Yarım bırakmanın maliyeti

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

İngilizcede "complacency" diye bir söz var, Türkçeye "mevcut durumdan hoşnut olma" diye çevrilebilir. Menfi bir anlam içermiyor gibi görünse de, batının yarışmacı ve yenilikçi kültüründe dinamik olmama, gelişme güdüsü taşımama gibi istenmeyen ve onaylanmayan bir ruh halini ifade etmek için kullanılıyor. Bizde stratejik plan ve yapısal dönüşüm gerektiren çoğu uygulamanın aksaması, zaman zaman atılan başarılı adımların da arkasının gelmemesi, bazı toplumsal zaafların üzerine ise neredeyse hiç gidilmemesi böyle bir ruh halinin yaygınlığını çağrıştırıyor. Gerçekten de mevcut yapıda değişiklik ihtiyacını öne çıkaran politikalar konusunda destekleyici toplumsal refleksler ya hiç yok, ya da çok zayıf.

Mali disiplin de tehlikede
Oysa, krizin doğrudan etkilediği alanın dışında kalmasına ve acil bir durum tehdidi altında bulunmamasına rağmen Türkiye hiç te mevcut durumuyla yetinip rahatlayacak halde değildir. Ne son yıllardaki büyüme alışkanlığını sürdürebilmek için enflasyon ile iç talep ve rekabetçilik ile dış talep arasında optimal denge sağlayacak sihirli anahtara sahiptir; ne de kısa vadeye ve dış konjonktüre bağımlılığını azaltacak teknoloji düzeyine ve sabit sermaye stokuna erişmiştir. Üstelik yakın bir gelecekte bu güce erişmemizi sağlayacak hukuk, eğitim, kamu maliyesi ve altyapı ekosistemlerini geliştirebilmiş değiliz.

Nitekim son on yılda mali disiplin taahhüdüyle en başarılı olduğumuz kamu finansmanında bile ne kadar bıçak sırtı bir dengede olduğumuz Haziran'dan bu yana açığa çıktı. Canlılığın cari açık anlamına geldiği bir ekonomik yapıda, mali dengeniz de bu tüketim ve ithalat odaklı canlılığa endeksli ise cari açığı kontrol etmek için yavaşladığınızda bu defa bütçe açığı sorunu ile karşılaşmanız kaçınılmaz oluyor. Bu yılın ilk altı ayı sonunda geçen yılın aynı dönemine oranla 10 milyar TL'na yakın bir gerileme ile 6.7 milyarlık bir açığın ortaya çıkması, aynı zaman kesitinde 13 milyar TL kadar daralan cari açıktaki iyileşmenin rahatlatıcı etkisini ortadan kaldırıyor. Üstelik, kayıtdışı ve dar vergi tabanı nedeniyle verimsiz sayılan doğrudan vergiler bile yüzde 11'in üstünde artarken dolaylı vergilerdeki artış yüzde 5'in altında kalıyor.

Geciken reformun faydası azalıyor
Gerçekleşmelerdeki olumsuz tablo, sadece vergi gelirlerinde değil, diğer bütçe gelirleri ve bu arada özelleştirmeler açısından da geçerli. Bütçe harcamaları ise, bir bakıma özel tüketim ve yatırım harcamalarındaki yetersizliği telafi için doğal olarak, yüzde 18 artmış bulunuyor.
Aslında bu durum, güneşli ve reform iştahının güçlü olduğu günlerde kısmi başarıları ve göreli iyileşmeyi yeterli bulup kamu finansmanını daha sağlam bir çatıya kavuşturmaktan ya da özelleştirme uygulamalarını yerli ve yabancı yatırımcılara güven verecek hukuki çerçeveye bağlamaktan kaçınmış olmamızın doğal sonucu. Mevcut durumu değiştirmeyi ve herkesi memnun etmeyi tercih ederseniz, eninde sonunda tıkanıyor ve belki de eskisine oranla daha geniş bir hoşnutsuzluklar kümesi yaratacak tedbirler almak zorunda kalıyorsunuz. Ayrıca bunu alelacele ve kısa vadeli kaygılarla yapacağınız için başarı şansı da azalıyor.

Kararlı olmak ve dik durmak şart
Teşvikler konusunda da durum aynı. Daha hazırlık aşamasında yaklaşımı ve felsefe itibariyle önceki rejimlerden ayrışması ve stratejik önceliklere dayanması nedeniyle hepimizin destek verdiği yeni düzenleme, uygulamaya geçmeden nitelik değiştirmeye, bürokratik alışkanlıklar ve farklı çıkar gruplarının baskısıyla yörüngesinden sapmaya başladı. Temel amaç yurtiçi katma değerin arttırılması ve cari açığın azaltılması iken, brüt satış ve ihracat sağlayan her yatırımın kapsanması yolunda bir eğilim şekillendi. Asgari yatırım tutarları da düşürüldü. Bugün, sulandırılan rejimden yarar sağlayanlar bile maksimum teşvik talebiyle hoşnutsuzlar arasına katıldı.
Sadece siyasal konularda değil, ekonomik stratejiler ve reformlar konusunda da dik durmayı becermemiz lazım. Hatta bu alanda ihmalin maliyeti siyasal duruşları da etkileyeceği için daha yüksek.

Tüm yazılarını göster