Türkiye ekonomisinde yapısal sorunlar ve çözüm önerileri

Yaz aylarının rehavetinin art­tığı ama ekonomide sıcak günlerin yaşandığı şu günler­de özellikle vergi paketi üzerine beklentiler ve spekülasyonlar ya­pılmaktadır.

Şevket SAYILGAN / Ekonomist sevket.sayilgan@dunya.com

Yaz aylarının rehavetinin art­tığı ama ekonomide sıcak günlerin yaşandığı şu günler­de özellikle vergi paketi üzerine beklentiler ve spekülasyonlar ya­pılmaktadır. Özellikle Türkiye’nin yapısal sorunlarının konuşulması gereken bu dönemde alınacak ka­rarların umarım toplumun tüm kesimlerinin payı ölçeğinde kar­şılık bulduğu ve kalıcı sonuçların sağlanacağı bir yapı çıkarır.

Bugün Türkiye ekonomisinin makro boyutta yaşadığı temel ya­pısal sorunlar üzerine sohbet et­mek istiyorum.

Türkiye ekonomisinin genel so­runlarını değerlendirirken bazı sosyolojik ve toplumsal tespitleri yapmamız gerekiyor.

-Osmanlı sonrası Türkiye Cumhuriyeti’nin modern ekono­mi sürecine girebilmek için yeter­li sermayesinin olmaması,

-Gelişmiş ekonomilerin temel kurumlarının Türkiye’de geç ku­rulması ve gelişmesi,

-Nüfus yapısının eğitim ve öğ­retim sürecinin büyüme, kalkın­maya yönelik desteğinin yetersiz kalması,

-Özellikle Osmanlı İmparator­luğu’nun son 200 yıllık dönemi­nin kayıplar ağırlıklı olması, genç Cumhuriyetin de bu kayıp psiko­lojisi içinde tercihlerde bulunma­sı ve ertelenmiş, gecikmiş tüketim talebindeki artış,

-Tüm bu perspektifte en önem­li sorun dünya ekonomilerinin sa­nayileşme süreçlerinin ve bu sü­reçlerin toplumsal değişimlerinde yarattığı etkinin Türkiye toplu­munda yaşanmamış olmasıdır.

Bu genel yapı ekonomide de yansımaları olmuştur. Özellikle toplumsal talepler ve bu taleple­re siyasetin verdiği karşılık uygu­lanan politikalarda ağırlıklı popü­lizmin izleri görülebilmektedir.

Bu süreçte özellikle 1938’e ka­darki politikalardaki planlı sana­yileşme programları ile başarılan­lar, ikinci dünya savaşı ve sonrası süreçte çok partili hayata geçiş ve Türkiye ekonomisinin görece pi­yasa ekonomisi ve kapitalist sis­temin kurallarına yönelik bir eği­limle birlikte birçok kazanım da gözden çıkarılmıştır. Belki de bu­rada belirtilmesi gereken ilk fak­tör “denk bütçe” anlayışından vazgeçilmesidir. Ve yıl 2024 ha­la bütçe açıkları ekonomimizde­ki sürdürülebilirliğin önündeki en büyük engel olmaya devam etme­sidir.

Bu siyasi tercihlerdeki değişim toplum tarafından da destek gör­mesi, günü birlik politikaların si­yasi başarı elde etmek isteyen ak­törlerin ortak tercihi haline gel­miştir.

Örneğin Köy Enstitüleri’nin toplumsal kalkınmada ne kadar önemli bir devrim olduğu bugün bu konuyla ilgilenenlerin ortak düşüncesi olarak karşımıza çık­maktadır. Bu dönüşümün gerçek­leşmemesi ve sanayi devrimine eklemlenme konusunda plansız ve aceleci sonuçlar alma isteği, üretim bakış açısından tüketim bakış açısına Türkiye ekonomisi­ni sürüklemiştir.

