Ülke refah fonlarının yükselişi

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Musibetlerin nasihatlerden daha öğretici olduğunun özdeyiş ile tescil edildiği toplumsal kültürümüzde, son dünya krizinin de normal zamanlarda yapmamız gerektiği halde ihmal ettiğimiz zihinsel egzersizleri ve çözüm arayışlarını artırdığını görüyoruz. Bereket ki krizin Batı dünyasını sarsan ve paket üstüne paket açmaya zorlayan bankacılık sistemi üzerindeki ilk darbesinin dışında kalmamız bize zaman kazandırdı. Ancak kendi yapısal darboğazlarımızı ve dış kaynak ihtiyacımızı, üstelik daha 2006 sonundan beri yavaşlayan büyüme tempomuzu düşünürsek bu avansı abartacak halimiz de yok. Gelişmiş ülke piyasalarından gelen son haberler toparlanmanın 2010'a sarkacağını gösterdiği, bunun bize finansman kolaylığı şeklinde yansıması da daha uzun bir zamanda gerçekleşeceği için durum daha hassas. Öte yandan gerek bütçe gelirlerinin omurgasını teşkil eden dolaylı vergi (KDV ve ÖTV) rakamlarındaki gerileme, gerekse üretim endekslerindeki kaygı verici düşüş krizin reel kesime ilişkin ikinci aşamasında merkez ülkelerine oranla avantajımız olmadığını kanıtlıyor.

Ülke refah fonları büyüyor

O halde hazır istim üstündeyken zihinsel egzersizleri ve çözüm arayışlarını eyleme dönüştürmenin tam zamanıdır. Geçtiğimiz iki ayda kriz önlemleri ya da sevilen deyimle "krizi fırsata çevirme" bağlamında gündeme gelen öneriler arasında çoğu okuyucuya muhtemelen tanıdık gelmeyen biri de yabancı ve özellikle Ortadoğu'daki devletlere ait "ülke fonları"nın Türkiye'ye nasıl çekilebileceği ile ilgiliydi. Önümüzdeki dönemde daha sık işitilecek bu konu ile ilgili bazı ön bilgileri şimdiden edinmekte yarar var.

Aslında dünya finans piyasalarında öteden beri bilinen ve önemsenen, kuruluşları oldukça eskiye, 1950'li yıllara kadar giden, bir kurumsal yatırımcı türü olarak "egemen refah fonları" ya da "devlet servet fonları" diye adlandırılan bu birikimler, kısaca mülkiyeti devlete ait olan yatırım fonlarıdır. Birbirinden farklı makro ekonomik amaçlarla kurulan ve yatırım stratejileri de homojen olmayan bu fonlar, küreselleşme süreci ile ortaya çıkan ve kalıcı özellik kazanan dengesizlikler, artan emtia ve petrol fiyatları, finans ve sermaye piyasalarındaki küreselleşme sonucunda son 10-15 yılda özellikle petrol üreticileri ve büyük cari fazla üreten Uzakdoğu ülkeleri elinde hızlı varlık birikimi oluşmasıyla hem sayıca arttı, hem de dünya finans sistemi içinde ciddi bir büyüklüğe ulaştı.

Bugün 4 trilyon dolara ulaşan ve hedge fonların iki katından fazla bir büyüklük ifade eden bu fonların 2011-2013 aralığında 10 trilyon doları aşacağı ve ülkelerin elindeki yabancı para rezervlerini geçeceği öngörülüyor.

Farklı amaçlar ve yatırım stratejileri

Giderek önem kazanan ve büyüyen bu birikimler, kendi ülkeleri açısından yenilenmeyen ve doğal kaynakların tasarruf ve gelecek kuşaklara gelir transferi amacıyla kullanılmasını, merkez bankası rezervlerinden daha çeşitli bir portföy ve varlık yönetimi yoluyla nemalandırılmasını sağlıyor. Gerçekten hisse senetlerinden tahvillere, emlaktan kıymetli madenlere ya da diğer mali enstrümanlara kadar her türlü yatırım aracı ülke fonlarının portföyleri içinde yer alabiliyor.

Genellikle ülke fonlarının emtia ihracatına dayananlarıyla tasarruf ve cari denge fazlasına dayananları arasında amaçlar ve stratejiler açısından önemli farklılıklar vardır. Ama hepsi de likidite ve kur istikrarına yoğunlaşan ve perspektifi kısa vadeli olan yabancı para rezervlerinin aksine uzun vadeli düşünür ve yüksek getiri arar. Ayrıca ülkesine göre bu fonlar ülkenin üretim kapasitesini ve sosyo-ekonomik altyapısını güçlendirmeye ya da sosyal güvenlik açıklarını gidermeye de tahsis edilebilir. Amaca ve tercih edilen vadeye göre fon yönetiminin tercih edeceği risk-getiri dengesi değişebilir.

Fonların uluslararası finans piyasaları ve yatırım yaptıkları ülkeler açısından da kaynakların dünya çapında daha etkin dağılımı, piyasalarda likidite istikrarının sağlanması ve dış kaynak ihtiyacı içindeki ülkelerin tasarruf açığının kapatılması gibi önemli stratejik yararları var. Buna karşılık sermayenin sahibinin tek olması nedeniyle saydamlık/hesap verebilirlik zaafı ve ekonomik değil, siyasi ve sanayii casusluğu gibi güdülerin rol oynayabileceği ihtimali, ülke fonlarının yatırım süreçlerinde kısıtlamalar ve engellerle karşılaşmasına da yol açabilmektedir. Başta OECD ve IMF olmak üzere uluslararası kuruluşlar, bu konuda daha güvenli ve serbest bir yatırım ortamı oluşturmak ve tarafların üzerinde uzlaşabileceği kurallar seti oluşturmak için yoğun çaba sarfediyor.

Türkiye yararlanabilir mi?

Sayıları 50'yi bulan ülke fonları içinde yönettikleri varlıklar 100 milyar doların üzerinde bulunan yedi fon (Abu Dabi, Kuveyt, Norveç, Singapur, Çin, Rusya ve yine Singapur'a ait Temasek), 2 trilyon doları aşan bir varlığı yönetiyor. Katar ve merkez bankası kontrolünde olmakla birlikte Suudi Arabistan'ın da önemli birikimleri bu şekilde yönlendirdiği gözleniyor. Libya, Kazakistan ve İran gibi ülkeler de son yıllarda bu tür fon yönetimleri kurmuşlar.

Türkiye giderek zorlaşan büyüme ve dış kaynak bulma çabasında kuşkusuz küresel sistemin yeni bir oyuncusu olan ülke fonlarından yararlanmayı da düşünmelidir. Ancak bu fonların da çok profesyonel bir şekilde yönetildiklerini, etraflıca hazırlanmış stratejiler üzerine kurulduklarını ve karmaşık risk-getiri senaryolarıyla karar verdiklerini, alternatif yatırım yerleri ve vergi avantajlarından hukuk güvenliği ve sermaye piyasası derinliğine kadar pek çok konuda kılı kırk yardıklarını unutmamak gerekiyor. Ortadoğu kaynaklı fonlar açısından İslami kurallar ile uyumlu yatırım enstrümanları için özendirici bir mevzuat geliştirilmesi de, zorunlu olmasa dahi, tercih nedeni olarak yatırım cazibemizi artırabilir.

Konunun teknik ayrıntılarını ilerde tekrar ele alacağız.

Tüm yazılarını göster