Vergide uygulama, politikadan saparsa...

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Kayıtlı ekonomi üzerine oturan vergi sistemimizdeki çıkmaz, mali disiplin ve bütçe kontrolü arayışındaki kamu yönetimini giderek daha fazla sıkıştırıyor. Bu yüzden belki de öngörmediği ve önceden planlamadığı tartışmalı uygulamalara sık sık yönelme durumunda kalıyor. Ekonominin tümünü kavrayabilen tek vergi aracınız dolaylı vergiler ise, o da zaten doğal sınırlarını aşmaya, maliyetler ve fiyatlar üzerinde baskı yaratıp enflasyon gibi konulardaki diğer politikalarınıza zarar vermeye ve en kötüsü kaçağa ve kayıt dışına kayışı özendirerek kendi tabanını aşındırmaya başlamışsa, yeni gelir ihtiyacını karşılamak için kayıt ve kontrol altındaki faaliyetler ve kesimlerin, yani zaten göreceli olarak yüksek vergi yükü taşıyanların üzerine yüklenirsiniz. Bu ise bir yandan kayıt dışını azaltma ve vergi tabanını genişletme gibi uzun erimli hedeflerinize ters düşer, diğer yandan üretim ve istihdam artışı için şart olan yatırımcı güvenine ve yatırım ortamı cazibesine sekte vurur.

Anayasa Mahkemesi'nin iptalleri

Bu konudaki en sıcak gelişmelerden biri de Anayasa Mahkemesi'nin geçtiğimiz ekim ayı ortasında üçü Gelir Vergisi Kanunu, biri de Vergi Usul Kanunu ile ilgili olarak verdiği iptal kararları sonrasında yapılacak yeni düzenlemeler ile ilgili bekleyişler. İş dünyası içindeki okurların bildiği gibi bu kararların biri Gelir Vergisi tarifesinin yüzde 35 olan üst oranının ücretler için uygulanmasını, ikincisi yatırım indirimi uygulanmasının 2008 yılı sonu itibariyle ortadan kaldırılmasını, üçüncüsü de yurt dışında mukim yabancı (dar mükellef) gerçek kişi ve kurumların menkul kıymet gelirleri için tam mükelleflerden farklı olarak sıfır vergi stopajı yapılmasını geçersiz hale getirmiştir. Maliye Bakanlığı, iptal kararlarının Resmi Gazete'de yayınlandığı 8 Ocak 2010'dan itibaren Mahkeme'nin kararlaştırdığı altı ve dokuz ay içinde, muhtemelen de belirsizlikleri ve bekleyişleri netleştirmek açısından mümkün olduğu kadar erken bir tarihte, iptal gerekçelerini de dikkate alarak doğan hukuki boşluğu doldurmak üzere aynı konularda yeni düzenlemeleri hazırlayacaktır.

Öncelikle belirtelim ki iptal kararlarının üçü de, devlet açısından vergi kaybına yol açan nitelikte. Bütçenin sağlamlığı ve maliye politikasının bütünlüğü açısından bir yandan iptale yol açan sakıncaları gideren, ama aynı zamanda muhtemel vergi kaybını telafi edecek ya da en azından sınırlı tutacak mevzuat senaryoları üzerinde çalışıldığını tahmin etmek zor değil.

Ancak aynı zamanda yargı kararıyla ortaya çıkan bu durumun yatırımcılar ve ekonomik performans açısından da hem niceliksel hem de özellikle niteliksel sonuçlarını da göz önünde tutmakta yarar var. Gerçekten yatırım indirimi ile ilgili kararın hukuk güvenliği ve yatırım ortamı yönünden olumlu niteliği, ücret vergileri ile ilgili kararın yapısal reformların içeriğinde değişmez yeri olan istihdam maliyetinin azaltılmasına yapacağı katkı, menkul kıymet kazançlarına ilişkin kanunun sermaye ve para piyasalarına dış kaynak girişine yapabileceği caydırıcı etki gözardı edilemez.

Ücretler ve yatırım indirimi

Bu bakımdan, ücretliler için yapılacak düzenlemenin, mükellefler ile idare arasında şimdiden önemli sayıya ulaşan ihtilafları sınırlamak açısından süratle yürürlüğe konması ve düzenlemede, eskiden olduğu gibi, ücret gelirleri için normal tarifeden daha düşük bir orana yer verilmesi gerekiyor. Oranın mevcut tarifedeki bir alt oran olan yüzde 27 mi, eski tarifedeki yüzde 30 mu, yoksa başka bir oran mı olması gerektiği tartışma götürür. Aslında ücret gelirlerini mali güç nedeniyle pozitif ayırıma tabi tutmak gerektiği yolundaki ayırma kuramı da dünyada yaygın kabul görmüyor ama yine de iptal kararının istihdam maliyeti açısından doğurduğu fırsatı önemsiyoruz.

Yatırım indiriminde ise müktesep hakların iadesi ve zaten haksız olan bir uygulamanın düzeltilmesi söz konusu olduğundan yeni düzenlemeye ihtiyaç yok.

Ancak vergi idaresinin, iptal kararının yayınının 2010 Ocak ayına sarkması nedeniyle 2009 yılına ait kazançlardan indirim yapılamayacağını savunması, yeni bir uyuşmazlık başlatmış durumda. Açık bir hak ihlali anlamına gelecek bu yorumdan vazgeçilmesi ve bunun tebliğ, ya da gerek duyuluyorsa yasal düzenleme şeklinde duyurulması yatırımcı güveni ve mükellef hukuku yönünden zorunlu görünüyor.

Menkul kıymetlerde stopaj

Doğuracağı vergi kaybı dışında akışkan portföy yatırım kararlarını ve piyasa işleyişini etkileyecek olması bakımından en karmaşık düzenleme alanı ise Gelir Vergisi Kanunu'nun geçici 67'nci maddesi çerçevesinde menkul kıymet gelirlerinin tabi olacağı vergi rejiminin ve stopaj oranlarının belirlenmesidir. Bu konu ile ilgili alternatif çözümler arasında seçim yapılırken mevcut finans enstrümanı stoğunun tam ve dar mükellefler, gerçek ve tüzel kişiler arasındaki dağılımı dikkate alınmalı, yüzde 90'a yakın büyüklüğü elde tutan tam mükellef kurumların zaten yüzde 20 Kurumlar Vergisi ödediği düşünülmelidir. Ayrıca enstrümanlar arasında oluşacak oran farklılığının, istenmeyen piyasa hareketlerine, sözgelişi mevduattan kaçışa yol açıp açmayacağı da irdelenmelidir.

Şu sırada göze alınamasa da orta vadede amaç, geçici 67'nci maddenin kaldırılıp dünyaya paralel olarak beyan sistemine geçiş olmalıdır. Küresel niteliği çok bariz olan finans ve sermaye hareketlerinde küresel uygulamalardan sapmanın, hele yararı da belli değilse, gereği yoktur.

Tüm yazılarını göster