Siyaset, ekonomi, kurumlar

Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ debrovian@gmail.com

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mezunlar Cemiyeti tarafından düzenlenen İktisatçılar Haftası başlıyor. Bu yıl haftaların 34.cüsü yapılıyor ve ilk İktisatçılar Haftası 1974 yılında düzenlenmiş. Haftanın başlığı Taşlar Yerinden Oynarken, 2010 Türkiye'sinde Siyaset, Ekonomi, Kurumlar. Kurumsal değişim temasının odak noktasını oluşturduğu paneller 3 gün sürecek. Her kesimden ve görüşten konuşmacıların davet edildiği paneller oldukça dengeli bir dağılıma sahip.  Geçen yıl yapılan iktisatçılar haftasında ben de konuşmacı olmuş ve krizi tartışmıştım. Bu yıl konuşmacı değilim: ama bugün haftanın alt başlığı olan siyaset-ekonomi-kurumlar bağlantısını ele alacağım. Bu bağlantıyı bir dizi gibi düşünürsek ve 3 öğeyi de birbiriyle bağlantılı, hatta doğallıkla bütünleşmiş bir kavram-alet bileşimi gibi ele alırsak Yeni Kurumsalcı diyebileceğimiz bir kalkınma iktisadı okulundan bahsetmeye başlayabiliriz. Örneğin Daron Acemoğlu, Simon Johnson, James Robinson, Alberto Alesina vb -pekçoğu 40 yaş kuşağı ekonomisti- buraya dahil edilebilir. Bir anlamda kadim ekonomi politiğin post-post-modern hali de diyebiliriz. Ekonomi daima siyasaldır; saf ekonomi yoktur, ekonomi daima ekonomi politiktir. Bir başka deyişle üretim ve bölüşüm, iktisadi etkinlik ve iktisadi adalet asla ayrılamaz. Ekonomi politik mutlaka Smith, Ricardo, Mill, Marx gibi klasik iktisatçılar bağlamında kullanılır dememeliyiz. Ekonomi politik neo-klasik anlamda da vardır, melez teorilerde de görülür ve post veya hibrid neo-klasik bir entelektüel dünyada da köşetaşı niteliğini koruyacaktır. Heterodoks neoklassisizmin de ötesini kastediyorum.

Nispeten eşitlikçi bir gelir dağılımının sürdürülebilir büyümeye engel oluşturduğu dönemin geride kalmış olması gerektiğini tekrar belirtmek gerekir. Bu görüş zaten Abhijit Banerjee (MIT), Daron Acemoğlu (MIT), Dani Rodrik (Harvard), Philippe Aghion (Harvard), Roland Bénabou (Princeton) ve daha birçoklarının uzun zamandır söyledikleriyle uyumlu sayılabilir. Aslında şunu söyleyebilmek çok hoş olurdu: "Belki de öyle bir dengenin eşiğindeyiz ki, bir taraftan daha adil bir gelir dağılımına soğukkanlılıkla karşı çıkanların şanssız bir yıldızın altında doğmuş olduklarını, diğer yandan da bu tür talepleri popülizme başvurarak karşılamak isteyenlerin uzun dönem politik yaşamlarının parlak olmayacağını söylemek mümkün. Aynı zamanda, Dani Rodrik'in "Demokrasiler, yüksek ücretler öderler" dediğini hatırlamanın zamanı yavaş yavaş geliyor ve bu yönde atılabilecek her adımın baştan popülizm olarak damgalanması politik arenayı canlandırma amacına hizmet etmeyecektir. Ve haksız gelir dağılımını hızlı büyüme için temel kabul edip, durumu "ilk(el) sermaye birikimiyle" izah etme zamanları artık geçmeye başlıyor. Sermaye birikiminin bu aşamasının geride kalmış olması gerekiyor." Ama bunu söyleyemeyiz, tam tersini söylemek çok daha gerçekçi ve zaten siyaset-ekonomi-kurumlar burada ve tam da bu nedenle önem kazanıyor. 

