Soru sormadan alkış tutanlar

Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ rustu.bozkurt@dunya.com

İnsanlar akıllarını başkalarına emanet edip, "bir bilenin" peşine takıldıklarında "ortak aklın enerjisi" maddi ve kültürel zenginlik üretilerek insan yaşamı kolaylaştırılabilir mi? Hiç kuşkusuz üretebilir, ama tam, doğru, kaynakları verimli kullanan bir üretim yapılamaz.

Bireylerin "nesne" olmaktan çıkarak "özne" olması tam da bu noktada önemli hale gelir.

Bireyin özne olmasının iki bileşeni vardır: Birincisi, içinde bulunduğu topluluğun bütün değerlerini, beklentilerini ve davranışlarını sorgulayabilmesidir… İkincisi, piyasanın dayattıklarına direnç gösterebilmesi.

Bireyler, topluluklar ve toplumlar duygusallık seline kolayca kapılabilir. O zaman "soru sormadan alkış tutma" yaygınlaşır; kitlelerin derinliklerine kök salabilir.

Soru sormadan alkış tutma eğilimi, yönetimleri "rasyonel  kararlardan" uzaklaştırır.

Aklı başkalarına emanet etme, bir kitlesel olgu haline geldiğinde, gidişatı uzun dönemli gelecek açısından tehlikeli bulan, kanaat önderleri harekete geçer.

Süper güç ABD'den, somut bir örnek vererek düşüncelerimizi ilerletebiliriz.

Obama öncesinde ABD'yi ekonomik krize sürükleyen etkenleri araştıranlar, sonuçlar üzerine bir dizi rakamı tartışmak yerine, niteliksel etkileri aradıklarında bazı genellemelere ulaştılar:

. Ekonomik örgütler insan icadı oldukları halde, "piyasanın görünmez" elinin gücü bir "inanç" haline getirildi. Ekonomik örgütlerin bir "doğal fenomen" gibi algılanması "soru sormadan alkış tutan" kitleler yarattı.Modernleşmenin iki bileşeni olan özgürlük ve akılcılıktan ilki önemsenirken, ikincisi neredeyse unutulur hale geldi. Aklı inançlara ve ideolojilere emanet etme baskın bir eğilim olarak güç kazandı.

. Ekonomide birikim sistemini köklü biçimde değiştiren bilim ve teknik gelişmelerin yarattığı sürekli büyüme, farklı seçimleri olan ve gelecek inşa etmek isteyen "liderlerin" yetişmesini önledi. Pragmatizm, uzun dönemli gelecek öngörülerini önemsemedi; günü kurtarma anlayışı öne çıktı.

. Sürekli büyümenin yarattığı "…her şey yolunda gidiyor" algılaması, "açgözlülük ve sorumsuzluğu" beslerken, toplumsal düzenin vazgeçilmez aracı olan "gözetim ve denetim" mekanizmalarının önemini unutturdu.

. Sağduyuyu gölgeleyen anlayışlar, baskın hale gelince, sloganlar ciddi fikirlerin yerini aldı. İnsan ve sermaye kaynaklarının üretebileceğinin çok ötesinde bir tüketim kalıbı pompalandı; popüler kültüre dayalı tüketici değerleri, beklentileri ve davranışları hakim olmaya başladı.

. Başta ABD olmak üzere, ekonomideki güç merkezleri "kibir ve üstünlük inancının" etkisiyle "öngörmek ve önlem almak" için enformasyon, koordinasyon ve odaklanma yerine, başına buyruk davrandı.

Obama seçim kampanyası yürütürken, söz konusu hakim anlayışı eleştirerek,  "…en iyi savunma, aileleri, yerel toplulukları ve kurumları, bilgilendirip donatmaktır. Federal hükümet bu tehdidi anlamak için istihbarata yatırım yapacaktır" diyordu.

Obama'nın önerdiği aslında "akılcı davranma modeli" idi… Akılcılık, eğilimlerin yarattığı fırsat ve tehlikeleri öngörme, eğilimler baskın hale gelmeden, kendi olanak ve kısıtlarımızla dengeleme işidir.

Obama da bugüne kadar söylediklerini hayata taşıyamadı. İşin o yanını, başka bir zaman tartışalım. Şimdi şu sonuç üzerinde düşünelim diyorum: Bireyin "nesne" olmaktan çıkarak "özne" olması iki alanda bağımsız olmasını gerektirir. Biri, topluluk değerleri, beklentileri ve davranışlarından… Diğeri, piyasa sisteminin mekanizmalarının dayattıklarından…Her ikisi de bizi bir bilenin peşinden sürüklenme yerine, aklı kullanarak sorgulamaya taşır…O nedenle piyasanın görünmez elinin gücünden yararlanalım; ama yönetişimin görünen elinin ürettiği yararı da görmezden gelmeyelim…

Tüm yazılarını göster