Son gelişmeler ışığında 2009 büyümesi

Fatih ÖZATAY EKONOMİDE UFUK TURU dunyaweb@dunya.com

Krizde geldiğimiz noktayı incelemek açısından bazı grafiklerle başlayayım bu ayki yazıya. Grafikleri seçerken de gelişigüzel davranmayayım, daha önceki yazılarımda değindiğim dört kanala odaklanayım: İç kredi, dış kredi, ihracat ve ekonomiye duyulan güven. Aylar öncesinden beklediğimiz, iç ve dış kredinin daralması, ihracatın ve güvenin azalmasıydı.

İlk grafikte mevduat bankalarının toplam yurtiçi kredilerinin haftalık gelişimi var. 2008'in ocak ayının ilk haftasından bu yana olan dönem resmediliyor. Ekim sonuna doğru zirveye ulaşıyor krediler, sonra da düşüyor (Grafik 1). Benzer bir gelişme tüketici kredileri için de geçerli (Grafik 2).

Toplam ihracatımızın 2000'den bu yana aylık gelişimi ise Grafik 3'te yer alıyor. Daha oynak olan eğri ihracatın kendisini, düzgün olanı ise her ay için son üç ayın ortalamasını gösteriyor. TÜİK aralık ayı verilerini henüz yayınlamadı, ama TİM verilerini TÜİK verilerine uyarlayarak bu grafiği çizdim. Beklendiği gibi ihracat baş aşağıya gidiyor.

Dış kredi ve güven azalıyor

Dış kredi kanalındaki gelişmeler de sevimli değil. Dış kredilerdeki gelişmeleri ödemeler dengesi verilerinden izliyoruz. Ekim ayına kadar olan veriler, dış kredilerdeki azalmayı henüz belirgin biçimde göstermiyordu bizlere. Özellikle yeni açıklanan kasım ayı verileriyle birlikte beklenen ne yazık ki 'nihayet' oldu; dış kredilerdeki kötü gidişat kendini rakamlarda da hissettirmeye başladı.

Tablo 1'de bankalarımızın, Tablo 2'de ise şirketlerimizin yurtdışından aldıkları uzun ve kısa vadeli kredilere ilişkin bilgiler var. 2004-2007 dönemine ait veriler yıllık toplamı gösteriyor. 2008 karşısında yer alan değer ise ilk 11 ayın toplamı. Daha sonra, 2008 için ortalama değerler gösteriliyor: Sırasıyla son 11 ayın, son üç ayın ve son iki ayın aylık ortalamaları veriliyor. Son sırada ise kasım ayı değerleri var. Tüm değerler milyon dolar cinsinden.

Bankalara ilişkin tabloya bakarken akılda tutulması gereken husus şu: Bankalar, yurtdışından asıl olarak içeride dönüp şirketlerimize kredi açmak için borçlanıyorlar. Dolayısıyla, dış kredi kanalındaki tıkanmanın şirketlerimizi, dolayısıyla da üretim ve işsizliği nasıl etkileyeceğini değerlendirirken iki tabloyu birlikte dikkate almak gerekiyor. Sanırım tablolar yeteri kadar açıklar; öyle fazla yoruma ihtiyaç göstermiyorlar: Kısacası, gidişat iyi değil.

Konuya uzak olanlar için bir açıklayıcı not vereyim: Ödemeler bilançosunun üç ana kalemi var: 'Cari işlemler hesabı', 'sermaye hareketleri', 'net hata ve noksan'. Son ikisinin toplamının ilkine eşit olması gerekiyor. Yani, cari işlemler dengesinde açık veriliyorsa (mal ve hizmet ithalatı, mal ve hizmet ihracatından fazlaysa ve bu nedenle döviz ihtiyacı doğuyorsa) bunun dışarıdan borçlanarak karşılanması gerekiyor. Kayıt hataları nedeniyle oluşan fark ise 'net hata ve noksan' kaleminde yer alıyor. Dışarıdan nette ne kadar borçlandığımızı (yeni alınan borç ile geri ödeme arasındaki farkı) gösteren sermaye hareketlerinin ise dört ana kalemi var: 'Doğrudan yabancı yatırımlar', 'portföy hareketleri', 'diğer yatırımlar' ve 'rezerv hareketleri'. Tabloda verdiğim rakamlar 'diğer yatırımlar' kaleminin şirketler ve bankalara ait olan kısmı ile ilgili, sadece şirketlerin kullandıkları ticari kredileri katmadım. Bu da dahil edilirse sonuç değişmiyor, hatta daha çarpıcı hale geliyor.