Bir geçiş ekonomisi, demek ki, uluslarası dışsal şokların ekonomik kurumların işleyişini kadük hale getirdiği ve iktisadi kurumları belirleyen siyasi güç dengesini değiştirdiği bir ekonomidir. Alternatif olarak, bir geçiş ekonomisi siyasi kurumların, yani sosyal sınıflaşma konfigürasyonunun, içsel olarak değişmeye yüz tuttuğu ve bunun büyük ölçekli bir siyasi depremle ortaya çıktığı bir ekonomidir. Üstyapının ve yapının artık birbirlerine uymamaları değişim için yetmez, uyumsuzluğun derecesinin, iktisadi kurumların etkinsizliğinden kaynaklanan ekonomik performans yetersizliğinin dayanılamayacak boyuta gelmiş olması da gerekir. Yeni doğan güçlerin ergenliğe ulaşması değişimin ana taşıyıcısı gibi görünebilir, ve değişim son tahlilde politiktir, ama ateşleme mekanizması faklı olabilir. İşin özü şudur: sosyal farklılaşma üstyapıdanyapıya giden bir zincir başlatır. Burada önemli olan yenilik değişimin zincirin herhangi bir halkasından başlayabileceğinin söylenmesi oluyor.

Benim okumam şöyle: ekonomik performans değişmek zorundaysa ekonomik kurumlar değişmelidir. Fakat ekonomik kurumları ve performansını uyumlu halde yeni ve daha etkin bir dengede buluşturacak dönüşüm için de jure ve de facto siyasi güçlerin el değiştirmesi şarttır. O zaman da hukuk sistemindeki değişiklikler dahi sistemik değişikliği hem ateşleyebilir, hem semptomu olabilir. Hukuk ve hükümet etme tarzı değiştikçe kaynak-servet-gelir dağılımını da etkileyecek ve derindeki siyasi-ekonomik güç amalgamının dayandığı sosyal farklılaşma da yön değiştirecektir. Böylece optimaliteden uzak bir kurumsal çerçevede kilitlenip kalmış ve kimlik açısından da iki arada bir derede gibi görünen bir ülke (a torn country) aniden bir geçiş dönemi ülkesi-ekonomisi görünümüne geçebilir. Bunun olması için eski statükoyu muhafaza eden ve yukarıda şematize edilen zincirin herhangi bir yerinden kırılması yetecektir. Performans yetmiyorsa bu her an olabilir çünkü üretici güçlerin gelişmemesinin (büyümemenin?) artık dayanılmaz bir eşik noktası olacaktır. Ülkenin tüm modus operandi'sinin değişeceği derin bir yapısal değişikliğin semptomlarını görüyoruz. Jargonun önemli olduğu ölçüde, Daron'un veya diğer terminolojinin "durum değişkenleri", hangisi benimsenirse benimsensin, söz konusu değişkenler geçmiş değerlerinden hayli farklı değerler alacaklar. Geçiş dönemi bu demek zaten ve belli başlı üç modun hangisinde ifade edilirse edilsin -neoklasik, neokurumsalcı veya yarı-marksiyen- bu anlamı taşıyacaktır. Siyasi ve iktisadi kurumların uzun dönemli büyüme ve toplumsal değişim konularında MIT-Berkeley ekibi tarafından yürütülen araştırma projesi siyasal iktisat hakkında "klasik" ve modern düşünme tarzlarının verimli bir birlikteliğe açık olduğunu ortaya koymuştur.

Peki her değişim olumlu yönde mi olur? Taşlar yerinden oynarken kurumlar-siyaset-ekonomi amalgamı arzulanır yönde bir dengeye mi geçecek, ya da ne olacak? İktisatçılar Haftası iddialı bir başlık seçmiş: yani önemli soruları herhalde tartışacaktır. 

Tüm yazılarını göster