Yönetemeyiciler

Cem TOP SPOR ANALİZ cem.top@dunya.com

Galatasaray'ın yıllık olağan Mali Genel Kurulu'nda Adnan Polat başkanlığındaki yönetim idari yönden ibra edilmeyince sarı-kırmızılı camiadaki çalkantılar farklı bir boyuta taşındı. Mevcut durumda tüzük gereği 30 gün içerisinde seçimli olağanüstü genel kurul toplanması zorunluluğu doğuyor. Aslına bakarsanız meseleye "su bulanmadan durulmaz" temelinde bakarak, Galatasaray'ın yeniden sükûnete kavuşması için seçimin gerekliliğini savunmak ve çıkan sonucun "hayırlı" olduğunu iddia etmek mümkün. Bense bugünkü yazımda meseleye bambaşka bir yönüyle yaklaşmak niyetindeyim.

W. Shakespeare'in, "Beğendiğiniz bedenlere hayalinizdeki ruhları koyup aşk sanıyorsunuz." cümlesiyle futbolu ve bizleri kastetmediği çok açık. Açık ama "Öykündüğünüz Avrupa kulüplerine gönül verdiğiniz renkleri giydirip 'futbol devi' olduk sanıyorsunuz." şeklindeki bir uyarlama ile bu aforizmanın üstümüze "cuk" oturması da enteresan. Bizde adettendir; sezona günde 3 idmanla başlanır, transferde bütçeye göre kız kaçıran, havai fişek ya da bombalar patlatılıp "Hedefimiz Avrupa'da final" cümlesiyle de parlak bir cila atılır. Nasıl olsa daha ilk yarının ortalarında ne demeçler ne de ortaya konan iddialar hatırlanacaktır. Spor basınımız sağ olsun, çıkan bütün kuralar "dişimize göre" ya da "lokum gibi" gösterilince taraftar da ister istemez ağustos ayından tura çıkmak için eşin dostun arabasını ayarlamaya bakar. Oysa son yıllarda görülmüştür ki, dişimize göre rakip yoktur çünkü bizim dişler artık lokumu bile kesememektedir. Rakiplerin lokumluktan çetin cevizliğe terfisi, taraftarın başkana homurdanmasıyla senkronize biçimde gelişir ve iki ayaklı maçlarda 180 dakikanızı alır. Avrupa'da her yıl en az çeyrek final oynayan üstelik bütçeleri bizim büyük kulüplerimizin yarısı bile olmayan takımlardan gelen yıldızlar nedense aynı başarıları bizde sergileyemezler. Futbola yabancı olanlar, sorunu yabancı kontenjanında arasalar da bir grup Türk genci üzerlerindeki Alman formalarıyla bizimkileri bir güzel yenebilmektedir. Hatta o Alman forması sayesinde Real Madrid'e transfer olan, hakeme serzenişinde (!) bile Türkçe konuşan kardeşlerimize rastlamak mümkündür.

