Yağmurlu bir Galata sabahı

Faruk ŞÜYÜN ODAK kitap@dunya.com

Galata Kulesi'nin dibindeki 1872 tarihli beş katlı kârgir yapının tepesinden Haliç'e bakıyorum... Gri, puslu gökyüzü aynen inmiş Altın Boynuz'un üzerine... Yağmur yağıyor kente. Pencerinin önündeki minik zeytin ağacım cama yaslanmış, dışarıda biriken su damlalarını içmek istercesine...

 "Küçük, muttarid, muhteriz darbeler / Kafeslerde, camlarda pür ihtizaz / Olur dembedem nevha-ger, nağme-saz / Kafeslerde, camlarda pür ihtizaz / Küçük, muttarid, muhteriz darbeler. // Sokaklarda seylabeler ağlaşır / Ufuk yaklaşır, yaklaşır, yaklaşır // Bulutlar karardıkça zerrata bir / Ağır, muhtazır dalgalanmak gelir // Bürür bir soğuk, gölge etrafı hep / Nümayan olur gündüzün nısf-ı şeb"

"Küçük, tekdüze, ürkek vuruşlar / Kafeslerde, camlarda titreşerek / Durmadan türkü söyler, ağıt yakar / Kafeslerde, camlarda titreşerek / Küçük, tekdüze, ürkek vuruşlar // Sokaklarda seller ağlaşır / Ufuk yaklaşır, yaklaşır, yaklaşır // Bulutlar karardıkça zerrelere bir / Ağır, olgun dalgalanma gelir // Bir soğuk gölge çevreyi bürür / Gündüzden geceyarısı görünür."

Tevfik Fikret'in neredeyse ezbere bildiğim "Yağmur" şiirinin ilk dizeleri düşüyor aklıma. Gerçekten de gündüzden, ne gündüzü sabahın köründen akşamı haber veriyor hava... Yorganın altından çıkmadan, yattığım yerde gökyüzünü seyredip saatlerce yaşayabilirim yağmurun sesini dinleyerek... Uçaklar gidiyorlar bir yerlere pusların arasından kısa bir an için olsa görünüp kaybolarak. Uzaklarda, suyun üzerinde martı sesleri...

"hadi sen git yağmur bastırmadan ben sonra gelirim" diyordu Attilâ İlhan... Sevgili Ali Püsküllüoğlu'nun yıllar önce çıkardığı o güzel "Yusufçuk" dergilerinin birinde okumuştum ilk kez: "hadi sen git beni yalnız bırak bu akşam iyi değilim"

Ben de bu sabah, hayırrr, son üç-dört aydır her sabah, her akşam, her öğlen iyi değilim:

"birşeyleri bir yerde yarım bıraktık neleri nerede nasıl / kim kimi yüklenmiş götürüyor boşalan hangimiz / şehirler birden karanlık / birden elektrik kuşları / kıvılcımlı gözleriyle karanlığımıza dolmuşlar / aylardan hangi aydır yıllardan hangi yıl / geçmiş bir zaman parçasının içinde miyiz (...) // hadi sen git yağmur bastırmadan ben sonra gelirim / o kitap vardı ya verdiğin (roman) yakıp savurmuşlar / hadi sen git beni yalnız bırak bu akşam iyi değilim"

Evimin diğer ferdi Şekspir (sarı alınlı Amazon papağanı), martıların seslerini taklit etmeye çalışıyor. Bir anda eve, onlarca martı doluşuyor sanki. Çığlıklar, çığlıklar... Başımı yorganın altına sokuyorum.. şimdi tam karanlık... Sonsuza kadar, hiç altından çıkmadan, öylece yatabilmek burada...

"beni görsen belki anlayamazsın / içlenir gizli gizli ağlarsın / eğer ben yalnızsam yanılmışsam / elimden tut yoksa düşeceğim / yağmur beni götürecek yoksa beni"

İşte yine Attilâ İlhan'ın sesinden "Yağmur Kaçağı" şiirinden dizeler yankılanıyor karanlığımda. Damlalar camlara vuruyor olmalı dışarıda... Yağmurdan mı kaçıyorum yorganın altında? Neden?

"Gözlerimde bir yağmurlu gün başlar /Vakit ikindidir Eyüp sırtlarında/ Bulutlar vardır, pembeden, beyazdan/ Mevsim sonbahardır sessiz ve taze./ Nemli otlar, çekirgeler, solgun yüzün. / Bir gülüş, bir mahzun bukle saçlarında/ Bir eski çiçeği andırırsın yazdan./ Ve bir şarkı başlar kahvelerin birinde/ Bizi ömrümüzden alır götürür,/ Bir şarkı, faslı hicazdan. // Vapurlar gelir geçer Haliç'ten. /Sonra yağmur hafifler"

Bu kez Turgut Uyar... "Büyük Saat"ten anımsadığım yukarıdaki dizeler...

Tekdüze, ürkek vuruşlar azaldı camda...

Yağmur hafifledi mi ne?

Martılar da kaçıştılar sanki. Şekspir bu kez cıvıldıyor. Dışarısı mı, yorganın altı mı daha karanlık?

"Yaşlandık da ondan mı / Susarak katlanıyoruz her mutsuzluğa / Saatlendiriyoruz günü / Bölüyoruz dakikalara / Bir hiç oluncaya kadar bölüyoruz onu. / Bölüyoruz yani bütün mutsuzluklara / Bir yaprak saniyesi geçiyor usul usul / Penceremizden (...) / Sanki bir sardunya bir yaz boyu ne kadarcık uzarsa / Kaça alınırsa bir tükenmez kalem / Doluyor içimize öyle / Hayatın birdenbire anlaşılması gibi bir duygu gürültüsü / Yağmur yağacak. (...) ‘Ölünce kirlerimizden temizlenir / Ölünce biz de iyi adam oluruz...'"

İçinde şiirin olduğu bir yazı Edip Cansever'siz olur muydu, olmadı işte...

Yorganın altından çıkıp bu düşündüklerimi yazmak için bilgisayarın başına oturmalıyım...

Yağmur da kesildi mi ne?

Belki güneş açar öğleden sonra...

Tüm yazılarını göster