. Ajda Pekkan, Erol Büyükburç, hatırlayabildiğim ilk isimlerdir. Daha önce de tangolar varmış bizim çocukluğumuza rastlayan. Derken biz de kendimizi o müziğin içinde bulduk…

Türk popunun emekleme döneminden itibaren içinde olmak bana çok gurur veriyor, onurlandırıyor. Çünkü ben de çalışmalarımla o müziğin kilometre taşlarından biri olduğumu varsayıyorum. Onun için bu geride kalan 41 yılın en önemli özelliği bu herhalde.

Bir ikinci yanı, bütün konserlerimde, televizyon şovlarımda da söylediğim gibi Türkiye'de ilk kez kitlelerle kucaklaşan bir ekip çalışmasına imza attık biz: 70'li yıllarda Çiğdem Talu ve Melih Kibar'la 8 sene birlikte çalıştık, şarkılar ürettik. Üçümüzün ortak görüşü şuydu:

Bir ülkenin popüler müziği o ülkenin folklöründen veya klasik musikisinden hayat bulmalıdır, yani o ülkenin topraklarına köklerini salmalıdır. Dünyanın öbür ucuna bakarak müzik yapılmaz. Bu düşüncelerden yola çıkarak bugün neredeyse 40 yaşına yaklaşan o unutulmayan şarkıları oluşturduk. Onlar da benim kariyerimin önemli bir noktası oldu."

HEP UZUN SOLUKLU

Sizin televizyon şovlarınız da var, ailece ekran karşısına geçer, keyifle izlerdik…

"Uzun soluklu televizyon şovları yaptım: İki yıl süren 'Süper Aile', yine iki yıl devam eden 'Erol Evgin Şov', aynı sürede izleyiciyle buluşan 'Bir Sevda Masalı' ve en son da 'Bir Şarkısın Sen,' çocuklarla birlikte…"

Ya Şan Tiyatrosu'nda sağolsun Lisa Tuna'dan "torpilli" yer bulabildiğimiz o hıncahınç dolu müzikaller…

"Evet, yine uzun soluklu iki müzikalde başrol oynadım. Üç yıl çalıştım sahnelerde yani altı yüz temsil verdik, aşağı yukarı bir milyon insana ulaştık, canlı olarak izlediler bizi."

Bugün, harika sahne performanslarınızı da sürdürüyorsunuz…

"Beş-altı yıldır sahne çalışmaları yapıyorum. Altı senedir haftada bir gece Plaza Hotel'in roof'unda benim şarkılarımı sevenlerle –iki yüz kişilik falan küçük bir yer – birlikte oluyoruz. Onun dışında da çeşitli kentlerde yılda 20-25 kadar konser veriyorum. Benim yaşımda, 41 yılı geride bırakmış birisi için de bütün bunların iyi bir performans olduğunu düşünüyorum. Beni diri, zinde tutuyor."

Bu arada bir de DVD çıkardınız…

"Açıkhava Tiyatrosu'nda verdiğim bir konserin DVD'sini yaptım 'Hep Böyle Kal, 40 Yıl 40 Şarkı' diye..."

Gelelim yeni CD'ye…

"Bu arada da oğlum Murat Evgin müzik yaşantısında 10 yılı geride bıraktı, bana göre iyi bir müzik adamı oldu. Besteleri, düzenlemeleri, film müzikleri var. 'Arka Sokaklar' dizisinin 6 yıldır müziklerini yapıyor. O, 'hadi baba artık bir şeyler yapalım,' diyordu. 'Bu eski şarkılar iyi, güzel de senin kariyerinde çok öne çıktılar, nostaljiden kurtulalım biraz' diyordu. Aşağı yukarı bir buçuk yıl çalıştık, 'Gözbebeğim Sen Çok Yaşa' diye bu albüm ortaya çıktı.

