Rekabetçiliğe ve insana yatırım ertelenemez

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Küresel ekonomide belirsizlikler devam eder ve hatta krizde yeni bir dip tartışılırken, Türkiye'nin bu süreci olumlu yönde kullanıp yapısal kırılganlıklarını azaltacağı bir fırsat gibi değerlendirmesine dair umutlar zayıflıyor. Nedenine gelince şimdiye kadar para politikalarında ve bütçe dengesinde kısa vadede hata yapmamaya yoğunlaşmanın başarılı sonuçları bir yana, üretim ve yatırım dinamiklerinde sağlanamayan kalıcı iyileşmenin gelecek yılda ısınmaya başlayacak seçim konjonktüründe yakalanması ihtimali çok daha düşük. Daha önemlisi, beklenmeyen ölçüde tırmanan bölgesel güvenlik ve siyaset gerilimi zaten pek iyi olmadığımız stratejik odaklanmayı hepten gündem dışına itme tehlikesi taşıyor.

Sağlıklı analiz ve kültürel kodlar

Üstelik ortak toplumsal gündemimizin ve ilgimizin medyada ifadesini bulan öncelikleri de farklı yönde bir baskı yaratmak bir yana, kayıtsızlığı ve rehaveti özendiren cinsten. Ülkemize ilk defa gelen birinin olduğumuzdan daha sorunsuz, müreffeh olduğumuza ve tek derdimizin nerede eğleneceğimize karar vermek olduğuna kanaat getirmesi büyük ihtimal.

Düşünce hayatımız da oldukça yavan. Nakilci ve ezberci eğitim geleneğimizden olmalı, kavram ve bu kavramlar çerçevesinde düşünce üretmekte pek iyi değiliz. Dışarıdan ithal ettiğimiz kavramları ise, içinde bulunduğumuz coğrafyayı da kapsayan geniş bir alanda yüzyıllardır hüküm süren "biat kültürü" ile yorumluyor, dolayısıyla çok da mantıklı sonuçlara ulaşamıyoruz.

Son aylarda tartışır göründüğümüz "orta gelir tuzağı" ve "burjuvazinin tavrı" gibi konuları da bir moda ürününü tüketir ya da hiç aşina olmadığımız yepyeni fikirlerle karşılaşmış gibi ele almamız bundan. Teknoloji, verimlilik ve işgücü niteliği yönünden daha rekabetçi bir üretim ve iş kültürünü yerleştirmek için yapısal ve durumsal bir dönüşüm gereğini yıllardır yazıp tartışıyoruz, ancak anlaşılan pek ciddiye almıyor ve zahmetli buluyoruz ki uluslararası kurumlardaki iki yabancı uzman bu konudaki ihmalin tehlikesini "orta gelir tuzağı" diye adlandırınca, yeni ve sihirli bir ürün bulmuşçasına uyanıyoruz. Aynı şekilde tarihsel olarak üretim sürecinin ve piyasa ekonomisinin itici gücünü temsil eden bir kategori olarak ortaya çıkan burjuvaziyi kendi keyfimize göre kamu ve özel sektör yöneticilerini, belki serbest meslek erbabını da kapsayan bir bürokrat/teknokrat kümesi ile karıştırıp akla ziyan analizlerde enerjimizi yitiriyoruz.

Yeni açılıma yeni yapı ve zihniyet

Yine tarihsel kökleri olduğuna inandığım çatışmacı ilişki kültürümüzün etkisiyle onyıllar boyunca dış politikada sürdürdüğümüz "komşular ile gerginlik" tavrından vazgeçmenin, son yıllarda ekonomik yönden de gücümüzü artırdığını, iş dünyamıza yeni bir dinamizm kattığını görüp sevinmiştik. Bölgesel gerilimin çok uzun sürmeden yatışması ve komşu coğrafya ile ilişkilerin derinleştirilerek sadece mal ticareti ile sınırlı tutulmayıp yatırım, hizmet ve finansman alanında nitelikli işbirliği kanalları açılması gerçekten fark yaratabilir.

Ancak bu tür tavır değişikliklerinin başarılı olabilmesi, öncelikle içeride mutfağın özenle elden geçirilmesini önkoşul olarak dayatıyor. Yalnızca tüketime ve kısa vadeli para girişine bağlı bir büyüme modeli ile yaratıcı inisiyatifleri geliştirmek mümkün değil. Firmalarımızın kalıcı bir rekabet avantajı edinmelerini sağlayacak yapısal dönüşümü hızlandırmamız şart. Bunun için de yüksek katma değerli bir üretim yapısını hedeflemek zorunlu. İhracat yeteneğini sadece kur korumasına bağlamayan, gelişmiş batı firmaları ile benzer standartlarda ve eşdeğer verimlilikte mal ve hizmet üreten, yaratıcılığı ve yenilikçiliği özümsemiş bir özel sektör oluşturmazsak dış politikada söz sahipliği de kalıcı olmaz.
Fakat eninde sonunda bir kültürel önkoşul var: Bireyi umursamayan geleneksel paradigmalardan vazgeçip insan kaynağını ve onun donanımına yapacağımız yatırımı önemsemek…

Tüm yazılarını göster