Son dakika golü: Bir Fenerbahçe klasiği

Cem TOP SPOR ANALİZ cem.top@dunya.com

Akdeniz Üniversitesi Stadı’ndaki maçın ilk yarısı 1-1 bitince, aklımıza otomatikman “futbolun cilvesi” tanımlaması geldi. Mantık sınırlarını zorlayan skorlara karşı kullanılan bu tabir, deyim yerindeyse ilk 45 dakikalık bölüme cuk oturdu. Fenerbahçe devreye çok rahat biçimde 3 ya da 4 farklı önde girebilecek iken, bir karambol topunda Diarra’nın şans eseri ofsayttan kurtulmuş olması Antalyaspor’a devre biterken eşitliği getirdi. Maç öncesi yayıncı kuruluş mikrofonlarına taktik anlayışlarını açıklayan Samet Aybaba, hızlı ve direkt oynayarak toplu hücum yapan sarı-lacivertli ekibin zaaflarından yararlanmak istediklerini söylemişti. Peki, bu düşünce sahada işlerlik kazandı mı? Hayır. İleride Diarra’nın tek santrfor oynadığı ve gerisindeki üçlünün Tita, Insa ve Emrah’tan kurulu olduğu bir takım yapılanmasıyla uzun oynamak hele de yüksek toplar göndermek, Fenerbahçe defansının ekmeğine yağ sürdü. Samet Aybaba belki geride kompakt hatta gömülü diyebileceğimiz bir savunma bloğu çizmişti taktik tahtasına ama yeşil zemindeki durum epey farklıydı. Kalesine oldukça yakın oynayan bir defans dörtlüsü, orta alanda ikili kalan Uğur – Zeki ikilisi ve kopuk bir forvet hattı. Hal böyle olunca bloklar arasındaki geniş mesafede Fenerbahçe’nin istediği gibi top yaptığını, Antalyaspor’un ise kendi yapısal problemlerinden ötürü direnç koyamadığını gördük. Bilhassa her iki bek Caner ve Gökhan’ın hücuma çıkışlarıyla birlikte Antalyaspor yarı alanında bile sayısal anlamdaki üstünlük çoğu kez Fenerbahçe’ye geçiyordu. Burada sarı-lacivertlileri eleştirmemiz gereken tek nokta maçı koparacak pozisyonların cömertçe harcanması olabilir.

İkinci devrede tablonun epey değiştiğini söylememiz gerekiyor. Samet Aybaba’nın takımına yaptığı uyarılar ve değişen oyun anlayışı Fenerbahçe’nin işini epey zorlaştırdı. Bu da dakikalar geçtikçe sarı-lacivertli takımın daha fazla risk almasına dolayısıyla savunma güvenliğini ikinci plana atmasına yol açtı. Bu noktada gelmeyen gol Ersun Yanal’ı müdahaleye zorlarken, tecrübeli çalıştırıcının zaman zaman yaptığı üzere 4 forvetli düzene geçmesi ise Antalyaspor’u oyuna ortak etti. Selçuk oyuna dâhil olana kadar geçen zaman diliminde ev sahibinin tehlikeli kontrataklar geliştirdiğini ancak bireysel anlamda beceriksizlikler yüzünden üstünlüğü ele alamadığını söylememiz gerekiyor. Aslında Selçuk girdikten sonra da orta alandaki diğer iki partnerinin fizik düşüşü yüzünden çok katkı sağlayamadığı söylenebilir. Maçın kırılma anı olan 90.dakikada Diarra’nın “atması kolay kaçırması olay” pozisyonu değerlendirememesi ve dönen topun Emenike – Sow işbirliğinde Antalyaspor ağlarıyla buluşması, “şans” kelimesiyle ne kadar açıklanabilir? Hele de Fenerbahçe geride kalan 12 haftalık bölümde benzer golleri çokça atmış, benzer puanları çokça toplamışken? Fransız filozof Montesquieu, “Başarılı olmak için çaba gösterirsen şans seninledir. Tembeller için şans diye bir şey yoktur.” aforizmasını sarf ederken, bana kalırsa uygun koşulları hazırlamadan yani çalışmadan elde edilecek şeylerin şanstan öte mucize kabilinden değerlendirilmesi gerektiğine vurgu yapıyordu. Geçmiş 12 haftanın bize gösterdiği; Fenerbahçe’nin çok çalıştığı, 90 dakika boyunca rakiplerinden daha diri kaldığı ve oyunu çevirmek için gerekirse 4 santrforla oynamayı bile göze aldığı. Elbette bu durum mayıs ayına kadar sürmeyecek. Gün gelecek, Fenerbahçe beraberliği çevireyim derken golü kalesinde görecek ancak hedeflerin tek maç üzerine değil 34 haftalık bir maraton için konulduğu da çok açık.

Tüm yazılarını göster