Yolculuklar üstüne...

Faruk ŞÜYÜN ODAK kitap@dunya.com

Bazen ne tuhaftır insanoğlu, hayal ettikleriyle gerçekler birbiriyle örtüşmeyince, - çoğu kez de öyle olur - şaşırır kalır. Örneğin bir nehirdir kimi zaman bu farklı gerçek. Fotoğraflarını görmüş, hakkında yazılanları okumuş, hattâ filmlerde izlemiştir. Sonra kıyısına gidince, hayalinde ona atfettiği meselâ genişlikle hiç ilgisi olmadığını görür o nehrin. "Benim hayalimdekine göre çok darmış!" der ve şöyle bir de hayıflanır. İşte bir hayal kırıklığı!
Veya bir binadır söz konusu. Örneğin görkemli bir opera binasıdır. Ama tam karşısına geçince şöyle bir kafasını kaldırıp baktığında şaşırır, hayallerinde abarttığı bina, birçok yapı arasına sıkışıp kalmış, yamyassı bir şeydir! Hiç de görkemli değildir!
Ünlü bir bulvar da olabilir şaşırtan. Hayallerde büyütülmüş geniş caddenin İstanbul'daki Barbaros Bulvarı'ndan bile dar olduğunu düşünür, "ooo, bunun çok daha genişleri bizde var!" deyiverir yanındakine.
Bazen bir anıt için de benzer şeyler düşünülür, hani o kitaplarda anlatılan heyyulâ gibi yapı, hayallerin yanında minnacıktır. "Bunlar da her şeyi abartıyorlar" der kendi kendine.
Bu nedenle de örneğin kentlere ilk kez yapılan yolculuklar, daima tehlikelidir. Rehberlerde anlatılanlardan öğrenilenlerin, arkadaşların tasvir ettiklerinin, televizyonlardaki belgesellerden izlenenlerin etkileri yeterince yansımamışsa orijinaline, seyahatlerden hayal kırıklıkları ile dönülebilir. Çünkü doğrular, koşullara göre değişebilir, oysa gerçek bir tanedir. Ama bizim doğrumuz, bize gelen bilgilerin hayallerimizle yoğrulması sonucunda oluşmuştur ve gerçekle çoğu kez örtüşmez.
Her ne kadar zorlasak da kendimizi "yahu buraya bundan sonra kaç defa geleceğim, işte keyfini çıkarayım" desek de beyin, kıyaslamalarını sürdürür. Hayal edilen ölçülerle gerçek, arkalarda bir yerlerde itişip durmaktadır. Hayaller, yanılmış olmayı kabul etmeyip beyni dürtmenin, onun canını yakmanın (!) tadını çıkarmaktadırlar.
Öyleyse gidilecek yerleri önceden ince ince araştırmamak mı gerekiyor, anlatılanlara kulak vermemek, kitap ve gazeteleri okumamak, planlarını incelememek, resimlerine bakmamak, belgesellerini izlememek mi? Hani gitmeden oraları sokak sokak, bina bina anlatacak bilgilere sahip olmamak; bu araştırmaları dönüşlerde yapmak mı?
Ben, bu ikincisini tercih ediyorum galiba. Gittiğim yerlerde ilk kez gördüklerimin kafamın içerisine önyargılar, önbilgiler olmadan yerleşmesini, sonradan da gerçek bilgilerle desteklenmesini, böylelikle hayalin yanılma payının asgariye indirilmesini.
Belki de bu nedenle seyahatlerde fotoğraf veya video çekmek bile ürkütüyor beni. Bir aletin vizörü arkasından bir yeri görmek, onu yeterince algılayamamak gibi geliyor. Yine de gezi yazılarını, gezi kitaplarını okumayı çok seviyorum. Tercihen de gitmediğim değil, gittiğim yerleri anlatanları. Oraları başkalarının nasıl algıladığını okumak bana keyif veriyor, yaratıcı kıyaslamalara yönlendiriyor. Bazen hayıflanıyorum, bazen kendi yaklaşımlarımdan mutlu oluyorum.
Bugünlerde de Türk Dili Dergisi'nin 1 Mart 1973'te yayınlanan "Gezi Özel Sayısı" var elimde. Ahmet Rasim'den Peyami Safa'ya, Melih Cevdet Anday'dan Attilâ İlhan'a birçok ustanın gezi yazıları hayallerimi gıcıklıyor, yolculuk ve yazma hislerimi kanatlandırıyor.

Tüm yazılarını göster