Yeni teşvik politikası ve ekonomik dirijizm

Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Geçen hafta "The Economist" dergisi Türkiye ekonomisi ile ilgili bir yazı yayınladı. Kapak başlığı "Türkiye ekonomisi için endişelenmek zamanı" olan yazının genel tonunun pek iyimser olduğu söylenemez doğrusu. Bitiş cümlesi de "Yüksek oranlı cari açık veren çok az ülke sonrasında stres ortamından kaçınabilmiştir. İlerideki sorunları görebilmek için Galata Kulesi'nden bakmaya gerek yok." şeklinde. Açıkçası, yazıda aslında yeni bir şey yok. Örneğin, yazının ana dayanağı olan cari açığın %10'a ulaştığı haberi pek çok analist ve yatırımcı açısından son derece bayat bir haber. Ancak, ekonomiyle ilgili yeni bir risk ortaya çıkmamış olmasına rağmen, Türkiye'nin durumunun daha fazla dillendiriliyor olması da çok hayırlı bir gelişme değil.

Son yıllarda sadece Türkiye değil, gelişmekte olan pek çok ülke büyüyen orta sınıflarının gelirleri ve daha çok da borçlanma imkanları arttıkça cari açıklarının da artmakta olduğuna tanık olmakta. Bu durumun da, herhangi bir önlem alınmadığı takdirde, yerel para biriminde devaluasyona, ve akabinde de enflasyon oranlarında artışa sebep olduğu bir gerçek. Esasen, devaluasyon ülke ekonomisinin dengelenmesi ve cari açığın azaltılması yönünde önemli bir araç vazifesi görmekte. Ancak, devaluasyona sebep olan bir anlamda "yapısal" olarak değerlendirilebilecek cari açık problemine el atılmaz ise, olacak olan bir süre sonra enflasyon nedeniyle yerel para biriminin değer kazanması ve başlanılan noktaya geri dönülmesi olmakta. (Ki Türkiye'nin böyle bir fasit daire yaşamanın eşiğinde olduğunu yadsıyamayız.)
Esasen geçen hafta açıklanan yeni teşvik politikasının deklare edilen ana amaçlarından biri de ithal edilen bazı stratejik ürünlerin Türkiye'de üretilmesini teşvik ederek kronik cari açığı azaltmak ve dizginlemek. Daha önceki teşvik programlarına göre daha kapsamlı ve çok boyutlu olan bu teşvik programı Fransa'nın  2. Dünya Savaşı sonrasında uyguladığı "Trente Glorieuses" (Muhteşem 30 Yıl) olarak da adlandırılan "ekonomik dirijizm" (=yönlendirme) rejimiyle benzerlikler göstermekte. Fransa, savaşın bitiminde bir planlama teşkilatı kurarak ülke içinde üretilmesi gereken ürünleri belirlemiş ve hükümet de çeşitli teşvikler getirerek istenilen ürün ve hizmetlerin piyasa tarafından üretilmesini sağlamıştı. Bu sistem Fransa'da 1981 yılına kadar büyük bir başarıyla uygulandı. Ancak, sonrasında pek çok diğer gelişmiş ülke gibi Fransa da neo-liberal akımların dayatmasıyla bu politikasından vazgeçti. (Esasen, son 30 senedir Fransa'nın göreceli olarak zemin kaybetmesi de bundan sonradır.) Her ne kadar yeni teşvik sistemi Fransa'daki gibi ürün bazına indirgenmemişse de, özellikle "stratejik yatırımlar" altında toplanan teşviklerin benzer bir kurgulaması olduğu da aşikar.

Asıl soru, bugünün neo-liberal ortamında, böyle bir teşvik paketinin uygulanabilirliği, uygulanırsa da, ne kadar fayda getirebileceğidir. Türkiye sonuçta gerek AB'nin, gerekse de DTÖ'nün uluslararası ticaret ile ilgili anlaşmalarına tâbi. Bugün getirilen teşvikler ileride damping soruşturmalarına bile takılabilir. (Bu nedenle, örneğin enerji gibi belki de cari açık bakımından "en kritik" sektörde, teşvikler sınırlandırılmış vaziyette.) Burada, yeni teşvik sisteminin, özünde "ithal ikameci" bir yaklaşım benimsediği için, asıl amacının ihracatı artırmaktan çok, ithalatı azaltmak olduğu iddia edilebilir. Ancak o zaman da, ithal ikamesinin bugünün dünyasında uygulanabilir bir politika olup olmadığının tartışılması gerekiyor.

Teşvik paketi ile ilgili soru işaretleri oluşturan diğer bir nokta da teşvik paketinin neredeyse "yatırım yap da neye yaparsan yap" gibi çok geniş bir kapsama haiz olması. Buna karşın, paketin beklenen somut ekonomik sonuçları üzerinde herhangi bir çalışma yapılmamış (ya da yapıldıysa da, bu bilgiler henüz kamuoyuyla paylaşılmamış durumda). Örneğin, kısa, orta ve uzun vadede getirilen teşviklerin kamu dengesi üzerinde nasıl bir etkisi olacak, bilinmiyor. Pek çok teşviğin sadece yatırımın kendisine değil de, yatırım yapan şirketin tamamına uygulanacak olması, girişimciler bakımından son derece olumlu olmakla birlikte, kamu dengesinde de istenmeyen şekilde bozucu etkiler yaratabilir. KDV istisnası, gümrük vergisi muafiyeti, vergi indirimi, sigorta primine devlet katkısı, faiz desteği gibi teşviklerin hepsinin kısa ve orta vadede kamu gelirlerini azaltan ve giderlerini artıran etkileri söz konusu. Bu konuyla ilgili somut projeksiyonlar ortaya konulması teşvik sisteminin daha objektif bir şekilde değerlendirilmesini sağlayacaktır.

Son olarak, özellikle az gelişmiş bölgelerdeki yatırım desteklerinin yatırımın kendisinden daha fazla olması da sorgulanması gereken bir strateji. Maalesef, bu tarz teşviklerin bir kısmının suistimale maruz kalması ve/veya verimsiz alanlarda heba edilmesi daha önceleri pek çok kez yaşanan bir olgu.

Tüm yazılarını göster