Sahiplenmek sahiplenmemek ve sahibi sanmak

Dr. Uğur TANDOĞAN NOT DEFTERİ tandogan2007@gmail.com

Havaalanındaki genç kız

"Ne mezunusunuz?" diye sordum. "Üniversite" dedi; kafede çalışan genç kız. Kahvemi hazırlarken konuşuyorduk. Kahvemi verdiğinde büyük bir heyecan içinde ekledi: "Sosyolojiyi bitirdim ama Avrupa’da tiyatro okuyacağım. Burada çalışarak para biriktiriyorum" Genç kız hedefini koymuştu. Ama beni esas etkileyen kızın işine sahip çıkması idi.

Burası havaalanındaki kafelerden birisi idi. Uçaklar sis yüzünden gecikmişti. Havaalanında bekleme salonuna tıkışıp kalmıştık. Uçaklar çalışmıyordu ama mideler öyle değildi. Bekleyiş, mide salgılarını harekete geçirmişti. İnsan, sıkıldıkça bir şeyler yiyip içme gereği duyuyordu. Midelerin hepsi sözleşmiş gibiydi. Bu nedenle, bir şeyler satın almak için kafeye her gidişimde ille de önümde birilerini buluyordum. Böylece

genç kızın müşterilere hizmetini gözleme fırsatım oldu. Genç kız, çok iyi idi. İşinin ehli idi. Tam bir profesyonel gibi davranıyordu. Müşterileri can kulağı ile dinliyordu. Hiçbir müşteri, istediğini ikinci kez tekrarlamıyordu. Atik tetikti; büyük bir verimlilik içinde çalışıyordu. Ve bütün bunların ötesinde çok sıcak ve samimi bir gülüşü vardı. Belki bu yüzdendir, alışveriş yapanlar fahiş fiyatlara ses çıkarmıyordu. Genç kız adeta dükkanın sahibi gibiydi.

Oteldeki genç

Önceden ne kadar hazırlık yapılsa da eğitim sırasında her zaman bir şeye ihtiyacınız olabilir. Örneğin bir anket formu eksik basılmıştır, ya da bir makale.

Ya da tahta kalemi koymayı unutmuşlardır. Ya da bilgisayar ile data projektör arasında bir uyum sorunu yaşanır. Eskiden bu gibi durumlarda eğitim yaptığım otellerde ya bir garsonu bulur, ya da doğrudan resepsiyona gider isteğimi bildirirdim. Ama oteldeki başka müşteriler de hep bir şey istediğinden garson sizin isteğinizi unutabiliyordu. Ya da resepsiyondaki kişi "Hemen yardımcı olalım" derdi, ama yardım edecek kişi hemen bulunmaz ve beklemek zorunda kalırdınız. Bu aksilikler, eğitim saatinden çalardı. Eğitim alan şirketler buna bir çözüm buldular. Eğitim programlarında bu tür istekleri yerine getirmek için organizasyon şirketlerinden birisini yardımcı olarak veriyorlar. İsteğimi ona söylüyorum, ben dersimi yaparken o genç sorunun peşinde koşuyor ve sorunu

çözüyor.

O genç yine bir eğitimimde görevli idi. Otelin eğitim vereceğim salonuna girdiğimde karşılaştık. "Size ben yardımcı olacağım" dedi. Çok efendi görünüşlü birisi idi. Okumuş birine benziyordu. Tahminimde yanılmamıştım. Üniversite mezunu idi. "Bu iş geçici; ben master yapmak istiyorum" dedi. Çalışmaya elinde bilgisayarı ile gelmişti. Bir sorun çıkar da çözerim diye beklemek zordu tabi. Zamanını değerlendirecekti. Eğitim boyunca bilgisayarının başında kulaklığı kulağında oturdu. Evet, çıkan sorunları çözdü. Ancak şunu fark ettim. İşi sahiplenmemişti, işini çok ciddiye almıyordu. Sanki o işi yapmak gücüne gidiyordu. Kendine yediremiyordu. Yaptığı işe geçici bir iş olarak bakıyordu. Nasılsa master yapacaktı ya…

Bir yorum

Size, her yerde rastlayacağınız türden iki karakter tanıttım. Birisi işine sahip çıkan, birisi çıkmayan.

Hangi iş olursa olsun, o işten sorumlu ise, kişi işine sahip çıkmalıdır. Yaptığı işten zevk almalıdır. İşte başarılı olmak için bu ön koşuldur. Yaptığı işi sevmelidir. Sevginin karışmadığı işten hayır gelmez. Severek yapılmayan yemek bile tatsızdır, tuzsuzdur.

Geçici iş kavramını bir türlü anlamamışımdır. Aslına bakarsanız bütün işler geçicidir. Sadece çalıştığımız süreler biraz farklıdır. Büyük iktisatçı Keynes’in dediği gibi "Uzun dönemde herkes ölüdür" Bazı işlere geçici olarak bakmak ve gereken önemi vermemek, bu gerçeği bilmemek demektir.Evet, biz bu dünyada da geçiciyiz, kiracıyız. Ama kiracı bulunduğumuz süre içinde yaşamanın hakkını vermeliyiz.

İşi sahiplenmek önemli bir özelliktir. Ancak sahiplenmekle sahibi olmayı karıştırmamak gerekir. Çünkü bazen kişi kendisini, kiracısı olduğu yerin sahibi de sanar, sınırlarını aşar. Bu patolojik durum

daha çok siyasal hayatta ve bürokraside görülür. Bu kişiler bulundukları makamları öylesine sahiplenirler ki, oturdukları emanet koltuğun ebedi sahibi oldukları hayaline kapılırlar; oradan bir gün kalkacaklarını unuturlar. Koltuğun verdiği güç oranında saçmalarlar, yetkileri oranında zarar verirler. İşi sahiplenmek gerekir. Ama sahiplenmekle sahibi olmayı karıştırmamalıdır.

Tüm yazılarını göster