Selen Beytekin, sesiyle cazın matematiği ve ruhunu harmanlıyor
Türk caz sahnesinin genç sanatçılarından Selen Beytekin, müzikle matematiği buluşturan sıra dışı kariyeriyle dikkat çekiyor. Çocuk yaşta başlayan müzik yolculuğu, cazın derinliklerinden, mimariyle iç içe geçmiş projelere ve uluslararası sahnelerdeki başarılarına kadar uzanıyor.
Dünya Gazetesi | Abone olGünay DEMİRBAĞ
Türk caz sahnesinin önemli isimlerinden Selen Beytekin, “Soul Vibes” projesi, caz, R&B, funk, soul, blues ve gospel müziğini harmanlayarak Anda Barut Collection, Lara Barut Collection ve Acanthus Cennet Barut Collection’da müzikseverlerle buluştu. Sanatçıya sahnede, Türkiye’nin tanınmış müzisyenlerinden Şenova Ülker (trompet), Engin Recepoğulları (saksafon), Ercüment Orkut (piyano), Ozan Musluoğlu (bas) ve Ferit Odman (davul) eşlik etti. Ayrıca vokallerde Elif Demirbağ, Yağmur Bakar ve Zeki Bozkurt da performanslarıyla geceye renk kattılar.
Caz müziğinin ruhunu farklı türlerle harmanlayan “Soul Vibes” projesi, sadece Türkiye’de değil, uluslararası platformlarda da büyük ilgi görüyor. Selen Beytekin’in güçlü vokali ve sahne enerjisi, onu caz müziğinin önemli temsilcilerinden biri haline getiriyor. Beytekin ile konser sonrası müzik hayatı ve çalışmaları üzerine sohbet ettik:
Selen Hanım, başarılı bir müzik geçmişiniz var. Nasıl başladığınızı anlatır mısınız?
7-8 yaşından beri piyano çalıyorum. İlk hocam piyanist Ayla Saydam’dı. Ondan ilkokulda ders almaya başladıktan sonra ilkokulda eşi ünlü piyanist Ergican Saydam’a geçtim. Liszt, Beethoven, Tchaikovsky, Chopin, hepsini konservatuvar seviyesinde ileri der ecede klasik piyano çalıyorum. Ama aynı zamanda ortaokul ve liseye devam ederken matematik ve fiziğe de ilgim vardı. Çok küçükken European Voices’da koroda söylerdim. Viyana Konservatuarı’ndan çok sesli A Cappella koro, bu. Daha sonra koroyu da yönettim. Sonra matematik ve fiziği sevdiğim için İTÜ inşaat mühendisliğine girdim. Orada Marmara’dan bir amatör grupla tanıştım. Onlarla sahne almaya başlarken kendi kendime de piyano çalıp söylüyordum zaten.
"Şansıma hep en iyilerle başladım"
Onlar ne yapıyordu?
Onlar öğrenci grubuydu. Çocukluğumdan beri sahnelerdeyim. Bütün müsamereler, dans, korolar, pop korusu vs. de görev aldım. Üniversitede ilk kez 18 yaşında üçüncü sınıftayken bir tango gecesine gittim ailemle. Orada İlham Gencer ile tanıştım. Ne çalıp söylüyorsun diye sordu. Dedim ben soul, blues, R&B söylüyorum. Durdurdu orkestrayı. Çıktım, söyledim. Sonra sahneye çıktı ve “yeni keşfim” dedi. Ertesi hafta beni Q Jazz Bar’a davet etti. Burada o zaman İmer Demirer gibi sanatçılar çıkıyordu. İlk orkestramda Volkan Ötkem, Aşkın Ersunan, Tony Jones, Nina Simone’un basçısı, yine Şenova Ülker vardı. Şansıma hep en iyilerle başladım. O sırada da inşaat üçüncü sınıftaydım sahne aldığımda profesyonel olarak. Birkaç sene Aşkın Ersunan’ın ekibinde sahne aldıktan sonra kendi ekibimi kurdum.
Hem sahne alıp hem de inşaat sektöründe mi çalışıyordunuz?
