Sınırları kapatmayan ”yeni korumacılık” dönemi ufukta

DİDEM ERYAR ÜNLÜ YAKIN PLAN didem.eryar@dunya.com

Korumacılık savunucularına göre, serbest piyasa ekonomisi bazılarına yaramadı. Bundan sonrası için "pozitif, sosyal ve ekolojik" bir korumacılık gerekiyor. Yeni korumacılık "Dünyaya ve diğer kültürlere açılımı engellemeyen insancıl, eşitlikçi ve ılımlı  liberalizme geri dönüş" olarak tanımlanıyor. 

Geçtiğimiz 30 sene içinde küreselleşme dünya genelinde 2 milyar kadın ve erkeğin üretim sektörüne girmesini; yeni zenginlerin oluşmasını sağladı. Bugün ise, dünya genelinde yaşanan ekonomik kriz, Euro Bölgesi'nin durumu, delokalizasyonlar gibi birçok gelişme, ülkelerin yeniden korumacılığı gündeme getirmelerine neden oluyor. Korumacılık savunucularına göre, "Avrupa için pozitif, sosyal ve ekolojik" bir korumacılık tanımı yapmak gerekiyor. Yeni korumacılık "Dünyaya ve diğer kültürlere açılımı engellemeyen insancıl, eşitlikçi ve ılımlı  liberalizme geri dönüş" olarak nitelendiriliyor. Yani sınırların kapanması ve milliyetçiliğin artması söz konusu değil.  

Modern korumacılık, engellemeyen, fakat koruyan bir korumacılık olarak ön plana çıkıyor. Gümrük vergilerinin artırılmasının işe yaramadığını ifade eden ekonomistler, Avrupa'nın serbest ticare ortamında son derece saf davrandığını; rakiplerinin ise kendi çıkarlarını korumaya odaklandıklarını ifade ediyorlar.

ve "'Sınır', yeniden tanımlanması gereken bir küfre dönüştü. Limitsiz ve sınırsız bir küreselleşme yaşıyoruz. Bir sınır olduğunu ve bu sınırın korunması gerektiğini kabul etmemiz gerekiyor. Küresel bir rekabet içindeyiz: Hedef, kendini korumak" görüşünde birleşiyorlar. 

Avrupa Birliği'nin "saf" yaklaşımının nedenlerini vermek gerekirse;

. Avrupa kamu piyasalarının yüzde 84'ü açık. ABD'de bu oran yüzde 12. Çin'de ise yüzde 0. Japon Hitachi İngiliz demiryolu sektörüne yönelik 5 milyar euroluk bir anlaşmaya imza attı. Öte yandan Japon piyasası Avrupalı sanayilere tamamen kapalı.  

. Antidamping önlemleri ABD ve Çin'de agresif bir şekilde uygulanıyor. Bu durum Avrupa için söz konusu değil.

. Avrupalı uzmanların gündeme getirdikleri bir diğer konu, Avrupa sınırlarından girecek ürünlerin, çocuk istihdamı, Kyoto protokolüne uyum gibi kurallara uyum göstermesi gerektiği. 

. Düşük yuan ve dolar, Avrupa ülkelerinin rekabet gücünü etkileyen bir diğer unsur.

. AB'nin en önemli hatalarından birisi, gelişen piyasaların rekabetini yeterince ciddiye almamak oldu. AB'nin üye ülkeler arasındaki rekabet kuralları düzenlemeleri, Avrupa şampiyonlarının oluşmasını engelledi.  

Serbest ticaretin başarısızlıkları

Franck Dedieu, Benjamin Masse-Stamberger ve Adrien de Tricornot imzalı "Kaçınılmaz Korumacılık" isimli kitap, serbest piyasa ekonomisinin başarılı olacağına inanmış toplumların tablosunu yansıtıyor.

Kitaba göre serbest ticaretin başarısız olduğu üç temel konu var: Maşlar arasındaki eşitsizlikler ortadan kalkmadı; orta sınır ölüme mahkum edildi; fakirleşen halk ucuz ve kalitesiz ürün tüketicisi oldu: 

Gelir dengesizliği ortadan kalkmadı

1980'li yılların başında, dünya genelinde yaşam şartlarının iyileşmesi ile, gelir dengesizliklerinin azalacağını ifade eden serbest ticaret savunucuları, ticaret sınırlarının kalkması ile sanayi delokalizasyonlarının da azalacağını ifade ettiler. 2008 yılında Adidas, "Çinli işgücünün pahalı" olduğunu söyleyerek ülkeyi terk etti. Bu karar yeni bir süreci başlattı. Büyük şirketler, gelişmekte olan pazarlarda üretim yapmak yerine, daha da ucuz olan "gelişme yolundaki" pazarlara yönelmeye başladılar. Dolayısıyla işini kaybetme korkusu sadece zenginlerin değil, fakirlerin de korkulu rüyası olmaya başladı.

