Yalan ve inançtan düşünceye geçmek

Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ rustu.bozkurt@dunya.com

Okuduğum ve anladığım kadarıyla insanlığın en büyük serüveni "…inançtan düşünceye geçme sürecini" bir türlü tamamlayamamış olmasıdır. Bugünün kavramlaştırılması ile "aydınlanma" dediğimiz şey, iki ana bileşenden oluşuyor: Biri, özgürlük, diğeri akılcılık. Bu iki bileşen odağından bakıldığında; aydınlanma bireylerin, toplulukların ve toplumların inançtan düşünceye geçmesinden başka bir şey değil.

İnsanı diğer canlılardan ayıran belirleyici özelliğinin "düşünme" olduğunun farkına varılalı binlerce yol olmuş… Mevlana, "İnsanı 'insan' kılan "düşüncesidir/ Gerisi et, kemik başka canlılarda da vardır/ "Gül düşünmeden "gülistana" sahip olunmaz/ Diken düşünenin yeri 'bataklık'lardır" diyerek; düşünmenin, özellikle de "olumlu düşüncenin" önemini net bir biçimde anlatmıştır.

Kendi alanında bilimin önde gelen temsilcilerinden biri olan A. M. Celal Şengör, "İnsan ne zaman insan oldu?" sorusuna " Yalan söylemeyi öğrendiği zaman" yanıtını veriyor.

Düşüncenin arka planını oluşturan "gerekçeleri" bilmiyorsak; büyük bir olasılıkla yanıtı yadırgamışızdır.

Mevlana insanı insan kılan "düşüncesidir" derken, Şengör neden "yalan söylemeyi öğrendiği zaman" diyor. Bu sav, bir kişinin aşırı değerlendirilmiş "genellemesi" mi? Yoksa, insanlık "birikimlerinin yansıması" mı?

Yalan nedir?

Şengör'ün tanımına göre yalan, olmayan bir şeyin insan zihninde 'yaratılmasıdır'.

Yaratıcılık nedir? İşimizi, dünyada "en iyi yapan" kadar yapabiliyorsak, "hüner sahibi insan" nitelemesini hak ederiz. İşimize "akıl katıyorsak" o zaman da "yaratıcı insan" sanını hak etmiş oluruz.

 Şengör 'ün tanımına dönersek, "…yaratıcılık, planlama hafıza gerektirir."

Yalanın kaynağı varlığını kanıtlamak, başkaları tarafından önemsenmek, aşağılanmamak, güç kazanmak vb. insani duygulardır.

"Aşırı ve noksan değerlendirme " ve "kendine fren koyma " ilkelerine uyulmazsa, yalan, ilkesiz gizlilik, ilkesiz hırs ve tutkular yaratarak barışın, kardeşliğin, uzlaşmanın, adil olmanın önünü kesen bir "kötülük kaynağına" dönüşür.

Şengör'ün altını önemle çizdiği gibi, "… yalan söylemeyi, yani gerçek olmayan şeyler yaratmayı öğrenen insanoğlu, bu sefer yarattıklarını giderek daha karmaşık, daha yüksek düzeyli kurgular haline getirmiş ve hayvanlarda olmayan, kendi yarattığını kendinden sonraki nesillere öğretme yeteneği nedeniyle, sonunda kendi kurguladığı dünyalarda ipin ucunu kaçırıp onları artık gerçek sanarak, yani kendi yalanına inanarak onların mâhkumu olmuştur".

Saptama, günümüzün en önemli sorunlarını besleyen kaynakları da açıklıyor.

Kendi kurgularımızı "değişmez gerçek" algılamasına taşıdığımız zaman, kendimizi "öteki"nden farklı kıldığına inandığımız değerlerden oluşan "kimliğimizi" aşırı değerlendirebilir; "ötekine hayat hakkı tanımayan" "sekterliğin" tuzağına yakalanabiliriz.