Evet, önce inşaat mühendisliği lisansını bitirdim, üzerine mimarlık lisansı okudum. Mimari tasarım yüksek lisansını bitirdim. Bu sırada hem sahne alıyordum kendi ekibimle hem de inşaat sektöründe çalışıyordum.
Ajda Pekkan’dan bir teklif aldınız, değil mi?
2008’de Ajda Pekkan için Aşkın Ersunan aradı. Piyanonun başına geçip bir şeyler çalıp söylemeye başladım. Bayıldı, beraber bunu yapalım dedi. Ajda Pekkan’ı çok severim, her şeyine bayılırım ama hayatımda Türkçe söylemedim. Dinlediğim müzik tarzından dolayı Türkçe söyleyiş şeklim uymuyor, eğreti duruyor. Daha çok gospel, kilise müzikleri, blues, soul dinliyorum çünkü.
“Türkçe söylediğim tek şey bizim İstiklal Marşımız”
Dört sesle İstiklal Marşı çalışmam var. Şişli Terakki Lisesi’nden mezunum. Oradaki müzik bölümü konservatuar gibidir. Çocukluğumuzdan beri dört sesle, tenor, bas, alto, soprano, dört farklı sesle İstiklal Marşı söylettiler. Türkçe söylediğim tek şey bizim İstiklal Marşımız. Güç verir ve onun yorumu yoktur. Bence en güçlü haliyle söylersin. Dört sesle söyledim teker teker, kaydettim ve paylaştım.
Hedefleriniz neler?
Hedefler değil de daha çok hayallerim var. Çocukluğumdan beri hep insanları bir araya getirmek, daha huzurlu, mutlu, renkli bir yaşam olsun, sevdiğim insanlar bir arada olsun diye çok uğraştım. Müzikte benim için bu konuda en önemli araç. Ünlü olmayı düşünmedim ama sahneye çıktığımda en çok enerji alıp verebileceğim yer olduğunu fark ettiğimde istemsizce o noktaya gittim. Söylediğim, icra ettiğim şarkılar benim değil ama daha çok istediğim şeyler çıkıyor ortaya, kendi bestelerim, kendi sözlerim, kendi melodilerim, kendi aranjmanlarım. Alıp birisinin melodisine söz yazmak değil, hakikaten benim söyleyecek çok şeyim oldu. Dünya daha güzel, olumsuzluklar olabilir, farklılıklar olabilir ama yalnız olmadığına inandıracak, doğayla birleştirecek ve yapmacıklıklardan arındıracak, tamamen benim olan işler yapmak istiyorum. Son noktada ne olacağını biliyorum, görüyorum sadece arası doluyor şu anda.
Galataport Jazz Festivali’ni düzenlediniz, nasıl oldu anlatır mısınız?
Galataport’tan iki yıl önce bana teklif geldi. Gittiğimde dedim ki, konser yapacaksanız burada yapılmamış bir şey olsun. Buranın bir caz festivali yok. Senelerce Montreux Jazz gibi olsun. hem kendi konserim hem de bir açılış konseri düzenledim. Volkswagen ana sponsorumuz oldu. Festivaldeyse ödüllü trompetçi Hermon Mehari’yi getirdim Fransa’dan. Festivaldeyse ödüllü trompetçi Hermon Mehari’yi getirdim Fransa’dan.
Mimarlık yüksek lisans tezi müzik üzerine
Tezim MIT’de kitap olarak basılmak isteniyor. Caz’ın piyano üzerinden matematiksel analiziyle fraktal geometrisini dönüştürerek mimaride ki yansımaları konulu bir tez. Kısaca, du disliğiyle matematik mühendisliği okudum. Sonra tekrar mimarlığa başvurdum ve bitirdim. Yani üç ana dal olacak, onu da bitirmeyi düşünüyorum böylece üç üniversite okumuş gibi olacağım. Müzikte duyduğum her şeyi analiz ettim, akorları ve bir algoritma yarattım kendim, fraktal algoritması. Hepsini bir ağaç görseline çevirdim. Bunun ilerleyen çalışmalarında bir orkestrasyon duyduğumda, şehir bölge planlamayla bir görsel oluşmaya başlayacak. Yani matematiksel bir altyapı.