Teşvikler yapısal dönüşüme yaramalı

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Geçen haftaki yazımızda, uzun zamandır beklenen, hazırlıkları kamu ve özel kesim arasında tartışılarak olgunlaşan ve şimdiye kadarki toptancı ve yavan rejimlerden farklı olarak stratejik bir kurgusu olan yeni yatırım teşvik sisteminin açıklanan genel çatısını ele almış, kriz tahribatına yönelik diğer politika tedbirleriyle birlikte paketin bazı özelliklerine ve muhtemel bazı etkilerine değinmiştik. Aslında hukuki çerçeve tam olarak bilinmeden, yani öngörülen tedbirler ile ilgili mevzuat düzenlemeleri tamamlanmadan kesin sonuçlara varmak, kapsamlı değerlendirme yapmak yanlış olur. En fazla bir ay içinde tamamlanacağı belirtilen bu düzenlemeler, öyle anlaşılıyor ki orta vadeli ekonomik program ve kesinleşecek gerçekleşmeler ışığında yenilenecek 2009 bütçesi revize beklentileri ile birlikte kamuoyunun bilgisine sunulacak. Bir bakıma iyi de olacak, zira ekonomik yavaşlamanın durdurulması mevzuat düzenlemelerinden önce güvenin oluşturulmasına bağlı.

İç talep ve gerçekçi büyüme modeli şart

Gerçekten de ne kadar doğru kurgulanırsa kurgulansın sadece teşvik tedbirleri ile yatırımların artması sağlanamaz. Çünkü öncelikle yapılacak üretimin yeterli talep ile karşılanacağına, ya da hiç değilse görülebilir gelecekte bu talebin oluşacağına yatırımcıların güvenmesi gerek. Özellikle son üç çeyrekte optimal sayılan yüzde 80 kapasite kullanım oranının çok altında seyreden sanayi üretimi ortadayken bu ihtiyaç daha da açık. KDV ve ÖTV indirimlerinde de süre doluyor. Bütçe açığı ve borçlanmada sınırsız bir manevra alanı bulunmadığına göre, birbiriyle çelişen pek çok hedefi bir arada gözeten hassas ve özenli para ve maliye politikalarının tutarlı bir şekilde uygulanması gibi çetrefil bir zorunluluk ile karşı karşıyayız. Hele artık umulandan daha büyük bir daralma ile sonuçlanacağı belli olan 2009'u atlatmayı sağlayacak bir IMF anlaşması da yapılmayacaksa, 2010 ve sonrasını güvenceye alacak bir büyüme stratejisinin yapı taşlarını ortaya koyma konusunda hükümetin sorumluluğu artıyor ve zamanı azalıyor.

Dani Rodrik'in de vurguladığı gibi sadece dış kaynak girişine endeksli bir büyüme modeli, değerli yerli para ve büyüyen cari açık çıkmazına sürüklediği için sürdürülemez. Başta Ege Cansen olmak üzere pek çok kesim ve bu arada ihracatçılar tarafından savunulan "düşük faiz yüksek kur" politikasının da bir başka çıkmaz olduğu, özellikle bizim ekonominin yapısal özelliklerinde kronik enflasyona yol açtığı geçmişte görüldü. Yani gerçekten kalıcı bir yüksek performans istiyorsak (ki hızla artıp işsiz kalan aktif nüfusumuz bunu dayatıyor) artık toplumsal olarak ayak sürümekten vazgeçip verimli bir üretim yapısı ile yüksek katma değer yaratıp bunu ihracata yönlendirmek zorundayız. Ar-Ge konusunda son yıllarda artan bilince ve yasal çerçeveye rağmen bugünden yarına teknoloji üretiminde köklü değişim sağlayamayacağımıza göre kısıtlı kaynaklarımızı teknoloji ithaline yöneltmek ve ücretleri verimlilik parametresine  bağlamak zorunlu görünüyor.

KOBİ'lere odaklanma doğru

Bu açıdan yeni teşvik rejiminin açıklanan master planında doğru tercihler var. Bunlardan biri de KOBİ'ler konusunda bir odaklanmaya işaret eden düzenlemeler. Bir yandan daha düşük maliyetli bölgelere taşınacak tekstil ve deri sektörü işletmelerine yüzde 75 kurumlar vergisi indirimi ve SSK işveren payı desteği sağlanması, diğer yandan geç te olsa KOBİ ölçeğindeki firmaların finans erişimini kolaylaştıracak Kredi Garanti Fonu kurulması, ayrıca halen TBMM'de görüşülen ve anlaşıldığına göre torba kanunun ilgili maddesi Genel Kurul'da onaylanan KOBİ birleşmelerine vergi teşviki (üç yıl için kurumlar vergisinin yüzde 5'e indirilmesi ve birleşme krının vergiden istisna edilmesi) hep ölçek büyümesine ve verimliliğe yol açacak politikalar.

Daha önce de yazmıştık, bu tedbirlere paralel olarak hayat pahalılığının daha düşük olduğu bölgelerde daha düşük asgari ücret uygulamasına gidilmesi de ciddi şekilde düşünülmelidir. Evet, Çin gibi sefalet ücretleri uygulayamayız ama işsizliğin çığ gibi büyüdüğü ülkemizde katı bir ücret rejimini sürdürmek te pek akılcı değil.

Kısa vadede iç talebin nispeten canlı tutulması için de, bütçe maliyeti pahasına, seçici olarak bazı alanlarda dolaylı vergi indirimlerine devam edilmesi de isabetli olacak.

Büyük projelere sağlanacak teşvikler ise, hem kârların yeniden yatırıma aktarılması, hem de krize rağmen halen var olan ve fırsat arayan dış tasarrufların çekilmesi için yararlı olacak. Son zamanlarda uluslararası kuruluşların Türkiye'ye yönelik kredi limitlerini yükseltmeleri de iyiye işaret.

Soru işaretleri

Başta da söylediğimiz gibi açıklanan tedbirlerin güdülen amaçlara ne kadar cevap verdiğini anlamak için biraz daha beklememiz gerekecek. Söz gelişi kredi Garanti Fonu ile ilgili bir soru işareti, KOBİ'lerde sorunun şu anda krediye erişimden daha çok kredi talebinin düşüklüğü haline gelmesi. Ayrıca stratejik önem taşıyan enerji ve eğitim ile Türkiye'nin karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu ve istihdam/gelir yaratma etkisi yüksek turizm, tarımsal endüstri gibi alanların sistemin dışında bırakılmış olması yanlış gibi görünüyor.

Bölgeler ve iller bazında seçilen sektörlerin karşılaştırmalı üstünlükler ve rekabet gücü kriterlerine ne ölçüde dayandığı da ayrıntıda tartışılması gereken bir konu.

İlk defa yapısal bir dönüşümü hedeflemiş görünen bu sistem değişikliği, kayıtlılık oranını artırıp vergi tabanını genişletecek bir gelir vergisi reformuyla bir an önce desteklenmeli ve vazgeçilen gelirler telafi edilmeli.

En önemlisi, yapılan sistem tasarımının yatırımların gerçekleşme sürecinde gözetim ve denetimini üstlenecek kurumsal bir kapasite kurulması ile desteklenmesi gereği. Çokça konuşulan sanayi envanteri, bu süreçte yeterli bilgi altyapısını sağlamazsa, öteden beri yakındığımız kaynak israfları yeniden ortaya çıkabilir.

Tüm yazılarını göster