Ekonomi ve siyasette karar veri­cilerin plan, öngörü ve vizyon ko­nusunda istikrarlı yapılar kurma yönlü politikalardan dünya kon­jonktürünün de etkisiyle uzakla­şılmıştır. Bu tercih tarım toplu­mundan sanayi toplumuna geçişi biraz hoyratça yapılmış ve sonuç­ta köyden kente plansız göçler, çarpık kentleşme ile kalkınmaya yönelik yatırımlarında birbirini tamamlamayan bir resmi karşımı­za çıkarmıştır. Bugün geldiğimiz noktada elbette ki geçmişle muka­yese edilemeyecek düzeyde bir sa­nayiden bahsetmek mümkündür ancak bu gelişim global dünyada yerimizi üst gelir grubu ülkeler arasına taşımamaktadır.

Geldiğimiz nokta da;

-Tarımsal kalkınma ve geliş­menin yarım kalması ve bugün enflasyon sürecinin temel para­metrelerinden olması sonucuyla bizi karşı karşıya bırakmıştır.

-Nüfusun göç dinamiğinin et­kisiyle belli şehirlerde yoğunla­şan nüfus dengesiz bir yapı orta­ya çıkarmıştır. Örneğin ihracatın, üretimin, nüfusun vb değerlerin ilk 10 ilde toplanması gibi.

-Eğitim süreçlerinin ülkemiz için en büyük doğal kaynak oldu­ğu gözden uzak tutulmamalıdır. Ülkemiz görece enerji ithal ede­rek üretim yapan bir yapıda ol­ması, çalışabilir nüfusunun bu konuda yetişmiş, eğitimli nüfu­su en önemli kaynak haline getir­mektedir. Ancak bu kaynağın et­kin kılınabilmesi doğru eğitim ile sisteme kazandırılması ile müm­kündür. Bu konu özellikle üreti­mimizin yüksek katma değerli üretim ve yüksek teknolojili ih­racat yapabilmesi de bu eğitim perspektifinden geçen bir nüfus­la olacaktır. Burada ara eleman sorunu, bugün reel sektörümüzü nasıl olumsuz etkilediği de bili­nen bir gerçektir.

-Ülkemiz sanayi toplumu sü­recine gecikmiş olabilir ama bilgi toplum sürecine yetişebilir. An­cak bunun için öncelikle bir plan çerçevesinde hangi sektörlerle büyüyeceğimiz, hangi coğrafi böl­geler öncelik taşıyacağı, nasıl bir insan kaynağına ihtiyaç duyaca­ğımız, buna bağlı olarak da eğitim sistemimizin nasıl şekillendirile­ceği (ilk, orta, lise, üniversite da­hil) yönetilmelidir.

-Bu perspektif yatırım karar­larının yönetilmesinde etkili ol­malı ve ara mal ithalatına bağım­lı üretim anlayışının azaltılması için gerekirse kamunun öncülü­ğünde yatırımlar planlanmalıdır. (Örneğin temel sektörlerimizin girdisi demir-çelik ve petro kim­ya ürünleridir)

Kısıtlı bu yazı alanımda müm­kün olduğunca toparlamaya ça­lıştığım ekonomideki yapısal so­runların devamını sonraki yazıla­rımda vurgulamaya çalışacağım, ancak son manşet olarak, Türkiye ekonomisinde çözümlenmesi ge­reken yapısal sorunlar;

a) İhracat yaparken ithalat yap­mak zorunda olması,

b) Ekonomi büyürken cari açık vermesi

c) Bu sürecin yönetilmesi için yabancı sermaye getirmek zorun­da olması,

d) Vergi politikasının daha di­namik hale getirilmesi (dolaylı vergi azaltılmalı siyasete rağmen, bütçe dengesinden vazgeçilme­mesi),

e) Dünya rekabet sistemine uy­gun bir eğitim sisteminin kurul­ması,

f) Tarımın gelişmesi ve tarım çalışanlarının zenginleşebilmesi,

g) Hukuk sisteminin adil, şeffaf uluslararası normlara uygunluğu­nun sağlanmasıdır.

Son söz: Gelişmenin bedeli­ni bir dönem ödemeyen toplum­lar, az gelişmişliğin bedeli devam­lı öder.

Tüm yazılarını göster