Teknokratlar başarısız olursa söz sırası aşırı sağcılara gelir

DİDEM ERYAR ÜNLÜ YAKIN PLAN didem.eryar@dunya.com

Teknokratlar başarısız olurlarsa ne olur? Uzmanların bu soruya verdikleri cevap; aşırı sağ partilerin yönetime geleceği yönünde. Avrupa genelinde sağ partiler ciddi bir yükseliş içinde. Bu partiler gerek Brüksel'deki, gerek Wall Street'teki, gerekse kendi ülkelerindeki elitlere karşı çıkıyorlar. Küreselleşmeye, müslüman ülkeler başta olmak üzere göçe kötü bakıyorlar.

Avrupa Merkez Bankası yönetiminin ardından, İtalya ve Yunanistan'da hükümetler teknokratlara emanet edildi. Onlardan beklenen krize çözüm bulmaları. Euronun yaratıcısı olan teknokratlar, insani ve kültürel unsurları dikkate almamakla suçlanırken, zor durumdaki hükümetlerin başına getirilen teknokratlardan mucize bekleniyor. Teknokratların en büyük özelliklerinin başında yabancı ülkeleri tanımaları ve piyasaları anlayabilmeleri geliyor. Öte yandan çok uzun bir politik kariyer hedeflemediklerinden, daha cesur kararlar alabiliyorlar.

Teknokrasi, alınan kararları bireylerin veya kitlelerin ihtiyaçları değil, mevcut teknik imkânların etkilediği yönetim modeli olarak tanımlanıyor. Siyasi kurumların iktidarı, teknokratlardan oluşan 'uzmanlar kuruluna' devrediliyor. Siyasi ve ekonomik süreçler bilime ve rasyonalizme dayandırılıyor. Bu görüşü savunanların hareket noktası, kompleks ekonomik hayatta siyasilerin bu ekonomik yapıyı denetleyemez hale geldiği görüşü.

Teknokrasi ilk olarak bir komünist düşünce olarak ortaya çıktı: İktidar prolateryadayken,  yönetim uzmanlara bırakılacaktı. Siyasete bilimin karışması düşüncesi daha sonra kapitalizmde de popüler oldu.

Tarihe baktığımızda, teknotratların beceriksiz siyasetçilerin neden olduğu karmaşayı çözmekte başarılı olduğunu görüyoruz. Fakat Yunanistan ve İtalya'nın yeni liderleri için durum farklı. Onların sorunları, euro bölgesinin tasarım hatalarından, Brüksel'de yapılan yanlışlardan kaynaklanıyor. Bu sorunlara çare bulmak seneler sürebilir. Öyle ki bu teknotratların siyasi ömrü buna yetmeyebilir...

Dikkat çekici benzerlikler

İtalya'da hükümeti kuran Mario Monti; Yunanistan'da hükümeti Lucas Papademos ve Avrupa Merkez Bankası'nun yeni başkanı, yine bir teknokrat olan Mario Draghi arasında oldukça dikkat çekici benzerlikler var.

Her üçü de ekonomist ve ABD'de eğitim almışlar.

Her üçü de Avrupa Birliği bürokrasisinin üst düzeylerinde çalışmışlar.

Monti ve Draghi, Goldman Sachs bünyesinde görev almışlar.

Piyasa uzmanlarına göre bu özellikler piyasaları mutlu ederken, küreselleşme karşıtlarını rahatsız edecek nitelikte. Ama yine de tüm dünya onlardan mucize bekliyor.

Monti gibi birisine ihtiyaç vardı

Rome Luiss School of Government Direktörü Sergio Fabbrini'ye göre, Mario Monti, İtalya'nın tam da ihtiyaç duyduğu isim. Fabbrini Le Figaro'da yer alan görüşlerinde "Berlusconi'nin 'devlet' kavramı yoktu. O'nun için özgürlük, para kazanma özgürlüğü anlamına geliyordu. Yapabildiği tek şey orta sınıflara, yeni zenginlere daha kolay bir hayat yaşayabilecekleri umudunu vermek oldu. Düşünceler üzerine kampanya yapmadıi fakat kendisini bir ürün gibi sattı" yorumlarında bulunurken, Monti hakkında ise şunları söylüyor: "Mario Monti bu zor dönemi yönetebilecek en iyi isim. Monti benzersiz bir ekonomist, Avrupa Komiseri olarak derin bir deneyime sahip. Bu süreçte siyasi partilerin vereceği tepki de büyük önem taşıyor. Eğer 2013 seçimlerine kadar geçecek süreyi, kendilerini yeniden tanımlamak, daha rekabetçi bir seçim yasası çıkarmak ve daha modern bir siyaset politikası oluşturmak için kullanırlarsa, Monti'nin işini kolaylaştırırlar." 

