Donald Trump’ın yeniden başkanlık koltuğuna oturması, iklim krizi ve çevre politikaları açısından büyük endişelere yol açtı. Trump, daha önceki başkanlık döneminde Paris İklim Anlaşması’ndan çekilmiş, fosil yakıt kullanımını teşvik eden politikalara ağırlık vermiş ve bilimsel gerçekleri reddeden söylemleriyle çevre aktivistlerini ve bilim insanlarını karşısına almıştı. Bu seçim sonucu, COP29’un tartışma gündeminde de büyük yankı buldu. Şimdi dünyanın gözleri, küresel iklim mücadelesinde atılacak bir adımın daha geriye mi gideceği yoksa önlem almak için daha da kararlı olunacağına mı çevrildi.
Trump, her zaman ekonomik kalkınma ve enerji bağımsızlığı adına çevresel düzenlemeleri geri çektiğini savundu. Ancak bu yaklaşım, ABD’nin en büyük karbon salımı yapan ülkelerden biri olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Trump’ın politikaları, doğrudan petrol ve doğal gaz endüstrilerini desteklerken, yenilenebilir enerjiye yapılan yatırımları baltaladı. COP29’da da vurgulandığı üzere, ABD’nin bu tavrı, küresel sıcaklık artışını 1.5°C seviyesinde tutma hedefine ulaşmayı neredeyse imkansız hale getirecek.
COP29’un açılışında konuşan Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, “Küresel ısınmanın durdurulması için artık dakikalarımız bile sayılı. Her karar, her politika, ya geleceği kurtaracak ya da felaketi hızlandıracak” diyerek ABD'nin rolüne dikkat çekti. Yabancı basında da sıkça dile getirilen endişe, Trump’ın ikinci döneminde çevre düzenlemelerinin tamamen ortadan kaldırılabileceği ve Paris Anlaşması’ndan tekrar çekilme ihtimalinin yüksek olduğudur. Özellikle New York Times ve The Guardian gibi önde gelen gazeteler, Trump’ın çevre politikalarının ‘bilim karşıtı’ olduğunu ve iklim değişikliğiyle mücadeleyi ciddi şekilde zayıflattığını belirtti.
Trump yönetiminin fosil yakıtları desteklemesi, sadece çevresel yıkımı hızlandırmakla kalmıyor, aynı zamanda yeşil ekonominin de büyümesini engelliyor. COP29’da sıkça dile getirilen bir başka endişe de bu oldu: Yeşil enerjinin küresel bir norm haline gelmesi için gereken teşvikler Trump’ın politikalarıyla geri plana itilecek gibi görünüyor. Avrupa Birliği başta olmak üzere birçok ülke, yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yaparak karbon emisyonlarını azaltmayı hedeflerken, ABD’nin bu yarıştan çekilmesi, küresel çabaları da zayıflatabilir.
Trump’ın seçilmesinin ardından dünya genelinde, özellikle gençler arasında bir protesto dalgası başladı. COP29’da da, Greta Thunberg liderliğindeki genç aktivistler, dünya liderlerine ve Trump’a yönelik sert eleştirilerde bulundular. “Geleceğimiz satılık değil” sloganları eşliğinde yapılan protestolar, genç neslin çevre konusunda giderek daha radikal talepler dile getirdiğini gösteriyor. Bu durum, Trump yönetimiyle ciddi bir çatışma doğurabilir, zira Trump çevresel düzenlemeleri zayıflatmayı bir ekonomik avantaj olarak görüyor.
Yabancı basında dikkat çeken bir diğer konu ise Trump’ın yeniden seçilmesinin uluslararası işbirliği üzerindeki olası etkileri. Paris İklim Anlaşması’nın ruhu olan ‘ortak ama farklı sorumluluklar’ prensibi, Trump’ın politikalarıyla zarar görebilir. Almanya Başbakanı Olaf Scholz, COP29’da yaptığı konuşmada, “ABD’nin sorumluluktan kaçması, diğer ülkelerin de taahhütlerini yerine getirme isteğini azaltabilir” diyerek endişelerini dile getirdi. The Guardian, ABD’nin bu tavrının, özellikle gelişmekte olan ülkeler için iklim finansmanı ve adaptasyon fonlarının azalmasına neden olabileceğini belirtti.
Trump’ın politikaları, kısa vadede ekonomik fayda sağlasa da, uzun vadede dünya genelinde milyonlarca insanı etkileyen iklim felaketlerini tetikleyebilir. COP29’un kapanış bildirgesinde yer alan şu ifadeler oldukça dikkat çekiciydi: “Bilimsel gerçekler değiştirilemez, ancak politikalar değiştirilebilir. Doğa, müzakere etmez.” Bu mesaj, Trump yönetimine doğrudan bir çağrı olarak yorumlandı.
Trump’ın seçilmesi, birçok ülkede alarm zillerinin çalmasına neden oldu. Çevre aktivistleri ve bilim insanları, önümüzdeki dönemde daha fazla dayanışma ve daha güçlü eylemler bekliyor. Zira küresel ısınma, eriyen buzullar ve yükselen deniz seviyeleri, politikaları ve liderleri beklemiyor. Trump’ın iklim krizi karşısında yeniden iktidara gelmesi, küresel bir felaketin habercisi olabilir mi? Bu sorunun cevabını zaman gösterecek, ancak dünya artık bekleyecek durumda değil.
Trump’ın yeniden seçilmesi, COP29’da yeşeren umutları karanlığa sürükleme potansiyeli taşıyor. Ancak bu durum, iklim krizine karşı verilen mücadelenin duraklayacağı anlamına gelmiyor. Aksine, daha geniş çaplı bir direnişi ve dayanışmayı tetikleyebilir. Bilim insanları, aktivistler ve genç nesiller, Trump’ın politikasına karşı daha güçlü bir ses çıkarmaya hazırlanıyor. Bu seçim, tarih kitaplarına ya çevresel felaketin başlangıcı ya da küresel bir uyanışın miladı olarak yazılacak. Çünkü doğa, liderlerin kararlarını beklemiyor ve geri dönülemez noktaya hızla yaklaşıyoruz. İklim krizi ile mücadelenin kaderi, Trump gibi liderlerin inkar politikalarını aşma cesaretine sahip olup olmadığımıza bağlı. Dünya şimdi bir seçim yapıyor: Felaketi mi kabulleniyoruz yoksa direnişle tarihi mi yazıyoruz?