Tüneldeki ışıkla başlayan tartışma

Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ ala.aktas@gmail.com

Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz 19 Haziran 2009 tarihinde yaptığı konuşmada "Tünelin ucunda bir ışık görünüyor, ama bu ışık çıkışı mı gösteriyor, üstümüze gelen bir arabayı mı? O yüzden ihtiyatı elden bırakmamak lazım" dediğinde ne kadar da çok eleştirilmişti. Hatta hızını alamayanlar, "Merkez Bankası'nın görevi olacaklar hakkında kamuoyunu bilgilendirmek, bu yüzden gelen ışığın ne ışığı olduğunu söyleme görevi de Merkez Bankası'nındır" diyecek kadar ileri gitmişlerdi. Oysa Merkez Bankası'nın söylediği çok basitti: "Gidişat fena görünmüyor, ama öyle tüm sorunları geride bırakmış gibi sevinmenin alemi yok, ihtiyatı elden bırakmamak gerekir."

Bir benzetme yapılmıştı ya, bu konu ısıtılıp ısıtılıp Başkan Yılmaz'ın önüne konuldu. "Başkan acaba aynı görüşünü koruyor muydu, üstümüze gelen ışık halen bir araba olabilir miydi, yoksa artık durum netleşmiş miydi?" Kesin bilemeyiz elbette ama, sanırız Başkan Yılmaz bu benzetmeyi yaptığına yapacağına pişman oldu.

Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, geçen yılın aralık ayına gelindiğinde daha iyimser bir tablo çizdi; ekonomide bir büyüme ve düzelme süreci başladığını, ancak bunun yavaş ve kademeli olacağını söyledi.

Merkez Bankası, küresel krizden çıkışın öyle sanıldığı kadar kolay olmayacağını dile getirdikçe sanki hükümete muhalefet eden bir kurum gibi algılandı. Eleştiriler bitmek bilmiyordu. Hem zaten kurun düşük seyretmesinin, bu yüzden ihracatçıların sıkıntıya girmesinin sorumlusu da Merkez Bankası değil miydi… Kur eleştirilerine bir de ekonomide moralleri bozma eleştirisini eklemek hiç de zor olmadı.

Ama "münafıklar" bitecek gibi değildi doğrusu. Durmuş Yılmaz'ın tüneldeki ışık benzetmesini tartışıldığı günlerde TRT Türk'te yaptığım bir programa konuk ettiğim OYAK Genel Müdürü Coşkun Ulusoy, dünyanın küresel krizden tam anlamıyla ancak 2015 yılında çıkabileceğini söylediğinde, acaba yılı yanlış mı anladım diye bir kez daha sormuştum. Ulusoy 2015'i ikinci kez vurgulamış, krizden çıkışın hiç de kolay olmayacağını ve yıllar alacağını söylemişti.

Şimdi durup dururken geçmişe neden mi döndük, bu konuşmaları, değerlendirmeleri neden mi hatırladık… Aslında durup dururken değil; son günlerde Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın ısrarla vurgulamaya çalıştığı ikinci dip tehlikesi ya da daha yumuşatarak söyleyelim, ikinci dip olasılığı bize zamanında "hele durun, sorun henüz geride kalmadı" diyen bu isimleri ve değerlendirmelerini bir kez daha hatırlattı.

Babacan uyarılarını bugünlerde çok sıklaştırmış bulunuyor:

-Merkez bankalarının yüksek miktarlarda likiditeyi piyasaya sürmüş olması, bunun getirdiği endişeler, kaygılar, likiditenin getireceği büyümeden daha fazla zarar verebilir. Çünkü bunun geri döneceği ortada. Bu şekilde devam ederlerse doların değerinin ne olacağı çok ciddi sorgulanmaya başlanacaktır. Bana göre yolun da sonuna gelindi.

-Birçok büyük banka (yurtdışında) merkez bankalarının sağladığı olağanüstü miktarda kaynakla ayakta duruyor. Bugün bu kaynaklar geri çekilirse, birçok banka yarın kapılarını açamayacak. Bu sorunların çözülmesi yıllar, bazı ülkelerde on yıllar alacak.

-Banka kredileri (bizde) bir yılda 370 milyar liradan 480 milyar liraya çıktı. Yani hızlı genişleme var. Burada bir risk görüyoruz. Hızı biraz düşürmekte fayda var, diye düşünüyoruz.

Tüneldeki ışığın üstümüze gelen araba olabileceği uyarısıyla başlayan tartışma yeniden alevleneceğe benziyor. Bir ara, "tamam artık, gördüğümüz üstümüze gelen arabanın farı değil güneş ışığı" diyerek rahatlamıştı ki, bu kez "araba farı" uyarısını en yetkili ağız olan Başbakan Yardımcısı Babacan'dan örtülü biçimde duymaya başladık. Ama bundan rahatsızlık duymak değil, tam tersine hükümetin ekonomik sorunların farkında olduğunu görerek mutlu olmak gerekiyor. Farkındalık, önlem getiriyor mu, ya da bu önlemler yeterli mi, o ayrı bir tartışma konusu. Ama en azından bir sorunun varlığını görebilmek iyiye işaret; bu sorunun varlığını itiraf edebilmek ise bir erdem. 

Tüm yazılarını göster