Hükümetler sorumluluk sahibi olmalı

Yunanistan'da hükümetin başına gelen 65 yaşındaki Lucas Papademos, güçlü bir akademik ve finans kariyerine sahip, Yunanistan'da saygı gören bir isim.  Avrupa Merkez Bankası eski başkan yardımcısı olan Papademos, Yunanistan Merkez Bankası başkanlığı sırasında Yunanistan'ın euroya geçme sürecini yönetti. Papademos, o dönemde yaptığı açıklamalarda,  euronun Avrupa ve Yunanistan için makro ve mikroekonomik avantajlarının sayısız olduğunu dile getirmişti.

2010 yılında Papandreu'nun danışmanı olan Papademos, hükümetlerin kendi borçlarını kontrol altına almaları; Avrupa Merkez Bankası'nın devlet fonlarına müdahalesinin hükümetler için "avanta" olarak değerlendirilmemesi gerektiğini de belirtmişti.  

Devamlılık, tutarlılık ve güvenilirlik

Avrupa Merkez Bankası'nın yeni başkanı Mario Draghi'nin öncelik verdiği üç temel konu ise devamlılık, tutarlılık ve güvenilirlik.

Draghi devamlılık ile, orta vadede fiyat istikrarını korumayı ifade ediyor. Tutarlılık, temel hedefler ve belirlenen strateji doğrultusunda hareket etmek anlamına geliyor. Güvenilirlik ise, para politikasının orta ve uzun vadede enflasyon beklentilerini yerine getirmesi ile ilgili. Draghi, sürdürülebilir büyüme, istihdam yaratma ve finansal istikrara açısından bu unsurların vazgeçilmez olduğuna inanıyor. "Güvenilirlik kazanmak uzun ve zor bir süreç. Bunu korumak sürekli bir mücadele gerektiriyor. Fakat güvenlilirliği kaybetmek an meselesi. Yeniden kazanmak ise, çok büyük bir ekonomik ve sosyal maliyete yol açıyor" yorumlarında bulunan Draghi, Avrupa'nın ihtiyaç duyduğu önemli bir diğer unsurun da güçlü ekonomik yönetim olduğunu dile getiriyor.

Sağcı partiler yükselişte

Peki,  teknokratlar başarısız olurlarsa ne olur? Uzmanların bu soruya verdikleri cevap; aşırı sağ partilerin yönetime geleceği yönünde. Gözle görülen kılavuz istemez. Avrupa genelinde sağ partiler ciddi bir yükseliş içinde. Bu partiler gerek Brüksel'deki, gerek Wall Street'teki, gerekse kendi ülkelerindeki elitlere karşı çıkıyorlar. Küreselleşmeye, müslüman ülkeler başta olmak üzere göçe kötü bakıyorlar. Ülkelere tek tek bakacak olursak;

. Yunanistan'da seçmenlerin dörtte biri aşırı sağ partileri desteklediklerini ifade ediyorlar. Yüzde 8'lik bir oran ise milliyetçi sağ partilere yöneliyor.

. Fransa'da Marine Le Pen'in liderliğini yaptığı aşırı sağcı Ulusal Cephe 2012 seçimlerinde oldukça etkili olacak gibi görünüyor. Ulusal Cephe kampanyasında Fransa'nın eurodan ayrılacağı; gümrük vergilerinin yeninden uygulanacağı; Schengen anlaşmasının sona erdirileceği gündeme geliyor.

. Hollanda'da Geert Wilders'in genel başkanlığını yaptığı aşırı sağcı Özgürlük Partisi, kamuoyu yoklamalarında ikinci sırada. Wilders, Avusturya'nın euroyu bırakması ve eski para birimine geri dönmesini savunuyor. Ülkede yapılan kamuoyu araştırmaları Hollandalıların euroya geçmiş olmaktan pişmanlık duyduklarını ortaya koyuyor.

. Avusturya'da aşırı sağcı Özgürlük Partisi, iktidardaki Halk Partisi ile çekişecek gibi görünüyor.

. Finlandiya'da milliyetçi True Finns hızla yol katediyor ve seçimlerle kolaylıkla yüzde 20'nin üzerine çıkabilecek gibi görünüyor.

Tüm bu gelişmeler felaket olmasa da, oldukça kötü bir ekonomik ortamda gündeme geliyor. Avrupa'da bankaların iflas ettiği, insanların paralarını ve işleri kaybettikleri bir senaryoda, umutsuz seçmenler çok daha yoğun bir şekilde aşırı sağcı partilere yönelebilirler. Çünkü bu partiler Avrupa Birliği'nin savunduğu tüm değerlere, çok kültürlülüğe, uluslararası kapitalizme, ulusal sınırların ortadan kalkmasına, ulusal para birimlerinin yok olmasına karşılar. Teknokratların yapması gereken ulusal ekonomilerinde istikrar sağlamak; sermaye piyasalarını sakinleştirmek ve yeni bir krizin daha yaşanmamasını sağlamak. Bu zorluklar karşısında ne derece uzun ömürlü ve başarılı olacaklarını ise zaman gösterecek.

Tüm yazılarını göster