Üniversiteliler liderlere nasıl bakıyor, 1 Kasım'ı nasıl yorumluyor

Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ ala.aktas@gmail.com

1 Kasım seçiminde dört siyasi parti lideri tartıya çıktı. Bu dört isme, Cumhurbaşkanı'nı da eklemek gerek. Sonuç ortada; siyasi parti liderlerinden bir kazanan, bir yerinde sayan, iki de kaybeden var. Cumhurbaşkanı da kazanan sınıfında elbette. 

Seçimi, kazanan ve kaybedenleri, sonucun nasıl böyle oluştuğunu, bundan sonra olacakları, tek parti iktidarının istikrarın güçlenmesi anlamına mı geldiğini hemen hemen her kesim irdelendi, irdelemeye de devam ediyor. Ama bu irdeleme olanağı, görüşlerini kamuoyuna yansıtma avantajına sahip kesimlerin elinde. Hani hep "Türkiye'nin geleceği" dediğimiz genç ve dinamik kesim var ya, yani üniversiteli kesim, onlar ne düşünüyor, nasıl bir değerlendirme yapıyor, doğrusu pek bilmiyoruz. 

İşte geçen hafta içinde üniversite gençliğinin bu konulardaki düşüncesini kısmen de olsa dinleme olanağı elde ettim. Atılım Üniversitesi'nde Liderlik Teorileri ve Uygulamaları konulu bir ders vermekte olan Sevinç Engin'in daveti üzerine bir derse katıldım, öğrenci arkadaşlarla sohbet olanağı buldum. Genç arkadaşlarla "ekonomi-medya-liderlik" konusunda söyleştik. Hemen hemen bir yıl önce de aynı ders kapsamında bir derse katılmıştım ama bu kez Türkiye'nin siyasi tablosu çok farklıydı ve haliyle konular da ona göre şekil aldı, belirgin bir değişiklik gösterdi. 

Özgürce konuşabilme rahatlığı

Yaklaşık bir saat süren söyleşi sırasında beni en mutlu eden, öğrenci arkadaşların doğru bildiklerini olabildiğince içten bir şekilde ortaya koymaları, kendi aralarında oluşan görüş ayrılıklarını kırıp dökmeden ifade etmeleri, aynı şekilde benim söylediklerime katılmadıklarını da açıkça dile getirmeleriydi. Zaten üniversite ortamı da bu demek değil miydi... Rahatça konuşamayan, düşündüğünü dile getiremeyen bir üniversiteli olur muydu... Üniversite yönetimlerinin görevi de, daha geniş bir bakış açısıyla ülkeyi yönetenlerin görevi bu özgürlük ortamını oluşturacak adımlar atmak değil miydi...

İşte bir saat boyunca öğrenci arkadaşlarla zaman zaman görüş ayrılığına düşsek de, öğrenciler birbirlerine zıt görüşler dile getirmiş olsalar da bunların medeni ölçülerin dışına hiç çıkılmadan, hiç kırıcı olunmadan dile getirilmesi büyük bir kazanımdı.

Liderlik ve duruş

Derste aslında ekonomi-medya-liderlik konusunu işlemek amacıyla bulunmama rağmen, konu bir süre sonra büyük ölçüde liderliğe ve siyasi parti liderlerinin durumuna kaydı. 1 Kasım'ın üstünden henüz hafta bile geçmemişken ve sandıktan hiç de beklenmeyen bir sonuç çıkmışken bu konunun detaylı bir şekilde ele alınmaması sürpriz olurdu zaten. Hatta daha geriye de gitme durumu ortaya çıktı, seçim öncesini ve o günlerde yoğunlaşan terörü de konuştuk genç arkadaşlarla. 

Bir liderin nasıl durması, nasıl davranması gerekirdi? Örneğin Başbakan Davutoğlu'nun Gar önündeki patlama sonrası CHP ve MHP liderleriyle görüşmek istemesi olumlu adımdı. MHP liderinin bu çağrıyı reddetmesi ise liderlik adına sorgulanması gereken bir durumdu. CHP lideriyle Başbakan arasındaki görüşmenin Çankaya Köşkü'nde gerçekleşmiş olması ise yanlıştı. Davutoğlu'nun HDP lideriyle görüşmeyi hiç düşünmemesi de pek doğru bir karar değildi. 

Bunlar benim dile getirdiğim ve tartışmaya açtığım görüşlerdi. Öğrenci arkadaşlardan hemen itiraz sesleri yükseldi. Bir genç arkadaşım, Davutoğlu-Kılıçdaroğlu görüşmesinin, Davutoğlu'nun Başbakan sıfatı taşımasından dolayı Çankaya Köşkü'nde gerçekleşmesini doğal karşılamak gerektiğini söyledi. Başbakan'ın HDP liderine bilgi verme ihtiyacı duymaması da, Demirtaş'ın patlamadan hemen sonra "Bunu devlet yaptı" şeklindeki açıklamasına bir tepki olarak normal bulundu. Ama bu görüşe itiraz da bir başka üniversiteliden geldi. O da, kim oldukları bilindikleri halde herhangi bir suça karışmadıkları gerekçesiyle haklarında bir işlem yapılmayan IŞİD eylemcilerinin varlığı yüzünden Demirtaş'ın böyle bir açıklama yaptığını, dolayısıyla o açıklamasında haklı olduğunu dile getirdi. 

Yine vurgulamakta yarar var; güzel olan taban tabana zıt bu görüşlerin, karşılıklı bir kırgınlığa yol açmadan dile getirilebiliyor olmasıydı.

Tek parti istikrar demek mi? 

Ekonomiye hiç değinmedik de değil elbette. Tek parti iktidarının, ekonomide istikrarla aynı anlama gelip gelmediği konusundaki görüşüm soruldu. AKP'nin çoğunluğu elde etmiş olması, Türkiye'ye yabancı yatırımcının çok daha rahat gelmesini sağlayabilecek miydi, merak edilen buydu.

Bir karşı soru sordum: "Siz bir Türk yatırımcı olarak, Türkiye'ye göre her yönden çok az gelişmiş örneğin bir Afrika ülkesine yatırım düşündüğünüzde en çok neye bakarsınız; orada tek parti iktidarı olmasına mı, yoksa hukuk düzeninin nasıl işlediğine mi, ekonomiyle ilgili mevzuatta sık sık ve öngörülemeyen değişiklikler yapılıp yapılmadığına mı, Merkez Bankası'nın bağımsız çalışıp çalışamadığına mı?" 

Yanıtı belli bir soruydu tabii ki. "Dolayısıyla" dedim ve "Tek parti iktidarı için mutlak iyidir, işler her durumda iyi yürür diyemeyiz" diye devam ettim. Yabancıların yapacakları doğrudan yatırımlar bir yana, Merkez Bankası'nın ekonominin gereklerine göre hareket etmesinin pek mümkün olmadığı bir ortamda, döviz kurunda ortaya çıkabilecek sert dalgalanmalar yüzünden portföy yatırımı çekmekte bile zorlanabileceğimizin altını çizdim. Nitekim bu yıl öyle olmadı mı, Türkiye'ye para gelmediği gibi daha önce gelmiş olanların bir kısmı da gitti, net çıkış var yani. Bu soruyu yönelten arkadaşım, zaten çok bilgiliydi ve öyle anlaşılıyor ki bana aslında yanıtını bildiği bir soru sormuş, belki de emin olmak istemişti. 

Tüm yazılarını göster