Bu albümde dinamik şarkılar da var, ama benim tarzımda bir albüm oldu. Tabii günün soundlarıyla buluşturduk şarkıları. Murat'ın yedi, benim 3 bestem bulunuyor. Dr. Selma Çuhacı'nın duygusal dizeleri, bu arada Aysel Gürel'in bavulundan çıkan iki şarkı sözü var; birini Murat, diğerini ben besteledim. Aslı Güngör'ün bir şarkısı yer alıyor. Bana uyan bir şarkı, beni düşünerek bestelediğini söyledi Aslı. Firuz

İsmailov, Caner Gültekin ve Murat Evgin'in düzenlemeleri var albümde. Stüdyo DB ile çalıştık. Önümüzdeki yıl bir yeni albüm daha yapmak istiyorum."

BABASININ HAYRINA!

Murat Evgin'le projeler yalnız CD ile sınırlı değil…

"Evet, kliplerimizi de Murat çekiyor. Radyo televizyon okumuştu. Bir - iki yıl önce 'oğlum' dedim 'o kadar okuttuk seni, bari kliplerimizi de sen çek!' Ona kameralar falan aldık, çok iyi bir klip yönetmeni oldu. Yani Murat'ın 'etinden, sütünden' her şeyinden yararlanıyoruz. Üstelik de bütün bunları babasının hayrına (!) yapıyor. Arada bir de 'baba, parası iyi olmasa çekilir şey değil!' diyor. Hatırlatıyor, çıtlatıyor 'hayır' işi yaptığını."

Bakın konuşmamızın başından beri ne kadar çok isim geçti. Siz, yaşayan veya hayatta olmayan dostlarınıza vefa duygunuzu her vesileyle dillendiriyorsunuz. Erol Evgin'i anlatan sözcüklerden biri vefa…

"Vefa için 'İstanbul'da bir semt, meşhur bozacının orası!' derler. Vefayı, özellikle toplumsal vefayı topluma yeniden kazandırmak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü, toplumun sahiplenme duygusunu geliştirir, insanlara moral verir. Uygar toplumlarda bu çok ön plandadır, o toplumun hayatını zenginleştiren kişiler belli vesilelerle, zaman içinde hep anılır.

Bundan şöyle sonuçlar çıkarır gençler: Ben de iyi şeyler yaparsam, bu şekilde anılacak, öldükten sonra da yaşayacağım…

Ama uygarlıktan nasibini almamış toplumlarda bunun tam tersi olur, işi biteni 'iyi bilirdik!' deyip ondan sonra da pek anmazlar. Tabii ki insanlar eşine, dostuna akrabasına vefalıdır, ama bir de toplumsal vefa var. Hayatımızı zenginleştiren birçok değerli insanı anmak onların hem ruhlarını okşar, hem de yetişenlere, topluma yeni değerler katar. Gençler için özellikle çok önemlidir, çok itici bir güçtür."

HEP VEFALI

Ya siz?

"Ama ben vefayı bu düşüncelerle göstermiyorum. Benim hayatımda, müzik kariyerimde unutulmaz şarkılara imza attığım bir 8 yıllık dönem var. Bu dönemden hep şükranla, minnetle söz ediyorum… Ve o iki insanı Çiğdem Talû ve Melih Kibar'ı her konserimde anıyorum. Cahit Sıtkı Tarancı'nın 'Sanatkârın Ölümü' şiiri vardır:

'Gitti gelmez bahar yeli; / Şarkılar yarıda kaldı. / Bütün bahçeler kilitli; / Anahtar Tanrıda kaldı. // Geldi çattı en son ölmek. / Ne bir yemiş, ne bir çiçek; / Yanıyor güneşte petek; / Bütün bal arıda kaldı.'

Bu şiiri onlara dua niyetine her konserimde yolluyorum. Yalnız onlara değil, birlikte çalıştığımız birçok insana, 80'li yıllarda çok büyük bir ivmeyle Türk sahnelerine müzikaller kazandıran ekibe: Egemen Bostancı'ya, Türk tiyatrosunun çok büyük ustalarına, bana destek veren, benim yanımda olan, beni yücelten o insanlara Adile Naşit'e, Turgut Boralı'ya, Belkıs Dilligil'e, Asuman Arsan'a, benim müzik kariyerimdeki en güzel şarkıların aranjmanını yapan Esin Engin'e ve daha birçoklarına… Onları her vesile ile anmak bence önemli. Yalnız aramızdan ayrılanlara değil, yaşayan insanlara da kadirbilirlik genç sanatçılar için en büyük sigorta ve motivasyon diye düşünüyorum. Özetle söyleyecek olursak vefa, meşhur bozacının semti olmamalı."

