Osman Dinç: Hâlâ kendi oyuncaklarını yapan bir çocuk gibiyim
UNESCO ödüllü sanatçı Osman Dinç, demirin felsefi derinliklerinden evrene uzanan sanatsal yolculuğunu anlatıyor: “Demir bir levhadan hayata, dengede kalabilmenin mücadelesini aktarıyorum.”
Dünya Gazetesi | Abone olGünay DEMİRBAĞ
23-27 Ekim tarihlerinde gerçekleşen Contemporary Istanbul’un 19’uncu edisyonunda Heykeltıraş Osman Dinç’ in eserleri sanatseverlerle buluşuyor. 70 yıllık üretim geleneği ile kadim bir element olan demiri hayatın her alanına sunarak zamansız bir forma dönüştüren Tosyalı, Contemporary Istanbul’da Osman Dinç ile iş birliğine giderek çeliği sürdürülebilir sanatla bir araya getiren benzersiz bir sergide sanatseverleri ağırlıyor.
Sanatı bir yaşam tarzı olarak gören ve eserlerinde demiri hayatın bir dengesi olarak yorumlayan Osman Dinç, sanat dünyasında uzun yıllara dayanan bir yolculuk yapıyor. Bu yolculuk, Fransa’dan Türkiye’ye uzanan sergiler, UNESCO ödülleri ve doğaya duyulan derin bir saygı ile şekilleniyor. Contemporary İstanbul’daki sergisini vesile ederek Dinç ile sanat yolculuğunu ve sergisi “Bir Dünya Hikayesi” ni konuştuk.
Osman Bey, önce kısaca sanatla ilgili geçmişinizi öğrenebilir miyiz?
Tabii. Ben Denizli’nin Bozkurt Kasabası’nda 1948 yılında doğdum. Denizli Lisesi’ni bitirdikten sonra Gazi Eğitim Enstitüsü Resim İş Bölümü’ne kayıt yaptırdım, oradan 1969’da mezun oldum. 1971’de 5 Yıllık Kalkınma Planı çerçevesinde devlet bursuyla Fransa’ya gittim. Gidiş o gidiş… Arada iki yıl geldim, Bursa Eğitim Enstitüsü’nde öğretmenlik yaptım. Ardından Fransa’ya döndüm.
İlk zamanlar biraz zor oldu tabii… İlk olarak ansiklopedilere sanat eserlerinden düzenlemeler yapıyordum. Bu arada da sanatımı, çalışmalarımı geliştirmeye ve sergiler açmaya başladım. 70-80’li yıllarda Fransa’nın genç sanatçıları arasında yer aldım. Bourges Güzel Sanatlar Akademisi’ne öğretim üyesi olmak için sınava girdim ve kazandım.
“Eserlerim bir sonrakine ilham kaynağı olur”
1993’te tüm çalışmalarımdan dolayı UNESCO ödülünü aldım. Takibinde çoğunluğu yurt dışında olmak üzere 60-70 kişisel sergim oldu. Yüzlerce de karma sergiye katıldım. Tüm bu sergilerdeki birçok eserim, Fransa’daki ve Türkiye’deki Merkez Bankası koleksiyonları arasında sergilendi. 1973’te ve 1977’de devlet resim ve heykel sergilerinde başarı ödülü sahibi oldum.
Öğretmenliğimle birlikte sanatımı sürekli olarak yapmaya devam ettim. Benim için sanat, bir yaşam tarzı. Mühür gibi sanat yaparım. Yaptığım bir eser daha sonraki eserlerime ilham kaynağı olur. Ve böylece bir yerlerde bir şeyler yaparken buralara kadar geldim, nasıl geldiğimi ben bile bilmiyorum. Yani bu insanın kilometrelerce yürümesi gibi bir şeydir. Sanatta önemli olan sonuç değil o sonuca varmak için alınan yol.
Oyun oynar gibi. Oyuncak yapar gibi sanat yaparım. Çünkü ben köy kökenliyim. Annemin tarafı demirci, babamın tarafı çiftçi. Zamanında oyuncak falan alamadığımız için oyuncaklarımızı kendimiz yapardık. Şimdi hala kendi oyuncaklarını yapan bir çocuk gibiyim.
Contemporary İstanbul’da yer alan serginiz sizin dünyanızın hikayesi mi?
Bütün dünyanın hikayesi bu sergi. Evet, benim dünyam bu şekilde diyebilirim. Elbette bir dünya hikayesi ve tabii önemli olan burada benim bu çalışmalarım. Genel olarak sanatımı demir üzerine kuruyorum. Demire saygı göstermek açısından, düzgün aldığım bir saçı ilk olarak bozmadan bir form vermeye çalışıyorum. Çünkü demirin bana gelene kadar arkasında binlerce insan ve kültür birikimi, emeği var. Demirden bir iş yapmaya kalktığım zaman aldığım levhadan ilk önce büyük levha, ardından küçük objeler yaparım. Buradaki amacım demiri ziyan etmemek. Bu da benim için felsefi bir tavır.
Hayatın bir dengesi olarak mı düşündünüz eserlerinizin tasarımını?
Örneğin bir eserin adı ‘Kapıdan çıkmak isteyen adam’ (otobiyografik bir çalışmadır) burada anlatmak istediğimiz aslında ayakta kalabilme ve dengede durabilme çabasıdır.
Şu anda yüzde kırkı demir yüzde 60’ı silikat olan bir gökcismindeyiz. Yüz binlerce kilometre hızla, evrende bilinmeyen bir yöne doğru gidiyoruz. Nereye gittiğimiz belli değil. Öyle bir gemideyiz ki okyanusları içinde taşıyan bir gemi.
“İnsan evladı tarihi bir yaratıktır”
Şimdi buradaki eserler farklı dönemlerde yaptığım, seçtiğim çalışmalar. Buranın özelliğine göre. Mesela ilk ön plandaki onların adı ‘Resektör-Alıcı’. Evrenden düşen binlerce tonluk yıldız tozlarından belki bir iki tanesi buraya düşer diye düşünüyorum. İleriye yönelik bir sanat yapabilmek için sanatın tarihinden yararlanmak gerekir. Bir başka değişle insan evladı tarihi bir yaratıktır. İnsanları tarihsiz, tarihin de insanlar olmadan bir anlamı olmaz.
Hep demir üzerine mi çalışıyorsunuz, çalıştığınız başka malzemeler de var mı?
Ben her türlü malzemeyle çalışan postmodern bir sanatçıyım. Demir, cam, ağaç, taş vs ayırt etmeden doğadan yararlanarak çalışmalarımı sürdürüyorum.
Peki, Tosyalı’yla yolunuz nasıl kesişti?
Tosyalı benim sanatımı takip ediyordu. Contemporary Vakfıyla da benim eserlerimin Contemporary İstanbul’un 19. Edisyonunda sergilenmesi konusunda bir fikirleri oluşmuş. Sonrasında sonuç burada gördüğünüz sergimiz ortaya çıktı. Çok da güzel oldu.