Verimliliğin özü: Birbirimizi anlamaktır

Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ rustu.bozkurt@dunya.com

Fred Alan Wolf’un bir değerlendirmesinde “gerçek anlamda anlamanın” üç bileşenini olduğu belirtiliyor: Bilgi, sezgi ve farkındalık.

Karşılaştığımız olay ya da olguları “tam olarak anlamak” istiyorsak, bu üç bileşen arasında denge sağlamalıyız.

Sezgisel anlama, diğer iki bileşene göre daha kritik öneme sahiptir. Sezgisel anlamanın hisler ve duygulara dayandığını biliyoruz. Akıl ve mantığın sezgi dünyasında hiç yerinin olmadığı söylenemez ama bilgi ve farkındalık bileşenlerine göre daha az akıl ve mantık içerdiğini de göz ününde tutmalıyız.

Peter H. Diamanidis ve Steven Kotler , “Bolluk Çağı/Gelecek Çok Daha Güzel Olacak” adlı çalışmalarında “sezgi, bilişsel kısa yoldur” diyorlar. Yazarlar, sezginin, karar verme sürecini basitleştirme olanağı yaratan ve enerji tasarrufu sağlayan belli başlı kuralları içerdiğini belirtiyorlar.

Diamanidis ve Kotler’e göre sezginin değişik özellikleri vardır; temel özelliklerinden biri de “büyük çeşitlilik” göstermesidir. Bir başka anlatımla sezgi, süregelen bir soruna evrimci çözümdür. Sezgiler, sınırlı olan zihinsel kaynaklarımız nedeniyle, oldukça uzun bir süre, tarihin zaman sınavından başarıyla geçerek, ortalamada, daha iyi iyi kararlar alınmasına yardımcı olmuştur.

Kehneman , sezgilere güvenmenin “ciddi ve sistematik hatalar” yapılmasına yol açabileceği uyarısını yapıyor.

Diamanidis ve Kotler’in çalışmalarında “bilişsel önyargılardan” söz ediliyor. Bilişsel önyargılar, “Belli durumlarda ortaya çıkan yargıdaki sapma kalıpları” olarak tanımlanıyor. Sezgide “tam olarak anlamayı” saptıran bir dizi önyargıya işaret ediliyor: Doğrulama önyargısı, olumsuzlama önyargısı, otorite önyargısı ve demir atma gibi.

Doğrulama önyargısı, “kişinin ön kabullerini doğrulayacak enformasyon arama ya da eline geçen enformasayonu bu şekilde yorumlama eğilimi” olarak tanımlanıyor.

Olumsuzlama önyargısının da ,“Olumsuz enformasayon ve deneyimlere, olumlu olanlardan daha fazla değer verme eğilimi” olarak karşımıza çıkıyor.

Demir atma, karar verilirken belli enformasyonlara aşırı değer yükleme tutumu olarak niteleniyor.

Otorite önyargısı, otorite figürlerine güvenme nedeniyle önlem almama tutumu olarak betimleniyor.

Bilişsel önyargılar, yeni verileri benimsememe, eski görüşlerimizi değiştirmeme, aklı başkasına emanet etme, bakış açısını değiştirmeme gibi yeniliğe, değişmeye, dönüşüme kapalı ve uyum yeteneğini zayıflatan etkileri nedeniyle, hızlı değişim çağında gelişmeyi yavaşlatabiliyor.

Edgar Morin’in saptamasına göre “gerçek anlama” iki farlı düzlemde oluşuyor: Dışsal düzlem, olayları, olguları, kurguları, fikirleri ve düşünceleri kapsıyor. Anlamanın bu dışsal düzlemi, sosyal ve edebi etkinlikleri de içeriyor. Özne olan insanın duygularını, psikolojisini, yaratıcı yeteneklerini kapsayan içsel aksiyonlarını da yansıtan içsel düzlem de anlama sürecinin diğer yarasını oluşturuyor.

Anlamanın dışsal düzlemi, gezegenler ölçeğinde birbirinden uzakta olanların anlaşılmasıdır. Bizim dışımızda olup bitenlerin anlaşılması, kişiler, kültürler, halklar, olaylar ve olguların kavranışıyla ilgilidir. Dışsal düzlemi anlamak için veri, enformasyon, bilgi ve sezgilerin bir sentezini yaparak, olay ya da olgunun yapısının, işlevinin ve kültürel kodlarını farketmeyi gerektiriyor. Düşünsel, zihinsel ve nesnel anlama da dışsal düzlemi anlamak, sağlıklı bir gelecek kurma için olmazsa olmaz koşullardan birini oluşturuyor.

