Yeni "stilize" olgular ve Rosa Luxembourg

Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ debrovian@gmail.com

Marx ve Engels'in Manifesto'da kapitalizmin "üretimi sürekli devrimcileştirmesinden" bahsettikleri ve Sanayi Devrimi sonrası kapitalizmin yıkıcı ve yenileyici momentumunu övdükleri sıklıkla söylenir. Kaldor'un 1961 yılında formüle ettiği 6 stilize Kaldor olgusunun çoğunun neoklasik büyüme teorisinin temel modellerinden Solow modeli ve modelin yenilenmiş versiyonlarına içerildiği, yeni "stilize" olgulardan birisinin de kapitalizmin muazzam değiştirme-yenileme-üretimi artırma gücünü açıkça gösterdiği söylenebilir. Nasıl? "Charles I. Jones & Paul M. Romer (2009), "The New Kaldor Facts: Ideas, Institutions, Population, and Human Capital", NBER Working Paper 15094" nasıl olduğunu gösteriyor. Marx ana hatlarıyla haklıydı: Roma İmparatorluğu "düz" idi... Nüfus ve GSYH artmıyor; köleci toplum ancak böyle bir üretim tarzında mümkün oluyor. Daha da ileri giderek herşeyi feodalitenin başlattığını, kapitalizmin ise nüfusu ve geliri görülmemiş bir büyüme hızıyla artırdığı söylenebilir. Daha önceki 25.000 yıl boyunca eser miktarda nüfus artışı ve büyüme olmuştu.

Marx'a da dayandırılabilecek, ama asıl kökleri Hobson, Hilferding ve Luxembourg'da bulunan ve klasik anlamda marksizmin en parlak döneminden kalan emperyalizm kuramından da bahsetmekte fayda var. Bu kuram en popüler, ama hayli tutarsız ve oldukça siyasi bir formülasyonla, Lenin'in Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması isimli kitapçığıyla meşhur olmuştu. Aslında temelde Kapital'in 2. ve 3. Ciltleri arasında, zamanında marksistler arasında çok tartışılmış olan, "çelişki" yatıyor. Bu çelişki Kapital 1 ve 3 arasındaki çelişkiden, veya "transformasyon sorunundan" farklı bir "çelişki". Söz konusu "çelişki" Kapital 2'de eksik tüketim teorilerinin açık reddine rağmen, Kapital 3'te "tüm reel krizlerin nihai nedeni daima kitlelerin yoksulluğu ve tüketimlerinin kıstlı olmasıdır" demesi ve bu temayı öne çıkarır görünmesidir. "Çelişki" var mıdır, yok mudur bir yana, emperyalizm kuramını markist iş çevrimi kuram(lar)ına ve sermaye birikimi tartışmasına bağlamadan sürdürmek analitik açıdan her zaman anlamsızdı. Hilferding hızlı semaye birikiminin kilit sanayilerde "aşırı yatırıma" ve azalan kar oranlarına neden olduğunu yazmıştı -ki Kaldor'un "stilize olgularından" birisinin zıddı bir önerme oluyor. Kartelleşme-tekelleşme, piyasalara girişi engelleme ve kolonilere sermaye ihracı kar oranının düşmesini önlemek için bulunan yollar oluyordu. Rosa Luxembourg ise piyasa sorununu, ya da artı-değerin "gerçekleşmesi" sorununu çok daha önemli, kilit nitelikte görüyordu. Kapitalizme açılmamış "üçüncü piyasalar" bulunamadığı sürece ve aşırı üretim buralara ihraç edilemezse Marx'ın genelde periyodik ve birbirinin aynı gördüğü iş çevrimleri "normal iş çevrimi" olarak süremez ve kapitalizm sürdürülemezdi. Tartışmanın çok daha öncesinde, daha Hobson 1902 tarihli kitabını yayınlayarak "emperyalizm" terimini ilk defa kullanmadan önce, Lenin en az iki temel çalışmayla narodniklere cevap verirken üstü örtük olarak daha sonra Sovyet marksist ekonomistleri arasında Hilferding yanlısı yorum diyebileceğimiz Kapital yorumuna yakın durmuştu ve Luxembourg'a hiç sıcak bakmadı denebilir. Bu sıcak bakmayış da elbette tarihi ve zamanın politik konjonktürüne bağlı nedenlerden dolayıydı.

Jones & Romer'in "yeni stilize olgularından" ilki fikirler, mallar, finansal olanaklar ve şehirleşme yoluyla kalifiye işgücünün artışının piyasaları hem işçiler, hem tüm tüketicler için genişletmiş olması. Lenin 1890'ların tam ortasında narodniklere piyasanın iş bölümünün derinleşmesi ve teknolojik gelişmeyle paralel olarak genişlediğini anlatmıştı. İlk krizini üretmiş bulunan ikinci globalleşme dalgası hem yeni fikirleri çoğalttı -veya bu dalgalar çakıştı- ve patentlerin dağılımını uluslararasılaştırdı, hem doğrudan sermaye yatırımlarını dünya ticaretini artırdı. Dünya ticaretinin dünya GSYH'sine oranı iki katına çıkarken, doğrudan sermaye yatırımları/GSYH oranı 1965 sonrası tam 30 katına çıktı. Buradaki "yeni Kaldor olgusu" yarışmacı olmayan (non-rival), yani başkalarının kullanımını dışlamayan -sermaye malı gibi değil çünkü kullanılınca başka firma veya ülke kullanamaz- entelektüel üretimin ve yeni fikirlerin teknolojiye dönüşümünün teknolojide konveks olmayan -artan getiriye yol açan, azalan veya sabit getiriyle sınırlı konveks teknoloji gibi değil- bölmelere neden olduğu. "Piyasa(nın) yokluğu" sorunu böylece beşeri sermaye veya "non-rival" yeni fikirler/buluşların ne kadar yagınlaşırsa piyasayı global olarak o kadar genişleteceği vurgusuyla beraber Rosa Luxembourg'un "üçüncü piyasalarını" o kadar geç doygunluğa ulaştırıyor. Aslında yeni beşeri sermaye modellerinde "yeni fikirlerin" bir üretim girdisi olarak alınması söz konusu girdinin toplam faktör verimliliği -hatta "saf" teknolojik ilerleme katsayısı- ile belli bir oranda parametreleştirmesine yol açıyor. Lenin'in Rusya'da kapitalizmin gelişmesini tartışırken aktardığı klasik ekonomi politik tezinin bir bölümü ne diyordu? Piyasa teknolojik gelişmeyle paralel olarak genişler. Bu teknolojik gelişme konusu çok önemli ve sadece bu bağlamda, veya buradan akla gelebilecek herhangi bir bağlamda değil. Kar oranının düşme eğilimi gibi klasik bir iddiayı teorik olarak anlamaya çalışırken bile teknoloji faktörünü de ele almak gerektiğini hayli tartışmalı da olsa Okishio Teoremi bize yıllar önce (1961) söylemişti.

Tüm yazılarını göster