"Türkiye-Suriye ilişkilerinde yılın 365 günü bayram olsun istiyorum

Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ rustu.bozkurt@dunya.com

·Hayatın bir çıkarlar çatışması alanı olduğunu biliyoruz. Bu bizi iki ülke halkının ortak yararlarını bulma sorumluluğuna götürür. Planlı, disiplinli ve kontrollü bir gelişme ile 'işbirliklerimizi' her anlamda meşrulaştırabiliriz.

·Komşular arasında ticaretin geliştirilmesi kültürümüzün arka planını oluşturan inanç sistemimizin de ilkelerinden biridir. Önümüze çıkan fırsatı, fiziksel imkanları ve kültürümüzün pozitif yanlarını kullanarak değerlendirmesek, yeni bir fırsatı daha kaçırmış oluruz.

Arap ülkelerini bütün olarak değerlendiren çalışmalar arasında incelediğim en önemli kaynak, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı kapsamında hazırlanan "İnsanı Gelişme Raporu 2002"dir.

Raporun ayrıntısına fazlaca girebilme şansımız yok.

Bizim yaptığımız üç günlük gezinin programı da "ekonomik işbirliği potansiyellerini" kapsamıyordu; daha çok bir genel tanıtım amacına yönelikti. Bu nedenle "yerinde gözlem" yaparak "karşılaştırma" fırsatımız da olmadı.

Suriye yaklaşık 20 milyon nüfusa sahip bir ülke. Önemli insan kaynağına sahip ama bir petrol zengini ülke de değil. Şimdilik çıkardığı petrol kendine yetiyor; hafızam beni yanıltmıyorsa çok az da ihracat yapabiliyor.

Hindistan şirketlerinin Suriye'de petrol aramaları yaptığını anlatan bilgilere değişik kaynaklarda rastladım.

Ülkede tarım alanında, özellikle de zeytin üretiminde son dönemlerde çok ciddi atılımlar yapıldığını biliyorum.

Türkiye-Suriye arasındaki ilişkilerin son yıllarda hızlı bir gelişme gösterdiğini; ama olması gereken düzeyde, yoğunlukta ve derinlikte olmadığı da çok açık.

Kontrollü gelişme yaratmalıyız

Türkiye-Suriye ilişkilerinin potansiyellerinin fizik tabanını "ortak coğrafyaya" oluşturuyor. Oluşturulacak "ortak yapıların " içini dolduracak olan ise her iki ülke insanının "ortak kültüründeki" yakınlık.

Bugünkü rakamlara baktığımızda iki ülke arasındaki dış ticaret hacmi 2 milyar dolar düzeyinde. Türkiye'nin Suriye'ye ihracatı 1,5 milyar doları aşarken, yaptığı ithalat da 6 yüz bin dolarlar dolaylarında.

Türkiye-Suriye ilişkilerinin sağlam temeller üzerinde inşa edilmesi isteniyorsa "proje-odaklı çalışmalar" yapılmalı. Genel, çerçeve söylemlerle "aşırı beklenti yaratma" tuzağına yakalanmamalıyız.

Eğer iki ülke arasındaki ilişkiler "proje-odaklı" yürütülürse, bir dizi "olumsuzluğu" önleyebiliriz.

Öncelikli sorun, "doğuştan kazanılar değerler" ilişkilerin omurgasını oluşturmamalı. İnanç ve ırk temeline dayalı bir karşılıklı-bağımlılık ilişkisi, ekonomik temeli olan ilişkiler göre daha kırılgandır; kısa dönemde etkili olsalar da, uzun dönemde güçlü bir referans oluşturmazlar.

İlişkiler "öngörme ve önlem alma" disiplinine uymalı. Bir ortak çalışma grubu oluşturarak, her iki ülke halklarının çıkarlarını optimize edecek konuların neler olduğunu, bu konular arasında hangilerine öncelik vermek gerektiğini nesnel verilerle ortaya konmalı.

Bir başka adım, her iki ülkenin potansiyellerine "erişebilirlik" imkanlarının araştırılmasıdır. Bilgiye dayalı planlama, ilişkilerde hiç ihmal edilmemesi gereken tutumdur. İlişkiler yasal düzenlemelerden, gözetim ve denetimden uzak tutularak, piyasa sistemine gizli güçlerine bırakılmamalı. Kuşkusuz serbest ve adil piyasa koşullarında şans eşitliğine dayanan rekabeti aksatacak aşırı değerlenmiş önlemler de alınmamalı. Ama "…piyasa en doğruyu yapar" ideolojik saplantısı ile de gelişmeler başıboş bırakıldığında nasıl "istismara" kalıyor; istenmeyen sonuçlarla yüzleşiyoruz.