Ben Vefa Lisesi'nde okudum…

"Öyleyse sizin lisenin adı olarak da kalmamalı, toplumsal vefa insanların yaşamını daha ileri götüren bir katma değer olarak itici güç olmalı."

Vefa, geçmiş… Biz ileri bakacak olursak yeni projeler?

"Ben 64 yaşındayım. Belli bir yaştan sonra insan daha çok kayıt yapmak, daha çok iz bırakmak istiyor. Onun için daha çok yeni şarkılar üretmek istiyor. Genç ses sanatçısı arkadaşlarla bir albüm projem var. Onlarla düetler yapmayı düşünüyorum. Murat da ben de yeni şarkılar üretmeyi sürdürüyoruz. Ayrıca genç bestecilerin eserlerine de açığız, meselâ Aslı Güngör getirmişti bu CD'de zevkle okudum.

Hep yeni bir şeyler yapmak istiyorum. Burası bir mimarlık ofisiydi, ama şimdi 'Erol Evgin Prodüksiyon, Mimarlık ve Sanat Hizmetleri' diye geçiyor. Artık mimarlıktan çok burada müzik üretim işleri yapıyoruz. Erol Evgin ve Murat Evgin'e hizmet veren 7 kişilik bir ekibimiz var buna biz de dahiliz. Konser zamanları bu sayı 24-25 kişiye çıkıyor. Dolayısıyla yeni şarkılar üretmek, daha çok iz bırakmak için çalışıyoruz."

BİR SANAT AŞIĞI

Tam karşınızda bir Neş'e Erdok resmi görüyorum. Sanıyorum "Otobüs Yolcuları" dizisinden. Resim sevdanız sürüyor…

"Ben bir sanat âşığıyım. Sergileri kaçırmamaya çalışıyorum, bugün de İstanbul Bieaneli'ne gideceğim. Dolayısıyla resim çok seviyorum. Koleksiyonerim… 150 civarında resim var öğrenciliğimden bu yana biriktirdiğim. Ayrıca 10 yıldır ben de resimle uğraşıyorum, 2001 krizinde başlamıştım. 2005 yılında bir sergi açtım 'Miras' diye. Bu topraklarda bulunan dünya kültürel mirası bize ait gibi görünüyor, ama biz onlara aitiz. Biz onlara layık olmak için çalışmalıyız diye düşünüyorum. O kültürel mirası tuvale yansıtan bir sergiydi bu 60 resimden oluşan. İstanbul'dan sonra İzmir, Trabzon ve Kapadokya'ya da gitti."

Yeni resimler var mı?

"Yeni resimler yapıyorum, ama sergi açacak yoğunlukta değil. Ama resim beni çok dinlendiriyor."

Neş'e Erdok'a gelecek olursak…

"Neş'e Erdok benim çok sevdiğim, büyük bir hayranlık duyduğum, hakikaten Türk resminde çok çok önemli bir sanatçı. Hocalarımız da aynı: Neşet Günal akademide benim de hocamdı. Bizim mimarlık eğitimimizin temelinde resim, heykel, hat gibi sanatlar vardır. Cemal Tollu hocamdı, Devrim Erbil hocamdı… İşte Neş'e Erdok da tam karşımda, karşılıklı

bakışıyoruz, çok mutlu ediyor beni…"

ŞÖHRETLİ BİR BABANIN OĞLU, AMA…

Murat Evgin, şöhretli bir babanın çocuğu, genelde böyle babalarla çocukları arasında sıkıntılar yaşanır. Siz neler yaşadınız ki sonuçta bu verimli birlikteliğe nasıl ulaşabildiniz?

