Sonu kestirilemeyen gidiş

İlter TURAN SİYASET PENCERESİ dunyaweb@dunya.com

SİYASET PENCERESİ / İlter TURAN Bu haftaki yazımızın "Sonu Kestirilemeyen Gidiş" başlığını gören okuyucularımın herhalde aklına ilk gelen, ülkemizin siyasi durumuna ilişkin bir değerlendirme ile karşılaşacaklarıdır. Kendilerini üzmek mecburiyetindeyim, sonu kestirilemeyen gidişler salt ülkemize özgü değil, yerküremiz de sonu nereye gittiği belli olmayan bir yolda. İklim değişikliklerinin hızlandığı, buzulların erimeye başladığı hepimizin malumu. Bunun altında küremizi çevreleyen hava tabakasında başta karbondioksit sera gazlarının miktarının artmasının yattığı söyleniyor. Vahim olan, bu bilgiye sahip olmamıza rağmen, durumu değiştirecek bir şeyler yapmaktan uzak bulunmamız. Sanayi ötesi toplumlar, özellikle Birleşik Devletler, çevreyi korumak için yeterli fedakarlık yapmaya hazır görünmüyorlar. Bu ülkelerin tüketim malı ihtiyaçlarının büyük bölümü başta Çin ve Hindistan olmak üzere yeni sanayileşen ülkelerden karşılanıyor. Gelişen sanayileri sayesinde refahları artmaya başlayan, işsizliği azalan fakir ülkeler, gelişmelerden şikayetçi değil. Dünyadaki fert başına gelir dağılımındaki dengesizlikler devam etse bile, geçmişle karşılaştırıldığında durumu iyileşen insanlar mutlu. Mevcut durumdan herkesin mutlu olduğunu söylemek yine de zor. Bir kere, dünyanın maddi kaynaklarına talep artarken, bu talebi karşılayacak yeterli kaynağın şimdilik bulunmaması birçok malda fiyat artışlarına yol açıyor. Gündelik yaşamımızda bu artışı en kolay hissedebildiğimiz yer petrol ve doğalgaz fiyatlarındaki yükselmedir. Fakat bu artışın başta demir-çelik, bakır ve kimyevi maddeler olmak üzere hemen her alanda görüldüğünü bilmemiz gerekiyor. Son günlerde aynı sıkıntının gıda maddelerinde de hissedildiğine şahit olduk. Bir yandan artan tüketim baskısı, diğer yandan iklim koşullarının bozulmasının etkisi insanlığı bir beslenme sıkıntısına doğru götürüyor. Hükümetimiz, pirinç fiyatlarındaki yükselmeleri spekülatörlerin oyunu olarak niteledi. Birkaç gündür yurtdışındayım. Ne zaman televizyonu açsam, dünyaya yayılan gıda maddesi sıkıntısını işleyen programlarla karşılaşıyorum. Bir sorun yok, piyasayla oynayanlar var demek acaba ne kadar doğru? Beni düşündüren genel soru şu: Dünya kaynaklarını hoyratça tüketerek elde ettiğimiz refahı sürdürmek mümkün gözükmüyor. Kaynak kullanımını denetlememiz, çevreyi korumamız zorunlu. Pekiyi, bunun için gerekli özveri yükü nasıl paylaştırılacak? İster demokrasiyle yönetilsin, ister otoriter yönetim altında olsun, her siyasi sistem, toplumdan destek almak zorunda. Dolayısıyla, konu özveriye gelince, her ülke külfetin başkaları tarafından yüklenilmesini istiyor. Buna karşılık kimin ne kadar yük taşıması gerektiğini belirleyecek uluslararası bir düzenleme mekanizması da bulunmuyor. Bir tıkanma ile karşı karşıyayız. Bu tıkanmanın aşılmasını daha da zorlaştıracak bir başka sorun da, dünyadaki gücün yeniden dağılım sürecine girmesi ve bunun getirdiği belirsizliklerdir. Amerika tekrardan tek güç olmaktan uzaklaşmayı kolaylıkla benimseyebilecek midir? Amerika ve Avrupa; Çin ve Hindistan gibi ülkelere daha geniş yer açabilecekler midir? Bu barışçıl bir yolla mı, yoksa zorlamalar, çatışmalarla mı olacaktır? Bilemiyoruz. Ben bakınca, dünyada sonu kestirilemeyen bir gidiş görüyorum. Size de öyle gelmiyor mu?

Tüm yazılarını göster