Güvene gelince… Ne yönde hareket ettiğini incelemek için çok sayıda gösterge kullanılabilir. Özel yatırımların nasıl seyredeceği hakkında bize bilgi veren göstergelerden bir tanesi Merkez Bankası'nın reel kesim güven endeksi. Grafik 4'te bu endeksin seyri yer alıyor. Endeksin 100'ün altına düştüğü dönemler güvenin azaldığı dönemler. Ne kadar çok aşağıya düşüyorsa güven de o kadar azalıyor. Sanıyorum Grafik 4 de yeteri kadar açık. Ekonomimize duyulan yatırımcı güveni pek iç açıcı bir noktada değil.

Grafik 5'te ise bu defa tüketici güveninin nasıl seyrettiği hakkında bilgi veriliyor. Bu da bir endeks ve TÜİK ile Merkez Bankası tarafından hazırlanıyor. Endeksteki bir düşüş tüketici güveninin de düştüğünü ifade ediyor. Bu grafik de bize bir önceki hikâyeye benzer bir hikâye anlatıyor.

Büyüme tahminleri iyimser

Beklenen olumsuz gelişmeler dolayısıyla gerçekleşiyor. Ama önemli bir nokta var: Türkiye'ye ilişkin 2009 büyüme tahminleri hem küresel krizin gelişimi hem de bu veriler ışığında biraz iyimser kalıyor.

Küresel büyüme tahminleri sürekli aşağıya çekiliyor. Mesela, IMF bu ay içinde açıklayacağı yeni tahminlerin bir öncekine kıyasla daha düşük büyümeye işaret edeceğini belirtti. Türkiye'nin 2009 büyüme hızına ilişkin yapılan tahminler ilk yarıda küçülme olacağını gösteriyorlar. Üçüncü çeyrek büyümesinin yüzde 0 dolayında kalacağını, son çeyrekte ise hızlı bir toparlanma gerçekleşeceğini vurguluyorlar. Yılın tümü için yapılan tahminlerin orta noktası yüzde 0-0.5 aralığında. Elbette daha düşük, ya da daha yüksek büyüme hızı bekleyenler var. Ancak, bu aralığın altında bir büyüme olma riskinin daha kuvvetli olduğu üzerinde genellikle görüş birliği mevcut.

Bu tahminler hangi modellere dayanıyor çok açık değil öte yandan. Bir kısmı yargısal; diğer bir ifadeyle, bu tahminleri yapanların tecrübelerine, ellerindeki malumat setini kullanma becerilerine ve kafalarında çizdikleri modellere dayanıyorlar. Bir kısmının ise çok basit modellerden elde edildiği anlaşılıyor.

Buna karşın, teknik düzeyi yüksek modeller kullanan bazı kamu kurumlarından son gelişmeleri dikkate alan bir tahmin açıklaması duymadım ben. Merkez Bankası belki istisna olarak tutulabilir; ancak o da sadece potansiyel büyüme hızı ile gerçekleşebilecek büyüme hızı arasındaki farkın süreceğini belirtiyor. Enflasyon açısından önemli bir bilgi elbette, ama büyüme hızının ne olacağını söylemiyor bize, sadece yüzde 5'in önemli ölçüde altında kalacağı bilgisini veriyor.

Tüm bu tahminlerin IMF ile bir anlaşma yapılacağı bilgisinden önemli ölçüde etkilendikleri anlaşılıyor. Bu etki iki nedenle ortaya çıkıyor. Birincisi, bu anlaşmanın dış kredi gereksinimine bir ölçüde çare olacağı düşünülüyor. Ayrıca o çok gereksinilen güveni sağlayacağı varsayılıyor.

