Temel performansı ve algıyı yükseltmek

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Geçenlerde bir köşe yazarı, sanırım Cüneyt Özdemir idi, Türkiye'de ekonomi gazeteciliğinin giderek kaybolduğundan, bunun yerine şirket haberlerinin allanıp pullanarak konulması eğiliminin yaygınlaştığından yakınıyordu. Yine basına verilen bir demeçte bir özel kesim yetkilisi ülkenin hep öngörülemeyen bazı gizli güçlerinin ve dinamiklerinin olduğunu, bu nedenle öngörülen riskleri abartmaya gerek olmadığını vurguluyor, saygın bir piyasa iktisatçısı da Türkiye'nin büyüme temposundan korkmaması ve herkes sıkıntıdayken yakaladığı bu büyük fırsatı kaçırmaması gerektiğinin, zaten sermaye akışının da devam edeceğinin altını çiziyordu. Bu yılı da yüzde 10'a yaklaşan bir gelir büyümesiyle kapatacak olmamız toplumun refah düzeyi açısından kuşkusuz sevindirici, ancak uzmanların ve ilgililerin konuyu bir sade vatandaş naifliği ve coşkusuyla ele almaları, sürdürülebilirlik boyutunu ise tümüyle yok saymaları biraz düşündürücü. Neyse ki olumlu sonuçlardan en fazla pay çıkarması gereken sorumlu politikacılardan gelen yorumlar çok daha ölçülü ve temkinli.

Nasıl bir büyüme?

Tabii ki hepimizin temennisi yüksek büyüme temposunu sürekli kılarak gelişmiş ülkeler ile aramızdaki refah farkını, hem de mümkün olan en kısa sürede, kapatmak. Tereddüt yaratan nokta, büyümeyi yaratan faktörlerin ne kadar kontrolümüz altında olduğu. Dahası, kendi dinamiklerimizde ve tasarruflarımızda da aynı ölçüde bir gelişme olup olmadığı. Yanıt olumsuz ise sevincimiz bugün ile sınırlı kalabilir, yarından emin olamayız. Hal böyleyken göreli başarıyı bitmeyen bir övünme ve kutlama şölenine çevirme eğilimi, öngörülen ya da öngörülemeyen gelişmelere hazırlıksız yakalanma ve potansiyel riskleri göz ardı etme ihtimalini arttırabilir.

Üstelik gelişmiş ülkeler bloğunun bunca yıldır süren ve AB lideri Merkel'in açıklamalarının gösterdiği gibi muhtemelen daha uzunca bir zaman sürecek olan sıkıntılarına rağmen, artık daha genel bir kabul gören bölgesel güç potansiyelimizi hayata geçirmekte aldığımız mesafe fazla değil. Dün olduğu gibi bugün de tek temel üstünlük kaynağımız, genç yani aktif çalışma çağındaki nüfusumuzun büyüklüğü. Zaten büyüme performansımızı belirleyen tüketim canlılığının arkasında da bu var. Ancak bu tüketim artışının dış borçlanmaya ve dış tasarrufa bağlı olması, yurtiçi katma değer artışı ile desteklenmemesi, söz konusu performansın kalıcılığı ve geleceği açısından küçümsenmemesi gereken bir kısıt yaratıyor. Kaldı ki bunu küçümsemek ya da göz ardı etmekle kazanacağımız bir şey de yok.

Tüketime sağlıklı kaynak

Haksızlık etmeyelim, dünyadaki ve ülkedeki ekonomik sorunları ve gelişmeleri daha objektif bir perspektif ile irdeleyen, duygusal ve yüzeysel değerlendirmelerden uzak duran pek çok yorumcu ve yazar da var. Ancak onların dikkati ve ilgisi de daha çok kısa vadeli ve konjonktür yönetimi ile ilgili politikalara yoğunlaşıyor. Oysa yol haritamıza ışık tutacak ve düze çıkmamızı belirleyecek temel performans alanları bir yandan yurt içindeki mal ve hizmet üretimini daha yüksek verimlilik düzeyinde, daha rekabetçi bir şekilde, daha fazla tasarruf imkanı yaratarak gerçekleştirmek, öte yandan  ülkenin dış dünya nezdindeki algısını daha fazla küresel kaynağı çekebilecek düzeye yükseltmek; bu konularda bugünkünden çok daha yoğun düşünmemiz, tartışmamız, çalışmamız gerekiyor.

Aslında küreselleşmenin bugün ulaştığı aşamada tüketicinin egemenliğinin, onun nitelik değiştirerek pasif değil aktif hale gelmesiyle, yoğunlaşması beklenen bir gelişmeydi. Bu yönden üretim birimlerinin yani işletmelerin konumunun da daha edilgen bir hale kayması sürpriz değil. Dolayısıyla tüketicinin ve tüketimin daha fazla önemsenmesi de doğal.

Ne var ki tek bir dünya devleti söz konusu olmadığına ve toplumlar ulus devletler şeklinde örgütlendiğine göre, tüketimin kaynaklarının da ülkenin imkanlarıyla tedarik edilmesi şart. Bu tedarikte kesinti ve aksama olmaması, yurtiçinde yüksek katma değer sağlayacak verimli ve kaliteli üretimin varlığına bağlı. Böyle bir üretim için yapılacak yatırıma iç kaynakların hareketlendirilmesi ve dış kaynak cezbedilmesi ise başta nitelikli işgücü, sağlam hukuk güvencesi ve gelişmiş altyapı olmak üzere bir dizi kurumsal koşulu gerektiriyor.

Övünmek yerine başarmak

Kabul etmeliyiz ki hiçbiri küresel bir başarı hikayesi yaratamamış ülkelerden oluşan bir bölgesel coğrafyada nispeten daha gelişmiş bir ekonomiye sahip olmakla yetindiğimiz sürece işimiz zor. Temel üstünlüğümüz olan insan kaynağını donatmak için hayati önem taşıyan eğitimi dahi stratejik öncelik haline getiremeyişimizin ve eğitimin kalitesi bir yana, süresi gibi kaba göstergelerinde bile ülkeler liginde çok gerilerde kalışımızın izahı yok. Bilim, teknoloji ve yenilikçilik gibi rekabetçi üretimin temel yapı telaşı olan faktörleri bu eğitim kapasitesiyle geliştirmemiz kolay olmayacak.

Oysa son on yıldaki performansımız ve kriz sonrası gelişmiş ülkelerin içine düştüğü kaos ile önümüzdeki fırsat penceresi açık durmaya devam ediyor. Yeter ki önceliklerimizi ve stratejilerimizi netleştirip zaaflarımızın ve kırılganlık yaratan yapısal arızaların üzerine gidelim. Bunu yaparken kendimize güvenelim ama gerçekçi de olalım. Bizi krizin dışında tutan sağlam finans sistemimizin de yeterince güçlü ve gelişmiş olmadığını unutmayalım. Uzun soluklu reform çabalarına hız verirken, belirsizlikte yön arayan küresel yatırımcıların karar süresini hızlandıracak yaratıcı çözümleri de ihmal etmeyelim.

Hedefimiz övünmek değil daha fazla başarmak olsun!…

Tüm yazılarını göster