Solun açmazları (2)

Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ debrovian@gmail.com

GLOKAL BAKIŞ / Gündüz Fındıkçıoğlu Bir ihtimal yüzde 51 oyla iktidara tek başına gelen işçi partisinin ertesi sabah durumu kavraması ve karşı karşıya bulunduğu güçlerin tasfiyesinin sadece yüzde 51 oyla mümkün olmadığını anlamasıdır. Bu durumda işçi partisi hızla reformizm yoluna girebilirdi veya çatışmayı seçebilirdi. Ancak, seçim başarısı gerçekleşseydi, devlet aygıtının ve sermayenin de önemli bir sorunla karşı karşıya kalacağı açıktır. Bu noktada tüm sınıflar için yeni bir stratejik alan açılacaktı ve muhtemelen yüzde 51 ve üstündeki oyun dahi toplumun temellerini değiştirmek için meşruiyet sağlamayacağı görülmeye başlanacaktı. Ama bu duruma asla gelinemedi ve asla hiç bir ülkede seçim kazanılamadı. Öte yandan, işçi sınıfının içinde hakikaten "proletarya" denebilecek bölmenin de sayıca giderek azaldığı, radikal taleplerin güç kazanmamasına bir de bu noktadan bakılabileceği ortadadır (haftaya devam edecek..). Devrimci bir yola giren sosyalist hareketlerin de eşit düzeyde önemli bir dilemması vardı. Bu hareketler demokratik bir ortamda kendisini kuran ve adım adım olgunlaşan bir işçi sınıfından ve onun politik pratiğinden yoksun toplumlarda varolabildi. Bu toplumlarda devrimci gruplar, devrim geciktiği takdirde, en iyisinden "ilahi ateşin sekter bekçileri" (Schumpeter) tarikatı olarak varolabilirler ve muhtemelen "öz bekçilerin" ve "daha da pürist bekçilerin" rekabetine maruz kalacaklardır. Bilindiği gibi pürist gruplar sürekli bölünür. Bekçi grubu işçi sınıfının bütünüyle bir kriz anında buluşursa başarılı bir strateji-taktik gamıyla gerçekten iktidara da gelebiliyor. En azından bu tip örnekler tarihi olarak yaşandı. Ama o zaman gerçek dilemma ortaya çıkacak ve bekçi tarikatı daha önce kolektif eylem sorununu çözerek kurumsallaştırmamış, sivil ve politik bir özne olarak henüz kendisini kurmamış, özne olarak varolmamış bir işçi sınıfının aslında "yok" olduğunu fark ederek, kolektif bir toplum oluşturma projesine uymayacak bir yola, kendisini hitap ettiği gücün yerine koyma yoluna (ikamecilik) gitmek zorunda kalabilecek. Bu durumda da bir zaman/dinamik sorunu doğacaktır: iktidarın sosyal tabanının büyük bir hızla yaratılması ve bu arada bürokratik bir skleroza uğranılmaması denenecektir. Muhtemelen bu olanaksız beklenti asla gerçekleşemez. Daha net olursak, devrimin gerçekleşmesi 'dipten gelen dalga' şeklinde patlayan bir işçi sınıfıyla mümkün olamıyorsa ve olduğu takdirde de işçi sınıfı muzaffer olamıyorsa, araya başka çelişkilerin üst belirlemesinin ve disiplinli bir aygıtın girmesi kaçınılmazdır. Ama bu da daha sonra gerçekleşmesi amaçlanan toplumsal vizyonla bağdaşmaz. Demek ki sosyalist politika hem seçim yolunda, hem seçim dışı yolda dilemmalarla karşı karşıya gelmekten kurtulamadı ve kurtulamazdı da. Daha 20. yüzyılın başında gelişmiş bir kapitalist toplumda pürist bir projenin herhangi bir yolla iktidara gelmesi, veya gelebilse bile vizyonunu gerçekleştirmesi mümkün değildi. Faşizm bir karşı örnek gibi görünebilir: ama Gramsci'nin "yoğunlaşmış küçük burjuva olarak Mussolini" nitelemesi faşizmin maalesef bir merkez projesi olabildiğine işaret etmiyor mu? Bu yoruma, ister fonksiyonel açıdan açıklanmaya çalışılsın ister nedensel açıdan irdelenmesi denensin, oy verme ve/veya siyasi katılımın sadece sınıf çağrısıyla gerçekleşmeyen, birden fazla belirleyicisi olan bir süreç/karar olduğunu eklemek gerekiyor. Sınıf aidiyeti asla sadece tek belirleyici olmadı. Sınıf önemliydi, ama tek önemli etken ol(a)madı.

Tüm yazılarını göster