Morin’e göre anlamın önünde bir dizi engel var: Gürültü, kavramların çok anlamlılığı, başkalarının törenlerini, adetlerini ve görgü kurallarını bilmeme; başka kültürlerin yaygınlık kazanan değerlerini kavramama, kültürlerin kendine özgü etik zorluklarına karşı anlayışsızlık, bir felsefenin başka bir felsefeyi anlayamamış olması ve farklı iki zihinsel yapının birbirini anlamaması vb.

Benmerkezcilik, etnik merkezcilik, toplum merkezcilik ve indirgemeci mantık da anlamanın önündeki diğer engeller.

Tiyatro sanatçımız Yıldız Kenter, kendiyle baş etmesini bilmeyen ve kendini anlayamayanların başkalarını anlamasının güçlüğünden söz eder.

Can Yücel de bir şiirinde insan yaşamında “anlamanın önemini” çarpıcı biçimde anlatır:

En uzak mesafe

Ne Afrika’dır

Ne Hindistan

Ne Çin

Ne seyyareler

Ne de yıldızlar geceleri

             ışıldayan

En uzak mesafe

 iki kafa arasındadır

            birbirini anlamayan

David Boorks, beynin değişime açık bir organ olduğunu, bir etkinlikte bulunduğumuzda ya da bir şey düşündüğümüzde bir parçamızı eskisinden biraz farklı bir şeye dönüştüğünü söylüyor. Başkaları ile birlikte geçirdiğimiz her saatte, etrafımızdaki insanlara daha çok benzeştiğimizi de anlatır.

Evrim süreci yeniden üretme, mutasyon, ayıklama, yalıtım ve işbirliği şeklinde ilerliyor. Boorks’un saptamasını esas alırsak, çağımızın temel eğilimi olan kentleşme süreci, karşılıklı-bağımlılık ilişkilerini alabildiğine sıklaştırdığı için hepimizi değiştiriyor. Değişiyoruz, ama “etkin ve verimli işbirliğine, birbirimizi daha iyi anlayamaya” yatırım yaparsak değişmenin verimi de artacak.

İletişim araçlarındaki gelişme insanları birbirine yaklaştırdığı gibi, “toplanma ilkesi” hepizi “büyük gözaltına” alıyor. Her şeyin yakından gözlenmesi hepimizi yeni yaşam biçimi ve yaşam tarzlarına zorluyor.

Yakınlaşma, aynı zamanda yoğun biçimde yarışma-rekabet- gerektiriyor; bu nedenle insanların “evrimin ayıklama ve yalıtım aşamasını” hızla aşarak “işbirliklerini artırma bilincine” erişmesi, maddi ve kültürel zenginlik üretmenin gerek şartı haline geliyor.

Oluşmakta olan yeni dünyada, ulaşma ve erişme olanaklarının artması, kentsel mekanlarda yoğunlaşan toplanma “gerçek anlama” ihtiyacını alabildiğine büyütüyor. Matt Ridley, Erdemin Kökenleri adalı kitabında, bizlerin kentlerde yaşayan, takımlar halinde çalışan, yaşamlarımızın örümcek ağları gibi bizi meslektaşlarımıza, arkadaşlarımıza, üstlerimize, astlarımıza bağlandığı; sevmediğimiz ve güvenmediğimiz insanlarla bile birlikte olmaksızın yaşayamayan varlıklar olduğumuzu belirtir.

Etkili gelişime yaratabilmek için, işlerimizle ilgili net bilgi ve anlama derinliğine olan ihtiyaç hızla artırıyor. Ayrıca, yeraltı ve yerüstü kaynakları, fiziki sermaye stokunu, insan kaynağını ve teknolojiyi üretimi sürecinde etkin kullanmak için ciddi uzlaşma, işbirliği ve koordinasyon yeteneği geliştirmemiz gerekiyor.

Aklın etkin kullanılması, fırsatlar, tehlikeler, olanaklar ve kısıtlar arasında akılcı dengelerin kurulması da maddi ve kültürel zenginlik üretmenin olmazsa olmazları arasında yer alıyor.

Sistemli biçimde bilgilerin arttırılmasına, sezgilerin geliştirilmesine ve farkındalıkların netleştirilmesine gerekli emek ve zamanı ayıramayan toplumlar gerçek anlamda gelişme yaratamıyor.

Tüm yazılarını göster