Solun açmazları (1)

Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ debrovian@gmail.com

GLOKAL BAKIŞ / Gündüz FINDIKÇIOĞLU findikciog@tskb.com.tr Avrupa işçi hareketinin tarihi saf bir fikir, proje, temsil ve çıkar peşinde koşan siyasi partilerin kendilerini bir dilemmaya soktuklarını gösteriyor. Aslında, bazen ortaya bir dilemma bile çıkmayabiliyor. Yıllarca Liberal Parti'den (Tory) seçimlere temsilci ve parlamentoya mebus sokan işçi hareketi ancak kaçınılmaz hale geldikten sonra İşçi Partisi'ni (Labour) kurmaya karar verebilmişti. İngiliz örneğinde, ne devrimci yollara çağrıda bulunanların, ne de işçi sınıfını tek bir partide siyasi temsile ve politik konsolidasyona kavuşturmayı önerenlerin başarılı olduklarını görebiliyoruz. Seçim yoluyla sosyalizm fikrinin taraftar bulamadığı noktada devrim yoluyla sosyalizm fikri de taraftar bulamamıştı ve zaten işçi sınıfının bağımsız politik temsiline dahi karar verilemiyordu. Bağımsız bir sınıf partisiyle temsil edilmek ve "seçime dayalı sosyalizm" fikrine sahip çıkmak işçi temsilcileri ve sendikalar tarafından ancak ve ancak kaçınılmaz olduğunda, alternatifin Tory Partisi'nin destekçisi ve uzantısı olarak silinip gitmek olduğu noktada kabul edilebildi. Politik olgunluk, bağımsızlık ve temsiline baştan kavuşan işçi hareketlerindeyse seçime dayalı sosyalizm ve devrime dayalı sosyalizm yollarının her ikisi de kendi dilemmalarını sundular. Seçime dayalı sosyalizm her şeyden önce seçim başarıları elde etmek durumundaydı ve bunu yaparken işçi sınıfının farklılaşarak temsiline ve farklı kesimlerinin farklı kazanımlar elde etmesine aracılık etmek zorundaydı. Sosyalizm talebinin işçi sınıfının bütünü açısından aciliyetinin azaldığı bir patikaya girilirken, işçi partileri zaten bu yönde ilerleyen bir dinamiğin bizzat taşıyıcıları oluyorlar ve seçim başarıları elde ettikçe, sosyalizm perspektifinden giderek uzaklaşan bir sınıfın hem temsilcisi, hem yaratıcısı oluyorlardı. Burada bir geri besleme söz konusudur. Ayrıca işçi sınıfları asla toplumun kabaca 1/3'ünü aşan bir nüfusa ulaşamadıkları için, sadece sınıf aidiyetine dayalı bir seçim davranışının ortaya çıktığı varsayılsa bile, yüzde 51'i bulmak isteyen işçi partilerinin diğer sınıflara da hitap etmeleri zorunluluğu doğuyordu. Hem bu yüzden, hem de işçi sınıfının kazanımları bu sınıfı radikallikten uzaklaştırdığı için, işçi partileri "ideolojik reformizm" yoluna da girdiler ve işçi sınıfındaki reformist eğilimleri konsolide ederek güçlendirdiler. Bir kuşak içinde doğrusal olarak artarak sol partiyi tek başına iktidara taşıyacak seçim başarıları vizyonu bir noktaya gelip söndü. Seçimle gelerek topluma topyekun bir sosyal projeyi kabul ettirme vizyonu zaten sadece çok çabuk bir seçim başarısı halinde tahayyül edilebilirdi. Bu öyle bir vizyondu ki, vizyonun başarısı o vizyona yol açan dayanakların ortadan kalkmasıyla el ele gittiği için, gerçekleşmesiyle yok olması adeta eşanlı olmalıydı. İşçi sınıfının çeşitli parçalarının eşitsiz olarak temellük ettiği kazanımlar bu sınıfın topyekun bir sosyalist vizyon taşıyıcısı olmasını yavaş yavaş engellerken, bu sınıfın oylarının tek başına çoğunluk kazanmak için yetmemesi de orta sınıflara uzanmayı zorunlu kılıyordu. Süreç uzadıkça kazanımlar işçi hareketinin düzen içinde konsolide olmasını ve ideolojik olarak yumuşamasını zorunlu kıldı. Bu vizyon gerçekleşseydi ne olabilirdi? Haftaya.

Tüm yazılarını göster