Bobby Robson tarihe geçen cümlesinde, "Eğer beyaz mendiller sizin için sallanıyorsa endişelenmeyin, başkanınız size sahip çıkar. Fakat mendiller başkan için sallanıyorsa iyisi mi siz kendinize kulüp aramaya başlayın." diyerek "koltuk sevdasına" zekice bir gönderme yapmış. Bu koltuk sevdasının akut/kronik bir hal aldığı ligimizi görse kim bilir neler söylerdi? Yazdıklarımdan sakın ola sadece kulüplerimizi kastettiğim zannedilmesin, tepeden tırnağa futbolumuzu yönetenlerin ahvalidir bu. Futbolla ilişkili herhangi bir organizasyonda, şemanın yukarıdan aşağıya piramit şeklinde olduğu ve başkanın en üst noktada bulunduğu kabul edilirse, şiddetli sallantılarda bile yıkımın tabandan başlaması eşyanın tabiatına aykırı değil midir? Böyle olması o piramidin içinin boş olduğunu göstermez mi? Sezonlar boyunca aynı hatalar tekrar edilmiş olsa bile bizdeki reçete hep aynıdır. Önce teknik heyet değiştirilir. Çare olmazsa, futbol şubesi ya da menajerlik makamına "taze kan" tanımlamasıyla futbol tanrılarına kurban sunulur gibi yeni bir isim atanır. Olmadı mı? Yönetim içinde illa ki, birlikte çalışmakta zorlandığınız arkadaşlarınız vardır. Olmasa da suni gündemlerle yaratılır. Ne de olsa yeni yönetim yeni umutlar demektir. Tüm bunlar gerçekleşirken başkanlar çoktan Sultan Süleyman'lıklarını ilan etmiş, 46 sene olmasa bile en az bir 16 sene tahtta kalmanın hesapları içine girmiştir. Oysa yanlış işleyen tüm bu düzenin ana çarklarından bir tanesi tek adamlıktır. 623 senelik o koca imparatorluğun genlerimize mirası mıdır bilinmez ama bizde nedense başkanlara Devlet-i Aliye-i Osmaniyye'nin başı muamelesi yapılır. Bugün futbol literatürümüzü karıştırdığınızda başkanlarla ters düşüp yönetimden ayrılmış, taraftarın halen "faydalı bir yöneticiydi" dediği isimlere rastlarsınız. Hakan Bilal Kutlualp, Sadettin Saran, Haldun Üstünel gibi isimler ilk aklıma gelenler. Galatasaray'ın son mali genel kurulu gösterdi ki, fatura her şart altında başkanlara kesiliyor ama başkanlar da omuzlarındaki yükü paylaşmak için çok hevesli değiller. Samimi bir bakış açısıyla, Galatasaray'da idari ve mali bakımdan ibra edilenin yönetim kurulu mu yoksa Adnan Polat mı olduğu sorusunu cevaplamanızı istesem ne dersiniz? Sarı-kırmızılı kulübün üzerindeki borç yükü, takımın teknik-taktik ve kadro bakımından yeterliliği, stat konusu, Riva arazisi, federasyonla ilişkiler, v.s… Tüm bunlar kulübün işleyişinde önemli sayılabilecek konular. Adnan Polat da iyi niyeti ve Galatasaray sevgisi çerçevesinde tüm bu meseleleri hal yoluna koymaya çalıştı. Çalıştı ama bu meselelerden bir tanesine bile normal mesai ile güç yetirebilmek mümkün değildi. Mali tabloları nispeten düzeltip stat konusunu halletmek önemli başarılar olarak önümüze konulsa da skor tabelasında ve puan durumunda pembe yerine kara tablolar ortaya çıkınca başarısız addedildi. Üstelik "düzeldi" denilen maddi durum da aşağıda okuyacağınız üzere pek parlak değil. Bana sorarsanız, böylesine problemleri olan bir kulüpte başkanın her yana yetişeyim derken bir taraftan ipin ucunu kaçırması kadar doğal bir şey daha olamaz. Son birkaç yılda yapılan transferler, gerek teknik adam seçimleri gerekse de federasyon ve kurullarla ilişkilerde gelinen nokta aslında her şeyin aynası gibi.

Mali Genel Kurul'da açıklandığı kadarıyla sarı-kırmızılı takımın kısa ve uzun vadeli borçlar toplamı futbolcu alacaklarıyla birlikte 533 milyon TL'yi buluyor. Bu borç yükü, rakipleri tarafından "yakında batar" şeklinde eleştirilen Beşiktaş'ın 267 milyon TL'lik borcunun bile tam iki katı. Buradan zaman zaman televizyonda rastladığımız "UEFA kriterleri" konulu tartışmalara artık kahkahalarla değil acı acı gülmemiz gerektiği ortaya çıkıyor. Galatasaray tüzüğü gereği, yeni yapılacak olağanüstü genel kurulda mevcut yönetimde görev alanların, sonradan istifa etmiş olsalar bile aday olamayacakları söyleniyor. Bu da kafalardaki muhtemel aday sayısını düşüren bir etken. Hâlbuki sarı-kırmızılıların şu anda en fazla ihtiyaç duyduğu şey, hem maddi bakımdan katkı sağlayacak hem de gecesini gündüzüne katarak çalışacak bir yönetim kurulunun tez elden oluşturulması. Galatasaray, ancak yeni bir başkan, yeni bir yönetim ve sağlıklı bir görev bölümü ile düzlüğe çıkabilir. Mali Genel Kurul'da camianın bölünmüş görüntüsü bu konuda taraftara umut vermekten biraz uzaktı. İnan Kıraç'ın ön ayak olmasıyla Ünal Aysal başkanlığında oluşturulan/oluşturulacak ekip, muhtemelen görevi Adnan Polat yönetiminden devralacaktır. Etkili isimlerin birlikteliğinde egoları çatıştırmadan bir harmoni yakalanabilir mi orası şimdilik soru işareti. Bana sorarsanız, kulüp yönetimlerini iyiden iyiye profesyonellere bırakmak için geç bile kaldık ama gelişmeler gösteriyor ki yöneticiler ve yönetemeyiciler arasındaki mücadele bitmeden o safhaya geçmemiz imkânsız. Sahne bir süre daha Turkish Abramovich'lerin.

Tüm yazılarını göster