Yeni bir dönemecin eşiğinde

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Artık şurası açık ki ekonomide yeni bir dönemecin eşiğindeyiz. Bu hafta sonundaki seçimler, yerel nitelikte ve merkezi yönetimi etkilemeyecek olmasına rağmen, kamu ve özel kesimin ortaklaşa tercih yanlışlıklarının yol açtığı sonuçlar yüzünden gerilen bir atmosfer içinde yapılacak. Ama belki seçim sonuçlarından daha da önemlisi, pazartesi gününden itibaren şimdiye kadar seçim dolayısıyla ertelenen politika kararlarının rahatça alınabileceği bir ortamın oluşması. Ancak geçen hafta TL’de yaşanan %5’in üstündeki şok değer kaybı, önümüzdeki alternatiflerin giderek azaldığına, manevra alanımızın daraldığına güçlü bir işaret. Anlaşılan son aylarda Merkez Bankası’nın “enflasyon kontrol altına alınmadıkça sıkı para politikasından vazgeçilmeyeceğine” dair istikrarlı açıklamalarıyla durulmuş görünen piyasaları ürküten bazı gelişmeler yabancı bankalarda ve yatırımcılarda kaygı uyandırmış olmalı. İhtimal ki bir yandan yüksek özel kesim döviz borçlarına karşılık düşüklüğüyle uzun süre kısmi bir çıpa işlevi gören kamu döviz borçlarında da son altı ayda ciddi bir yükseliş görülmesi, bu arada yeni borçlanmalarda eski borç faizlerinin yaklaşık iki katı düzeyinde %8 civarında bir maliyete katlanılması, ayrıca Merkez Bankası döviz rezervlerinin sadece mart ayında 7 milyar dolardan fazla eriyerek uzun yılların en düşük düzeyine inmesi olumsuz sinyaller olarak algılanmış olabilir. Öte yandan yüksek TL faizlerine rağmen içeride döviz mevduatının TL mevduatın üzerine çıkması da muhtemelen bu açıdan pek yardımcı bir gelişme olmamıştır.

2019 da zor bir yıl olacak

Aslında temeldeki sorun ilk olarak Haziran seçimlerinden ve sonra da Ağustos’taki kur şokundan sonra beklenen, hatta beklentilerin gerçekleşeceği yolunda umutların açıklanan Yeni Ekonomik Program’ın gerçekçi içeriğiyle büyük ölçüde doğrulandığı, stratejik eylem planının yerel seçim kampanyaları telaşında ihmal edilmiş olması. Bu arada 2018’in son çeyreğindeki küçülme ve yılın toplamındaki %2.6 büyüme rakamının, bizlerin hep art niyetli bulup beğenmediğimiz kredi derecelendirme kuruluşlarının tahminlerini doğrulamış olması da cabası. (Üstelik milli gelir hesabının eski yöntemle yapılması halinde dolar bazında yıllık küçülme olduğunu savunanlar da var.) Ayrıca hükümetin yeni yılda ekonomiyi canlandırma isteğini hayata geçirmesinin, reel sektörün içinde bulunduğu finansal sıkıntılar nedeniyle, zor olacağını da not etmek gerekiyor. Son olarak ekonomideki durgunluk nedeniyle cari açık küçülürken giderek yükselen ve Şubat ayında rekor düzeyde gerçekleşen bütçe açığının ve epeydir açığa dönüşen faiz dışı dengenin (ki bunda seçim harcamalarından da çok yükselen faiz maliyeti etkili) de ayrı bir güçlük yaratacağı açık.
Derecelendirme kuruluşlarının en büyük ikisinin son raporları bu açıdan dikkate değer. S&P, yurtiçi talepte ve yatırımlardaki daralma ile birlikte küresel finansal konjonktürün de 2019’u zor bir yıl yapacağını, ödemeler dengesindeki terse dönüşü daralmanın izlemesi kuralının Türkiye’yi de stagflasyona soktuğunu, yüksek döviz borcu ve yüksek faizler dolayısıyla yatırım ve yatırımda sürecek durgunluğu ihracat ve turizm bir ölçüde telafi ederse yılın son çeyreğinde toparlanmanın başlayabileceğini belirtiyor. Moody’s ise düşük iç tasarruf, enerji ithalatı ve ihracatın ithalat bağımlılığı nedeniyle doğan cari açığın zor konjonktürde yurtdışı finansman gereğini arttırması ve öte yandan dış borçların fazlaca yükselmesi nedeniyle Türkiye’nin dış kırılganlık riskini “yüksek”ten “yüksek+” ya çıkarırken Batı ile ilişkilerin kötüleşmesinin dış ticareti ve turizmi de olumsuz etkileyebileceğini, ayrıca döviz rezervlerinin de yetersiz olduğunu vurguluyor.

Kırılganlığı azaltma ve reform zamanı

Geçenlerde Türkiye’de bir konferansa katılan Daron Acemoğlu’nun da belirttiği gibi, durgunluk ortamında reform yapmak gibi çok zor bir yol dışında fazla bir alternatifimiz kalmadı. Artık şimdiye kadarkinden farklı, kaliteli istihdam ve büyümeye odaklanmak, işgücü verimliliğini ve reel ücretleri arttıracak şekilde sanayiye yatırım yapmak, kredileri maliyetlerinin üzerinde getiri sağlayacak şekilde kullanmak, bu arada yabancı ve yerli yatırımcıya güven vermek için öngörülebilirliği ve hukuk güvencesini sağlamak gerekiyor. Bütçe ve vergi politikalarının da daha istikrarlı ve sağlam kaynaklara dayanan, harcamaların daha saydam bir şekilde görülebildiği şekilde yürütülmesi, son zamanlarda iyice belirginleşen IMF tanımlı açık tanımından farklılığın azaltılması yatırımcının olduğu kadar finansman kaynaklarının ve gözlemci kuruluşların güvenini arttıracak bir etki yapacak.

Türkiye’nin, Arjantin ile birlikte döviz borçlarını ödemede temerrüde düşebilecek ve bu açıdan diğer yükselen piyasalara da yayılan bir krizi tetikleyebilecek bir ülke olarak görüldüğünü de dikkate alınca birinci önceliğimizin kırılganlık düzeyimizi azaltmak olduğu ortada. Bu defa, geçmiştekinden farklı olarak ve durgunluğun daha uzun sürebileceğini düşünerek yerel seçim sonrasında çok dikkatli ve özenli adımlar atmamız gerekiyor.

Tüm yazılarını göster