"Tabii ki ünlü ve başarılı bir babanın oğlu olmak zor bir süreç. Murat da bu zorluklardan geçti. Ama artık o kendini kanıtlamış, müzik yaşamında 10 yılı geride bırakmış, üstelik de benim ona hep öğütlediğim gibi yalnız sahne ışıklarının altında değil, işin mutfağında da başarılı olmuş bir müzisyen. Ben ona hep şunu öğütledim: Müzikte zeminler çok kaygandır, yalnız şarkı söylemek veya yalnız enstrüman çalmak yetmez. Birçok alanda güçlü olmalısın. Dünyadaki çok ünlü sanatçılara bakıyorsunuz dans ediyor, şarkı söylüyor, kendi sesiyle konuşuyor, bir sürü şeyi paylaşıyor. Murat da çocukluğundan bu yana klasik gitar çalıyor, bir stüdyosu var düzenlemeler yapıyor, sinema - televizyon okudu, film ve dizi müzikleri besteliyor…

Yalnız müzik düşünüyor. Zaten başlarken de ona 'ömrünü adayacaksın bu işe… Bu, insanı çok meşgul eden bir iştir, ömrünü adayacaksan gir, yoksa girme' dedim. O da çok seviyordu müziği, girdi. Hakikaten de sahne önünde de arkasında da çok iyi bir müzik adamı oldu. Söylediğim gibi tabii ki o da bu zor süreçten geçti. İlk başta 'Erol Evgin'in oğlu' deniliyordu, ama şimdi Erol Evgin'in oğlu olmaktan çıktı, gerçekten çok değerli bir müzik adamı…'Gözbebeğim Sen Çok Yaşa' albümünü okurlarımız can kulağıyla dinlerlerse Murat'la ilgili söylemek istediklerim daha iyi anlaşılacaktır."

40 YIL SONRA HÂLÂ KONSERLER VERMEK…

Siz, eski adıyla Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nde mimarlık okuduğunuz…. Mesleğiniz yoğun müzik uğraşı yanında araya mı sıkıştı?!

"1969'da ilk 45'lik plağımı yaptığımı söylemiştim, 1976'ya kadar 45'lik plaklar ürettim, bir arayış dönemiydi. O tarihten itibaren Çiğdem Talu ve Melih Kibar'la - 1883'te Çiğdem'in aramızdan ayrılışına kadar - birlikte çalıştık. 1980 ve 83 arasında ise demin konuştuğumuz müzikaller geldi.

1986 yılında bir mimarlık ofisi açtım eşimle birlikte. Ve 2006'ya kadar, aşağı yukarı yirmi yıl da mimarlık yaptım. Bu süre içinde sahneye çıkmadım, ama az önce söylediğim gibi televizyon şovlarını o döneme sığdırdım. Yani bir yandan da unutulmamayı sağladım."

Sonra, 2000'li yılların ortalarından itibaren yeniden albümler gelmeye başladı…

"Evet, altı yıl önce 'İbadetim' albümünü yapmıştım yeni şarkılardan oluşan. Çiğdem'den sonra Melih de aramızdan ayrılınca 2005 yılında, 2006'da 'İşte Öyle Bir Şey' ve 'Tüm Bir Yaşam' adlarında iki koleksiyon albüm yayınladım. Onlar 30-35 yaşına basmış unutulmayan şarkılarımızı yeni nesillere de sevdirdi. Amerikalılar 'come back' diyorlar, ben 'bit pazarına nur yağdı!'. 40 yıl sonra hâlâ konserler veriyor lmak, hoşuma da gidiyor. Ama bununla kendi içimde dalga da geçiyorum."

Karabulut ailesinin avukatı Epözdemir: Mezardan kefen ve bez çıkmadı Mantar kökünden ambalaj ürettiler, ödülü kaptılar  İstanbul Havalimanı, Avrupa havalimanları sıralamasında zirvede Erdoğan ile Bahçeli'den sürpriz görüşme Euro Bölgesi'nde üretici fiyatları ağustosta yükseldi