TOBB'un GDO biyogüvenliği çalıştayı "güven sorununa" yeni

Yavuz DİZDAR yavuz.dizdar@dunya.com

Geçen hafta söz verdiğimiz gibi, TOBB tarafından düzenlenen Biyogüvenlik Kanunu, Uygulamaları ve Sektöre Etkileri başlıklı çalıştayı izledik. Çalıştayın açılış konuşmasını yapan TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu, 1950'den bu yana dünya nüfusunun üç kat artmasına karşılık tarım alanlarının yarı yarıya azaldığını söyleyerek, bu alanda başarılı Çin ve Hindistan gibi ülkelerin topraklarını tarım alanı olmayan petrol zengini ülkelere kiralamakta olduklarını belirtti. Hisarcıklıoğlu dünya nüfusunun her yıl 70 milyon, yani bir Türkiye kadar arttığını, buna ABD gibi ülkelerin biyoyakıt üretiminin de eklendiğini, bu nedenle buğday fiyatlarının yüzde 74, mısır fiyatlarının ise yüzde 87 arttığının altını çizdi. Beri yandan enerji fiyatlarındaki artışın da tahıl fiyatını artırmakta olduğunu, çünkü üretimin nihai tüketiciye erişiminin de petrole dayalı olduğunu söyleyen Hisarcıklıoğlu, dünya su tüketiminin yüzde 70'inin tarımda kullanıldığını belirtti. Hisarcıklıoğlu, et ve gıda talebinin artacağını, hatta gıda talebinin nüfus artışının da üzerinde olacağını; bu nedenle konunun sadece gıda güvenliği olmadığını belirtti. Gıda sektörünün hala yatırım fakiri olduğunu dile getiren Hisarcıklıoğlu, ekilebilir yeni alanlar bulunamayınca verimin artırılması gerektiğini, özellikle GDO'lu ürünler konusundaki endişelerin giderilmesi gerektiğini açıkladı. Gıda sektörünün 2010'da 190 milyar liralık değeri ile 2009'a göre %18 büyüdüğünü ve 370.000 kayıtlı istihdam bulunduğunu açıklayan Hisarcıklıoğlu, buna karşılık bölgemizdeki 632 milyarlık pazardan sadece yüzde 1 pay aldığımızı, oysa yıldız sektörlerden birine dönüşebileceğimizi sözlerine ekledi.

Açılış konuşmalarında söz alan Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Vedat Mirmahmutoğulları ise "Gıda son derece stratejik bir sektör. Üç savaş var, biri petrol, diğeri su ve üçüncüsü de gıda arz ve yönetimini kontrol etme savaşı. Artık yatay bir büyüme mümkün değil, teknoloji ve Ar-Ge yapmamız lazım. Dünyada pirinçten tahıla doğru bir değişim var. Bir milyar insan aç yatarken, 1.5 milyar insan aşırı beslenmekte. Genetiği değiştirilmiş organizmalar, dışarı kapmalar nedeniyle doğal ortamı da tehdit ediyor, risk katlanarak büyüyor. Böyle bir durumda gen kaçımı çok büyük bir risk olacak" dedi. Tohumculuk Kanunu ve Bitki Islahçılık Kanunu'nun bu nedenle çok önemli olduğunu vurgulayan Mirmahmutoğulları, "Biyogüvenlik Yasası'nı çıkarırken çok eleştiriyle karşılaştık, gıda sanayi de korktu. Biyogüvenlik Yasası'nı çıkarmakla sektör sorunlarla karşı karşıya kaldı, yem sanayinde yüzde 90 çözdük, ama gıda sanayinde çalışıyoruz" dedi.

Biyogüvenlik Kurulu bağımsız, ancak analizler Tarım Bakanlığı'nın uhdesinde

Biyogüvenlik Kurulu Başkanı Prof. Dr. Hakan Yardımcı ise "bağımsız" bir kurul olduklarını, bu şekilde kurulduklarını ve bu şekilde çalıştıklarını özellikle vurgulayarak sözlerine başladı. Yardımcı'nın sözlerine göre, kararlar başvuru şeklinde olmamakta, özgür iradesiyle çalışmakta, buna karşılık gereken analizler Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından yürütülüyor. Biyogüvenlik Kurulu bir ülkesel karar merci ve karar Resmi Gazete'de yayınlanıyor. Kurul dokuz üyeden oluşuyor, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'ndan dört (iki bakanlık, biri üniversite, biri sivil toplum örgütü), Çevre ve Orman Bakanlığı'ndan iki, Sağlık, Sanayi ve Dış Ticaret bakanlıklarından da bir kişi bulunuyor. Sekreterya için TAGEM görevlendirilmiş. 150 kişilik bir uzman havuzu var, 11 kişiden oluşan komiteler görevlendiriliyor. Kurul başvuruları 90 gün içerisinde değerlendirilmek durumunda.

TOBB GDO'da taraf değil, ancak "ne ekersek onu biçeriz" kuralı her zaman geçer kanundur

TOBB bu çalıştayı GDO değil, kanun konusunda bir iç tartışma toplantısı olarak düzenlemeyi amaçlamış. Bu durumu özellikle vurgulayan Türkiye Gıda Sanayi Meclis Başkanı Necdet Buzbaş, bu nedenle geçen haftaki yazımızda sözünü ettiğimiz "taraflılık" durumunun kesinlikle söz konusu olmadığını özellikle vurguladı. Sayın Buzbaş'ın sözlerine inanıyoruz ve sizinle paylaşıyoruz. Ancak özellikle Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Kontrol Koruma Genel Müdür Yardımcısı Dr. Ahmet Arslan'ın nedense hemen her soruya karşı bir savunma durumuna düşmesi, GDO'lar konusunda olan ikilemin Biyogüvenlik Yasası konusunda da sürdüğünü göstermekte. Koruma Kontrol genel Müdürlüğü olarak 2010 yılı itibarıyla 12.133 GDO analizi yapmışlar, 180-200 arasında uygun olmayan ürün saptanmış, 2011 yılı içinse gıdada 2143 analiz yapılmış ve 16 üründe GDO tespit edilmiş (hangi ürünler olduğu özellikle sormamıza rağmen yanıt bulamadı).

O nedenle "taşların hala havada olması" toplantıya katılanlarda (gerek endüstri gerekse izleyici) zaten mevcut olan güven sorununu doğrudan pekiştirmekte. Endüstri ise GDO'lar konusunda anlattığımız bütün sağlık risklerine rağmen tutarlılıktan ve bilimsellikten uzak bir savunma konumunu sürdürüyor. Tam da bu nedenle "ulusal gıda güvenliği" gibi parlak isimlerle bezenmiş topun nihai olarak sallanabileceği bir kurul arayışında. Oysa sorun bunu tüketen halkın sorunudur. Halk GDO'lu ürün yemek istemiyor. Konu aslında o kadar açık ki, çevre riskleri de dikkate alındığında, bunun başlı başına bir referandum konusu olabileceği bile ortada. Ne var ki, mesele TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu'nun dediği gibi, "tarım alanlarının giderek azalması" olduğunda, öncelikle birinci sınıf tarım arazilerine kurulan fabrikalara, TOKİ konutlarına bakmamız gerekiyor. Her aileye üç çocuk yapması önerilirken, bu çocukların nasıl sağlıklı besleneceği, okutulacağı ve istihdam edileceği sorusuyla da yüzleşmeliyiz. Sadece tarımda değil, hayatın bütününde "ne ekersek onu biçeriz" kuralı geçerlidir.

Tüm yazılarını göster