Hint kökenli Nobel Ödüllü Ekonomist Amartya Sen'in Kader Yanılsaması: Kimlik ve Şiddet adlı çalışması Ahmet Kardam'ın çevirisi ile Optimist Yayınevi dilimize aktardı... İnsanların kendi tasarımları olan "inançlarını" bir "akıl süzgecinden" geçirmeden aşırı değerlendirdiklerinde, kendi yalanlarının tutsağı olduklarında ne denli büyük haksızlıklar yapabileceklerini, ölçüsü olmayan kıyımlarda bulunabileceklerini, eşitliği, kardeşliği, barışı ve adaleti nasıl hiçe sayabileceklerini kanıtlayan çok sayıda örneği Sen'in kitabından öğrenebiliriz…

Amartya Sen, "…dünyadaki çatışma ve barbarlıkların çoğu kendine özgü ve seçeneksiz bir kimlik yanılsaması sayesinde sürdürülebilmiştir. Nefret tohumları ekme sanatı diğer aidiyetleri boğan şu ya da bu sözde egemen kimliğin büyüleyici gücünü harekete geçirme biçimini alır ve buna uygun savaşçı bir kimliğe dönüştüğünde de, insanlara karşı normal olarak besleyebileceğimiz sempatiyi ve doğal iyilikseverliği bastırabilir. Sonuç, ilkel bir yerel şiddet ya ustalıklı bir küresel şiddet ve terörizm olabilir "tanımlaması ile çağımızda yaşanmakta olan büyük bir tehlike konusunda uyarı yapıyor.

Düşünce ve inanç özgürlüğü

Çağdaş insanın önemli özelliklerinden biri, "doğal olanı ile yapay olanı" ayırabilmesidir. Eğer, kültür dediğimiz olgunun "değerler" ve "araçlardan" oluştuğunun bilincinde isek, kültürün ağırlıklı olarak " öğretilmiş olanlardan" oluştuğunun farkındaysak, "varsayıma dayalı gelişmenin önemi ile kendi varsayımlarımızı aşırı değerlendirerek onların tutsağı olma" çizgisi arasında "doğru konumlanma" yapabiliriz.

Büyük değişmelerin ve dönüşümlerin yaşandığı dönemlerde, insanların yapay olarak ürettikleri kültürel önyargıların, kalıp düşüncelerin, yerleşik doğruların ve ezberin tuzağına yakalanma olasılıkları yüksektir.

Bugün dünyanın her yerinde "inanç özgürlüğü" ile "düşünce özgürlüğü" arasında net bir sınır belirleyememiş olmanın sıkıntısı var.

Almanya'da Aşağı Saksonya Eyaleti'nde Sosyal İşler Bakanlığı'na atanan Aysel Özkan'ın Focus Dergisi'ndeki demecinin, "…inanç temelli" tartışma yaratması, "inanç özgürlüğü ve düşünce özgürlüğü" sınırlarının gelişmiş bir ülkede de netleşmediğinin göstergesi.

Söylemdeki çekiciliğine karşın "anlama" dediğimiz olgunun bilgi kadar sezgi ve ayrıntıların farkında olmayla ilişkisi duyguları, sezgileri, inançları dikkate almadan topluluk ya da toplumları değerlendirmenin eksikli olacağını gösteriyor.

İnançtan düşünceye geçme sürecini sağlıklı bir zeminde sürdürebilmek ve "aşırı ve noksan değerlendirmeden" kaçınmak için "çoklu analizlere", "çok kültürlü bakışlara" ihtiyacımız olduğu çok açık. Daha da önemlisi, "kendine fren koyma ilkesini" bir yaşam biçimi haline getirmeden Şengör'ün altını çizdiği çağdaşlık sınırları içinde kalmanın güç olduğu aşikar.

Yalan üzerine kurguladığımız kültür dünyamızı, doğanın kendi anlayabildikleri gerçeklerle denetlemeliyiz.

Howking'in altını ısrarla çizdiği gibi, "…gerçeklik diye bir şey yoktur; zihni modele göre gerçeklik vardır. Zihni modelin varsayımları değiştiğinde gerçekliğimiz de değişir". O nedenle, "…benim dediğim doğrudur" algılamasına dayalı düşünceler, aşırılığın ve sekterliğin kaynağı olur.

Başka insanlarla giderek daha sıklaşan, yoğunlaşan ve derinleşen ilişkilerimizde, düşünce dünyamızın varsayımlardan oluştuğu unutulmamalıdır; varsayımlarımızı sürekli sorgulamak "insan olmanızın" önemli göstergelerinden biridir.

Şimdi kendimizi "test etme" zamanıdır…

Tüm yazılarını göster