Oysa dış kredi sorununa IMF kredisiyle de hemen çözüm bulmak o kadar kolay değil. Gelecek IMF parası kamunun ve bir ölçüde bankaların dış borç geri ödemelerini rahatlatacak. Mesela Merkez Bankası isterse döviz mevduatlarından alınan zorunlu karşılıkları biraz daha azaltabilecek ve böylelikle bankalara bir miktar döviz aktarmış olacak. Hatırlarsanız, geçenlerde böyle bir operasyon sonucunda Merkez Bankası'ndan 2 milyar doları aşan tutarda döviz bankalara aktarılmıştı. Bu tür bir işlem bankaların dış borç geri ödemelerini rahatlatacak ama şirketlere doğrudan katkısı olmayacak. Tabii, eskisine göre biraz daha rahat olan bankalar şirketlere biraz daha 'şefkatli' davranabilirler; ama bu ortamda bu ek 'şefkat' etkisi sınırlı kalır.

Şüphesiz, IMF kredisinin kullanım biçimine ilişkin yeni bir mekanizma tasarlanabilir; şirketler kesimine de fon aktarılabilir. Ama böyle bir mekanizma şimdilik ortada yok. Daha önceki yazılarımda önerdiğim ve yurtdışında çalışan vatandaşlarımızın Merkez Bankası'ndaki döviz cinsi mevduatlarının bir fona ya da bankaya aktarılması önerisinin bu sorunu çözeceğini hatırlatarak geçeyim.

IMF dertleri bitirecek mi?

"IMF ile anlaşma yapılacak, dertler bitecek" görüşünün altındaki ikinci neden, muhtemelen, 2001 krizinden sonraki başarılı deneyimin dikkate alınması. Bu durumda bayağı iyimser olunduğunu belirtmek gerekir. İyimser, çünkü birincisi, ocak ayının ortasına geldik, yeni bir ekonomik programın sonuç vermesi için zamana gereksinim var.

İkincisi, küresel krize karşı IMF kendi geleneksel çizgisinin oldukça dışına çıkan reçeteler yazıyor. Ancak bu reçetelerin bizim gibi ülkelerde olduğu gibi uygulanması zor. Mesela kamu harcamalarını fazla artırma lüksümüz yok. Bunun yerine belli bir harcama sınırı altında, iç talebi en fazla uyaracak harcama kalemlerine öncelik vermemiz gerekiyor. Oyun alanımız dar kısacası.

Üçüncüsü, küresel krizin ne zaman ya da ne şekilde şiddetini azaltmaya başlayacağını kimse bilmiyor. Kriz yeni biçimler alabilir. Bu yeni biçimlere karşı yeni politikalar tasarlamak gerekir. Oysa sorumlu kişiler, bırakın önlem almayı, bir süre krizin bizi etkileyeceğini kabul bile etmediler. Bu performans, yeni kriz biçimleri karşısında yeni politikalar oluşturmak açısından umut verici değil.

Dördüncüsü, 2001'den çok farklı bir ortamdayız. O dönem ihracatı hızla artırmak şansımız vardı, çünkü dış talep açısından bir sorun yoktu. Oysa şimdi öyle değil. Dış talep yok, bu nedenle, mesela, otomotiv sektörü üretimi baş aşağıya gidiyor. Kısacası, azalan iç talebi dış talep ile ikame ederek büyüme hızını artırmak öyle kolay değil. Zaten bu durum Grafik 3'ten de açıkça ortaya çıkıyor. Yine 2001'den farklı olarak, uluslararası sermaye akımlarında önemli bir azalma var şimdi.

Bir diğer önemli farklılık da işbaşındakiler açısından. O dönemde, krize neden olmanın 'mahcubiyetiyle', çok tartışsalar da eninde sonunda programda yazılanlara uyuyorlardı. Kriz onları son derece korkutmuştu. Oysa şimdi anlaşılmaz bir 'küçük dağları biz yarattık' havası var. Yaşanabileceklerden arada sırada korkabilirler, ama yaşanabilecekler yaşanmadı, sadece birer ihtimal olarak ortadalar. Bu da edilgenliğe itiyor onları.

Sonuç olarak 2009 yılında ekonomimizin küçüleceğini beklemek en gerçekçi tahmin olarak görünüyor. Peki, ne kadar küçülecek? Bu değişken ortamda tahmin yapmak zor; tahminlerde büyük miktarda hata yapmak riski var. Ama yüzde 1 dolayında bir küçülmenin bile sevindirici olacağını sanıyorum. Kısacası, yüzde 1'lik bir küçülme tahmini iyimser bir tahmin gibi görünüyor. Daha fazla küçülme riski az değil.

Tüm yazılarını göster