Bu arada, 1975-1990 yılları arasında fakir ve zenginler arasındaki gelir farkı yüzde 4 oranında azalma kaydederken, 2000'li yılların ortasından bu yana bu azalma yüzde 2 seviyesinde kaldı. 

Orta sınıf ölüme mahkum edildi

Serbest piyasa ekonomisi savunucularına göre bu sürecin sadece kazananları olacaktı. Güney ülkelerinin kalkınması, Kuzey ülkelerinin zora girmesine yol açmayacaktı. Kuzey ülkeleri katma değerli ürünlere odaklanırken, daha ucuz ürünleri tüketebileceklerdi. Böylece "her şey herkes için mükemmel olacaktı." Fakat doğrudan Çinli veya Meksikalı işçiler ile rekabet halinde olan en düşük kaliteli kategoriler, gerçeklerin vaatlerden ne derece uzak olduğunu gördüler. ABD'li ekonomist Paul Samuelson'un dediği gibi, "Wal Mart'tan yüzde 20 daha ucuz alışveriş yapmak, bir maaş kaybetmeye eşit olmadı." Bu eleştirilerin üzerine, sosyo-liberaller devreye girerek, çözüm önerileri geliştirdiler: "Zengin ülkelerin rekabet gücünü korumaya devam etmeleri için, devlet eğitim ve Ar-ge yatırımlarına öncelik versin." 1990'lı yıllardan itibaren ise, işsizlik, aşırı borçlanma ve tekrarlanan krizlerin sonucunda, orta sınıf serbest piyasa savaşının kaybedeni oldu.   

Çalışan fakirler ve işsizler Wal Mart'tan çıkmaz oldu

Serbest piyasa ekonomisi savunucularının öne çıkardığı bir diğer konu da, zengin ülkelerdeki tüketicilerin, işgücünün ucuz olduğu ülkelerden gelen ürünlerden faydalanabilecekleri oldu. ABD'de, çalışan fakirler ve işsizler ülkenin bir numaralı perakende zinciri Wal Mart'tan çıkmaz oldular. Avrupa'da da "made in China" sayesinde tüketiciler daha az para harcamaya başladılar. Korumacılık Kaçınılmaz isimli kitapta, "Süpermarket rafları karşısında aşığı güçlü, ofiste ise kendilerini son derece güçsüz hisseden vatandaşlar, şizofreni tehdidi ile karşı karşıya mı?" sorusu gündeme geliyor.

Korumacılık ve Avrupa'yı korumak

2005-2011 yılları arasında dünya genelinde izlenen çok sayıda gelişme, insanların gidişata tepki vermesine yol açtı. 2005 yılında Avrupa Anayasası referandumunda "Hayır"ın galip gelmesi, serbest piyasa ekonomisine verilen bir tepki olarak nitelendirildi. Subprime krizi, Lehman Brothers'ın iflası 'mutlu küreselleşmenin' sonunun geldiğinin işaretleriydi.

Bazılarına göre, serbest piyasa ekonomisinin başarısızlığı kesinleşmiş durumda. Fakat bu görüşün güvenilir olması için, değişimi getirecek unsurlar içermesi gerekiyor. Hedef belli: Mevcut sistemden çıkıp, daha dengeli, daha istikrarlı bir dünya kurmak. Yeni korumacılık savunucularına göre iki cephede harekete geçmek gerekiyor:

1. Sosyal cephe: Avrupa Birliği sınırlarına sosyal vergi konulmasına dayanan bu düşünce, ithal mallara Uluslararası Çalışma Organizasyonu; BM Çevre ve Kalkınma Programı tarafından belirlenecek vergi uygulanmasını öngörüyor. Bu uygulamanın özellikle, verimliliğin gelirden daha hızlı arttığı ülkelere odaklanması öngörülüyor. Örneğin, 2007 yılında doğu Avrupa ülkelerinde işçi verimliliği, gelire oranla iki kaz daha hızlı artış kaydetti.

2. Vergi cephesi: Sosyal ve çevresel standartlara yönelik uygulanan engellemelerin vergi alanına genişletilmesi söz konusu olabilir. Bu sayede Avrupa genelinde uygulanan vergi oranının altında kalan (yaklaşık yüzde 30) ithal mallara ayarlama getirilmiş olur. Bu arada gündeme gelen önerilerden birisi de, gümrükte vergi koymak yerine, üretim merkezlerini ülke dışına taşıyan şirketlere daha fazla vergi uygulamak. 

Tüm yazılarını göster