Yol haritası tamamlanmalı

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Görünen köy kılavuz istemiyor, daha bundan 6 ay kadar önce 12 Mayıs 2009 tarihli DÜNYA'da "Artık iş başa düşüyor" başlığıyla yayınlanan yazımızda başlayıp, o günden bu yana çeşitli boyutlarına, koşullarına, risklerine ve ille de gereğine sık sık işaret ettiğimiz yeni dönemin özellikleri şimdilerde giderek yaygınlaşan bir şekilde anlaşılmış ve kabullenilmiş görünüyor. Gerçi daha yaz başında tamamlanması gereken yol haritasının ya da stratejik dönüşüm programının, sadece çatısını oluşturan parçalardan biri olan Orta Vadeli Program dışında temel politika alanlarındaki içeriği hala büyük ölçüde belirsiz. Üstelik bu program, mali disiplini ön plana alan, hatta mali kural öngören muhafazakar yapısıyla ekonomiyi krizin etkisinden kurtarma ve kriz sonrasında yeniden büyüme dinamiklerini tetikleme konusunda iyimserlik ilham eden bir ipucu da içermiyor. Dolayısıyla ne yapısal reformlar ile ilgili perspektifi, ne de büyümenin finansmanı ile ilgili ayrıntılı tabloyu görmek mümkün değil.

Yol haritasında ortaklık ve ucuz kaynak

Aslında Türkiye'de bu çabanın hep yarım kalmasının bir nedeni, böyle uzun erimli bir yol haritasının maliyetlerinin daha kısa vadede ve kolay gerçekleşecek olması, buna karşılık sosyal güvenlik reformu ve dolaysız vergilerde verimin artırılması gibi zahmetli fakat sürdürülebilir büyüme açısından hayati önemdeki hedeflerin hem ulaşması daha zor, hem de getirilerin ortaya çıkmasının bir seçim dönemini aşacak olmasıdır. Kuşkusuz kişi başına milli gelirin nispeten düşük, nüfus artışı ve yeni istihdam ihtiyacının ise oldukça yüksek oluşu işi zorlaştırmaktadır.

Bu asimetrik yani eşitsiz fayda maliyet dengesini oluşturmanın bir yolu, toplumsal kesimlerin azami katılımıyla yol haritasının bir uzlaşma ürünü olarak tasarlanması, diğer bir yolu da kısa vadede maliyeti düşük dış kaynak girişinin sağlanmasıdır. Doğrusu ikisinin aynı anda yapılması hükümetin elini daha da rahatlatacaktır. 2001'den beri düzenli olarak toplanan YOİKK ve benzeri kamu ve özel sektör temsilcilerinin takım çalışması yürüttüğü diğer organizasyonların desteklenmesi ve hızlandırılması birinci, IMF ve Orta Vadeli Program temelinde uygun koşullu bir anlaşma ikinci yolun ilk aşamalarının pek de zor olmayacağını gösteriyor.

Kriz sonrası için gecikmeyelim

Daha önce de belirttiğimiz gibi bizim öncelikli sorunumuz krizden kurtulmak değil, kriz öncesinde de acil gündemin başlıca konusu olan yapısal ve stratejik dönüşüm programına odaklanmak ve ülkenin kriz sonrasında rekabet gücü açısından daha iyi konumlanmasını sağlamak. Öte yandan finans sisteminin çöküşü nedeniyle durgunluğa giren batı ülkeleri bile, uzunca sürebilecek bu belirsizlik dönemine rağmen, rekabetçilik ve verimlilik hedeflerine kilitlenen ve kriz sonrasına hazırlık niteliğindeki çalışmaların içinde. Biz ise, yükselen pazar lideri ülkelere oranla hem ihracatımız hem de finansmanımız yönünden gelişmiş batıya daha fazla bağımlıyız. Bu nedenle de kriz küresel olarak tümüyle ortadan kalkıncaya kadar geçecek süreyi hem bu bağımlılığımızı azaltmak, hem de finansman ve büyüme dinamiklerimizi sürdürülebilir kılacak reformları tamamlamak amacıyla hepsinden daha verimli kullanmak zorundayız.

Bu arada diğer ülkelerin attıkları adımları ve yürürlüğe koydukları politikaları da iyi izlemek gerek. Sözgelişi Brezilya, mevzuatı üzerinde sadece Tobin vergisi ile sınırlı olmayan değişiklikler yapıyor. Bir doğal kaynak zengini olarak kriz sonrasına hazırlıkta bizden ileri oldukları yönde başka işaretler de varsa, yaptıkları değişikliklerin isabetli olup olmadığı bir yana, bu durumu normal karşılamamakta yarar var.

Zenginlik vizyonu ve gerçekçi yaklaşım

Sürekli düşünüp tartıştığımız konular ile ilgili haber başlıklarına zaman zaman göz atmak, durumumuzu ve zorlukları göstermesi açısından genellikle yararlı oluyor. Geçen hafta, İslam konferansı vesilesiyle 57 İslam ülkesi arasında en büyük ekonomi olduğumuz medyada epeyce yer aldı. Üstelik sadece nüfusu küçük zenginlerden değil, Endonezya ve İran gibi büyük nüfuslu ve doğal kaynak zengini ülkelerden de ilerde olmamız, tabii ki bir performans göstergesi. Ancak bunu çok sevindirici bulmak da zor; çünkü biz altmış yıllık serbest piyasa ve demokrasi deneyimimizle gelişmeye daha uygun temel koşullara sahip olduğumuzdan farklı kategoride bulunuyoruz. Bu açıdan rekabet yarışını bu ülkeler ile değil, batılı piyasa ülkeleri ile yaptığımızı, onların da çoğundan geri kaldığımızı göz ardı edemeyiz. Yine de bu durum serbest piyasanın ve demokrasinin doğal kaynaklardan daha önemli olduğunu gösterdiği söylenebilir.

Diğer bir haber, sanayi bakanının "Türkiye'nin Avrasya ve Avrupa'nın sınai üretim üssü olacağını" vurgulaması. Bu da, oldukça geniş ve biraz belirsiz de olsa bir stratejik vizyon üzerinde durduğu ve bu vizyon daha önceki bakan zamanında toplumsal katılımla tartışılan "Sanayi Stratejisi" bağlamında ortaya çıktığı için düşünce devamlılığı (eskilerin deyimiyle fikri takip) anlamında sevindirici.

Ancak sayın bakanın bir başka demecinde teknogirişim sermayesi sağladıkları 100 gençten birinin Bill Gates olması halinde, bu Ar-Ge desteğinin amacına ulaşmış sayılacağını söylemesi, halen yeterince gerçekçi bir yaklaşıma sahip bulunmadığımızı çağrıştırıyor. Sadece yüz değil, binlerce gence bu tür yardımları yapsanız bile Bill Gates'iniz olmayabilir ama en azından milli gelirinin yüzde birini bile Ar-Ge'ye ayırmayan bizim gibi ülkeleri geçme şansımız olur.

Amaç, şahısları değil bütün sistemi yükseltmek olmalıdır.

Tüm yazılarını göster