Takıntılar ve krizle mücadele programları

Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI dunyaweb@dunya.com

Birçok ülke, küresel ekonomik kriz ile mücadelenin, sadece iktisadi olumsuzlukları (büyüme, işsizlik gibi) ortadan kaldırıp, mevcut düzenle yeniden büyüme trendine girme çabası olarak algılanamayacağının farkına varmış durumda. Bu ülkelere uluslararası kuruluşları da katabiliriz. Nitekim bu kuruluşların en muhafazakarları arasında yer alan Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası da kriz çözmek için yeni bir iktisadi şekillenmeye ihtiyaç olduğunun farkına varmış durumdadır. Bugüne değin yapılan, ekim ayında da İstanbul'da yapılacak olan toplantının temalarından birisi de budur.

Krizin yarattığı yıkımı ortadan kaldırabilmek için ve iktisadi istikrarı yeniden sağlamak için kurumların ve ülkelerin iktisada ilişkin bazı ezberleri bozulmaktadır. Ancak bu düşünce yapısı henüz tümü ile etkin hale gelebilmiş değildir. Dünya ekonomisine yön veren ülkelerin önemli bir kısmı, yaşanan krizin diğer krizlerden farklı olduğunu algılamış durumda. Bundan dolayı da krizle mücadelelerini dönemsel ayırımlar çerçevesinde yapmaktadırlar. Yani krizle mücadele programları kısa, orta ve uzun dönemli yapılmaktadır. Bazı ülkeler bunu yaparken, krizin sona erdiğinde dünya ekonomisinin farklı analiz yöntemleri ile değerlendirilmesi gerektiğini düşünmekteler.

Küresel boyutta değişim sancıları çekilen bir dönemde Türkiye bu sürece yansız kalmayı tercih etti. Türkiye, krize girdiğini algılamakta gecikmesinin yanında, krizin nasıl bir kriz olduğuna ilişkin bir paradigma da geliştiremedi. Politik karar vericiler ve kimi iktisatçılar ülkede yaşanan krizin nedeninin küresel kriz olduğunu yani sadece dış dinamiklerden kaynaklandığını düşünmekte, iç dinamikleri reddetmeye devam etmektedirler. Nitekim bu politikaların belgesi olan Orta Vadeli Program, bu düşünce temelinde yazılmış gibi durmaktadır.

Programın belki de en önemli özelliği, hükümetin nihayet, krizin büyük bir kriz olduğunu kabul etmiş olmasıdır. Bu önemlidir. Çünkü, Türkiye krizin kabulü konusunda çok zaman kaybetmiştir. Ancak hükümet krizi hâlâ sadece küresel kaynaklıklı görmektedir. Programda krizin iç dinamiklerini ihmal etmeye devam etmektedir.

Programın açmazlarının başında, dünyada kamu bütçe açıklarının artacağına ilişkin öngörü yapılmasına karşın, bu durumun Türkiye'ye yansımaları konusunda yeterli bir analiz yapılmamasıdır. Programda gelecek üç yıl da tedrici olarak büyümesi öngörülen ekonominin mevcut bütçe açığı ile nasıl finanse edileceği belli değildir. Anlayabildiğimiz kadar büyümenin finansmanı da yine uluslararası kısa süreli sermaye hareketlerine bağlı kılınmaktadır. Bu tercih yaşanan krizden kuramsal ve iktisat politikaları açısından yeterli çıkarsamanın yapılmadığını göstermektedir.

2010-2012 yılları arasında dünyada işsizlik artarken Türkiye'de işsizlik oranının nasıl düşürüleceği sorusuna programda açık net bir yanıt verilmemektedir. Program döneminde 1.200 milyon kişiye istihdam yaratılacağı ifade edilmektedir. Oysa, kriz sürecinde 1.250 milyon kişinin işini kaybettiği göz önünde bulundurulduğunda, bu rakamın işsizliği azaltmayacağı kolaylıkla görülecektir. Çünkü programda işsizlik sorunu ekonomideki büyümeye, büyüme de özel sektöre havale edilmiştir. Ancak özel sektör, büyümenin lokomotifi olma koşullarına sahip olmadığı gibi, kimi yapılacağı belirtilen iyileştirmelerin nasıl ve ne zaman yapılacağı ise belli değildir.

Diğer yandan Urfa'daki çiftçi de, Kocaeli'ndeki sanayici de, yetişmiş işgücü bulamamaktan şikayetçidir. Buna karşın Türkiye, ilköğretiminden yükseköğretimine, eğitimi ideolojik temelli yürütmektedir. Urfa'da Ekonomik Koordinasyon Kurulu toplantısında ziraat odaları temsilcileri bölgeye veteriner isterken yükseköğretimde kontenjanları artırılan ve yeni kurulması için girişimde bulunulan fakülteler ilahiyat fakülteleri olmaktadır. Normal bir ülkede böyle bir durumun açıklanabilmesi mümkün değildir.

Programda net bir şekilde ortaya çıkan bir başka olgu ise, maliye ve para politikasını yürüten kurumlar arasında uyumun zayıf olduğu gerçeğinin netleşmesidir. TCMB'nin mevcut krize rağmen sürdürdüğü olağan dönemde bile hedeflediği enflasyon oranından yüzde yüz sapan enflasyon programına bağlılığı bunun açık göstergesidir.

Programın diğer hedeflerini de sıralarsak "Orta Vadeli Program"ın özünü ortaya koymuş oluruz:

· Kayıtdışılıkla mücadele edileceği ifade edilmekte, ancak programda buna ilişkin bir hedef ve politika önerisi bulunmamaktadır.

· İhracat teklemektedir. Miktar bazında ihracattaki düşüşün değer bazına göre daha az olduğu ifade edilmektedir. Basit bir dille biz aynı miktarda mal satarken daha az gelir elde ediyoruz. Bu fakirleştiren ihracattır. Ancak bu gerçek programda gösterilmemektedir.

· İşsizlik oranındaki artışın nedenleri arasında nüfus artış hızının yüksek olması gösterilmektedir. Hükümet çok çocuklu (üç çocuklu) aile yaratma modelinden vazgeçmekte midir? Bu da belli değildir.

· Programın belki de en önemli hedefi, maliye politikasında mali kurala geçilme hedefinin koyulmasıdır. Mali kurala geçiş bugün karşı karşıya kaldığımız bütçe açıklarının azalmasını sağlayacaktır. Ancak mevcut koşullarda uygulanabilirliği zor gözükmektedir.

Bu bağlamda, Orta Vadeli Program hedefsiz olmaktan öte, belirlediği hedeflere bile ulaşmakta yetersiz kalacak bir programdır. Bunun temel nedeni kuramsal yöntem ve temelden yoksun olması ve takıntılar üzerine kurgulanmış olmasıdır.

Tüm yazılarını göster