Türkiye'de yatırım yapmak neden zor?

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Çok yazılıp çizildiği için herkes biliyordur, Türkiye, AB müzakerelerinin başladığı ve IMF destekli istikrar programını uyguladığı 21nci yüzyılın ilk on yılını başlıca makroekonomik göstergelerin ciddi bir iyileşme gösterdiği, kamu borcunun milli gelire oranı, bütçe açığı ve TL'nin değeri gibi oldum olası başımıza dert olan sorunlardan neredeyse kurtulma ümidine kapıldığımız, ama bu defa da cari açık gibi bir darboğaz ile cebelleştiğimiz bir ekonomik görüntü ile hatırlayacak. Ama başarılı ve olumlu yönleri kesinlikle ağır basan bu dönemin sonuna gelmekteyken hala bünyemizin sağlamlığından ve geleceğimizden emin değiliz. Çünkü bu on yılda da, aslında epeydir ihtiyaç duyduğumuzun farkında olduğumuz ve bizi dış çıpalara bağımlı olmaktan kurtaracak kendimize ait bir programın yapıtaşlarını oluşturmaya odaklanmadık. Böyle bir programın doğal sonucu olacak yapısal dönüşüm sürecini istikrarlı bir yol haritasına bağlayamayışımızın maliyetini önümüzdeki zorlu dönemde hissedeceğiz. Bu yüzden bankacılık sisteminde ve kamu maliyesinde gerçekleştirdiğimiz kazanımların bile riske girebileceğini düşünerek artık daha da dikkatli olmak zorundayız.

Sözleşme yapmak işe yaramıyor

Aslında karmaşık ve çok boyutlu sorunları kavramanın yolu bazen çok basit rastlantılarla aydınlanabiliyor. Geçen hafta böyle bir rastlantıyı da ben yaşadım. Ankara uçağında yanımda oturan yaşlıca ve iyi giyimli kişi, yabancıydı ve İngilizce yayınlanan bir Türk gazetesini çok sıkıntılı bir yüz ifadesiyle gözden geçiriyordu. Sonra bana Türkiye ile ilgili sıradan bazı sorular sordu. Ben de gazetede okudukları ile ilgili izlenimlerini sordum; pek iyi haber görmediğini, zaten bu ülkenin çok zor olduğunu düşündüğünü söyledi. Ben hemen bunun pek de doğru olmadığını, bir çok alanda önemli ilerlemeler sağladığımızı, hatta kendi ülkeleri olan ABD'nin daha 15 yıl önce Türkiye'yi dünyanın en önemli on yükselen ekonomisi arasına soktuğunu, şimdilerde de G-20 ve E-7 arasında olduğumuzu, ama kuşkusuz daha yapacaklarımız olduğunu belirtecek oldum. Söylediklerim onu pek etkilemiş görünmedi, Türkiye'ye arada bir iş fırsatları için geldiğini, ama bir yatırımcı olarak fazla bir ilerleme görmediğini ifade etti. Nedenini sorunca da beni çok şaşırtan bir cevap verdi. "Biliyor musunuz" dedi, "Biz ülkemizde bir sözleşme yapınca rahatça işi yapmaya koyuluyoruz, oysa sizin ülkenizde sözleşme yapmak sorunların sonu değil başlangıcı oluyor!..." Sonra da lafı değiştirip uyuklamaya başladı.

Bu beş dakikalık konuşma, bizim yıllardır önemini vurgulayıp tartıştığımız yatırım ortamı ve hukuk güvenliği konusundaki sorunlarımızı çok iyi özetlemişti doğrusu. Herkes tarafından kabul edilen büyük potansiyelimize ve dünyanın 17nci büyük ekonomisi olmamıza rağmen, uluslararası endekslerde neden ilk elliye giremediğimizin cevabının da, bazılarımızın sandığı gibi sadece sevmedikleri için bize uyguladıkları çifte standartta aranmaması gerektiğini de…

Hukuk güvencesi yatırımın önkoşulu

Amerikalı işadamının tepkisinde ifadesini bulan sorun, bizim kısaca "hukuki güvence" dediğimiz, İngilizcede "legal assurance" diye anılan ve bir ülkenin yatırımcı gözündeki cazibesi açısından en önemli faktörlerden biri hatta birincisi olan bir ihtiyaç ile ilgili. Artık küresel bir rekabetin hüküm sürdüğü dünya piyasalarında yatırımcılar, oyunun kurallarının açık, öngörülebilir ve homojen (yani herkese aynı şekilde uygulanan) olduğu piyasaları ve ülkeleri tercih edecek, çok yüksek bir getiri garantisi olmadıkça diğer ülkeleri düşünmeyecektir. Büyüme için dış yatırıma çok ihtiyaç duyan Türkiye, bunu çok önemsemek zorunda.

Sözkonusu ihtiyaç portföy yatırımcıları için de geçerli, nitekim geçmişte özellikle azınlık pay sahiplerinin korumasız bırakıldığı gerekçesiyle Çukurova Elektrik gibi örnek olayların ülke riskinin yüksek algılanmasına yol açtığı malum. Ancak konunun asıl doğrudan yatırımcılar açısından önemi hayati düzeyde. Sadece yeni yatırımcılar için değil, halihazırda yatırım yapmış bulunanlar için mevzuatta ve uygulamada hak ve sorumlulukların belli ve güvence altında bulunması, herkes için aynı şekilde işlem yapılması, geriye dönük ve kazanılmış hakları ihlal eden düzenlemelere yer verilmemesi olmazsa olmaz niteliktedir. Oysa ülkemizde hem mevzuatta çelişkili ve farklı uygulamalara izin veren geniş gri alanların olduğu, hem de yetki sahibi değişik kurumlar arasında koordinasyon eksikliği nedeniyle doğan zararlardan yatırımcıyı koruyacak mekanizmaların bulunmadığı biliniyor. Nitekim Türkiye'de ciddi yatırımları bulunan büyük yabancı yatırımcıların temsilcisi YASED'in üyeleri arasında altı ayda bir yaptığı Barometre araştırmasında yatırımların önündeki engeller arasında istikrarlı olarak ön sırayı "yasal çerçeve ve uygulamalar" alıyor.

Daha da kötüsü

Üstelik bazı alanlarda ani yasa değişiklikleriyle ya da yasalarda öngörülen çerçeveye aykırı alt mevzuat düzenlemeleriyle durumun daha da kötüleştirildiği de oluyor. Küresel rekabetçilik endeksinde çok kötü bir sırada olduğumuz fikri mülkiyet hakları konusunda Markalar Kanunu ile Patent Kanunu'nda yapılan son değişiklikler ve Beşeri Tıbbi Ürünler yönetmeliğinde veri münhasıriyetini işlevsiz kılan hükümler ya da yabancı sermayeli şirketlerin gayrimenkul edinimlerine ilişkin yönetmelik bu bakımdan öne çıkan son örnekler. Vergi denetimlerinde de yerleşmiş idari uygulamalardan ve tutarlılıktan sapan ve keyfilik kaygısı yaratan örneklere rastlanıyor.

Dış çapaların yerine başta hukuk güvencesi olmak üzere iç çapalarımızı koymamız için vakit azalıyor.

Tüm yazılarını göster