Yüzde sekiz enflasyon bir başarı hikayesi mi?

Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Dün Ekim ayı enflasyon rakamları yayınlandı. %1.83 gelen aylık TÜFE artışı %1.46 civarında oluşan beklentilerin oldukça üzerinde.

Bu aya kadar neredeyse her ay yüksek çıkan enflasyonla ilgili bir mazeret bulundu: Alkol ve tütüne yapılan zamlar, sel ve aşırı yağışlar, et fiyatlarındaki artış, ve son olarak da domates fiyatlarındaki artış. Böyle diye diye, ilk 10 aydaki enflasyon da %8.62 gibi oldukça yüksek bir oranda gerçekleşti. Benim tabi anlamakta zorluk çektiğim konu bu tip afetlerin ve zamların her nedense bir tek bizim ülkemizde olması. Mesela nüfus ve ekonomik yapısı bize daha yakın olan Polonya gibi bir gelişmekte olan ülkeyi ele aldığımızda 12 aylık enflasyon oranının sadece %2.5 olduğunu görüyoruz. Hani büyüme deseniz, Polonya'da büyüme de var: %3.5. Ancak Polonya Merkez Bankası (çekirdek enflasyon da %2.2-%1.2 arasında olduğu halde) geçen hafta politika faizlerini değiştirmedi ama zorunlu karşılıklarda %0.5 artışa giderek belirli bir parasal sıkılaştırma gerçekleştirdi.

Türkiye'ye dönersek. Son ayda bilindiği gibi rekor fiyat artışı %112 ile domateste gerçekleşti. Bu artışın arkasında güve nedeniyle domates üretimindeki düşüşün olduğu ifade ediliyor. Ancak, acaba talep olmasaydı, domates fiyatı gene de %112 artar mıydı? Domates, sofralarımızda çok kullanılmakla beraber, ekmek gibi elzem bir gıda ürünü değil. Tüketici 1-2 hafta, veya bir ay pekala domatessiz yaşayabilir. Demek ki, arzdaki düşüşe rağmen talepte yeterli bir azalma olmadığı için fiyat %112 gibi çok yüksek bir oranda sıçrayabilmiş.

Mevsimlik ve/veya fiyatları yönlendirilen ürünlerdeki fiyat artışlarını dışlayan ve bu nedenle para politikasının doğrudan etki alanı içinde olduğu kabul edilen ürünlerden oluşan özel kapsamlı TÜFE endekslerine gelirsek, Ekim'de aslında bu endekslerde de önemli kıpırdanmalar olduğu gözleniyor. Ancak, bu endeks değerlerinin bazıları 2009 Ekim'inde çok daha yüksek artış göstermiş olduğu için, 12 aylık fiyat artışlarında tehlike arz eden bir durum yok. Hatta, bu endekslerden en dışlayıcı olan "I" endeksi (enerji, gıda ve alkolsüz içecekler, alkollü içkiler ile tütün ürünleri ve altın hariç TÜFE) %2.5 ile tüm zamanların en düşük değerinde.

Böyle bakıldığında, "Merkez Bankası'nın yapacağı bir şey yok çünkü enflasyon hareketleri Merkez Bankası'nın insiyatifi dışında gelişiyor" denilebilir. Ancak, o zaman Merkez Bankası neden enflasyon hedefi koymakta? Veya kendisi şu veya bu sebepten olsun bu sene %8 civarında gerçekleşecek olan enflasyonu normal bir enflasyon düzeyi olarak mı görmekte? Belki soruyu şöyle de sorabiliriz: Eğer MB güçlü bir parasal sıkılaştırma yapsaydı, bütün mevsimlik ürünlerdeki fiyat hareketlerine rağmen 2010 sonunda enflasyon oranını resmi hedef olan (ve üstelik bence oldukça yüksek bir resmi hedef olan) %6.5'in altında tutamaz mıydı? Tutardı tabii, ama "tanrılar böyle istemedi" herhalde.

Özellikle Türk Lirası'nın değerlenmesi nedeniyle ithal fiyatlarından kaynaklanan bir baskı yokken ve petrol fiyatlarında da dolar bazında önemli bir artış gözlenmezken, son 12 ayda %8.6 oranında bir enflasyon başarı olarak görülmemeli. Neticede, Merkez Bankası mutlaka Enflasyon Raporu'nda belirttiği tarihten çok önce (tahminen 2011'in ilk çeyreğinde) belirgin bir parasal sıkılaştırmaya gitmek zorunda kalacaktır. Bu da büyük ihtimalle doğrudan politika faizini artırmak şeklinde değil, zorunlu karşılıkları artırmak şeklinde olacaktır. Ancak, geçen hafta da belirttiğim gibi aslında top Hükümette. Ekonomiyi soğutmak için son bir yılda %30'lar civarında artmış olan kredileri ve ipin ucu iyice kaçmadan cari açığı kontrol altına almak gerekiyor. Özellikle ABD'nin miktarsal gevşeme konusunda iyice gözünün döndüğü bir ortamda mutlaka sıcak para hareketlerine dur demek gerekiyor. Bence başlangıç olarak sıcak paraya %2 civarında bir Tobin vergisi konulacaktır.  

Tüm yazılarını göster