Hayatın bir çıkarlar çatışması alanı olduğunu biliyoruz. İki ülke insanlarının yararlarını artıracak ortak noktaları bularak, disiplinli ve kontrollü gelişme yaratılmalı. Daha şimdiden ticari ilişkilerde bazı olumsuz gelişmeler yaşandığını iki ülke arasında ticaret yapan insanlardan dinledim. Bu olumsuzlukların artarak ilişkileri zedeleyecek kadar büyümemesi için planlı çalışmalar hepimizin ortak sorumluluğu.

Kültürel arka plan

Üç günlük gezide, Suriye Baş Müftüsü Dr. Ahmet Bedrettin Hassun'a bir soru yönelttim: "Genelde bütün İslam ülkelerinde yeterince zenginlik üretilmiyor; potansiyeller iyi kullanılamıyor. Bizim ülkemizde de çok küçük ölçekli işyerleri işbirliği ve ortak çalışma konusunda çok iyi sınav veremiyor. Kültür davranışımızdır. Kültürün yarısını da geleneksel değerler oluşturur; inanç sistemi en önemlisidir. Bu konuda sizin yorumunuz nedir?"

Konuşmanın tam metnine ulaşamadım. Anladığımı, özetleyerek- eksik anlatma riskini bile bile- sizlerle paylaşmak istiyorum.

Hassun, önce bayram zamanlarında iki ülke insanlarının görüşmelerine gönderme yaparak, "Ülkelerimiz arasındaki ilişkilerde 365 gün bayram olsun diliyorum" dedi. Sonra sorumuzun yanıtını verdi :"Biri bana kaynak verse, fabrika ve cami yap dese, camiyi küçük fabrikayı büyük yaparım " saptamasını yaptı. Camilerin, medreselerin 'aklı inşa etmenin yeri' solduğunu vurguladı; namaz, oruç, hac ve zekat açısından bir değerlendirme yaptı.

Müftü Hassun, namazın bir disiplini, ritüeli olduğun, imama uyulduğunu, bunun da gerçek imana sahip olmada "…birlikte hareket etme ilkesine" dayandığını; eğer bir insan ortak çalışmıyorsa, işbirliğine aykırı davranıyorsa, güçlerini birleştirerek toplumun gelişmesine katkı yapmıyorsa, namazın temel ilkesine uymamış olacağının altını çizdi.

Oruç tutmanın insanının kendini disiplin altına alması, kendinle baş etmesi ve iç disiplin sağlaması olduğunu; bu nedenle insanlar arasında ilişkinin ve güvenin temeli olan "iç tutarlılık" olmadan inancın bu farzının yerine getirilmemiş olacağını anlattı.

Hac görevini yerine getirmenin, aynı inançtan insanlar arasında "alışverişi için ortam" hazırlama olduğunu; Afgan'ın halısını, Suriyeli'nin tatlısını, Türkiye'den gidenin konfeksiyonunu satması için ortam oluşturması gerektiğini belirterek; ortak inanca sahip ülkeler kendi aralarında ticareti geliştirmemişse, inancın bir temel kuralını yerine getirmemiş olur yorumunu yaptı.

Zekat vermenin de, bizi bir arada tutan, güvenliğimizi sağlayan, kazanmamıza ve geçinmemize güvence olan toplumun yarattığı "ortak imkanı" sürdürme için kazancımızın bir bölümünü "kamu ile paylaşma" özünü içerdiğini, zekattan ve vergiden kaçınmanın da inancın özüne ters düşeceğini belirtiyor.

Çok genel çizgileri ve mealen de olsa Suriye Baş Müftüsü Ahmet Bedrettin Hassun'un ortaklıklar ve işbirlikleri ile ilgili inanç kültürümüzün arka planı ile ilgili yorumları çok genel çizgileri ile böyle.

Şimdi temel soruyu sormalıyız: Ülkemizin kendi iç yapısında küçük ve orta ölçek işyerlerinin en önemli sorunu, rekabet edebilir ölçeklere sahip olmama, rekabet edebilir teknolojilere yatırım yapamam ve yönetim algılaması olarak ithal ikameci ve yüksek enflasyonlu dönemin tortularından kurtulamamadır. Bu konuda "kültürel arka planın enerjisini" ne kadar kullanabiliyoruz?

Dünya Gazetesi'nde 29 Aralık 2008 günkü yazımızda, Türkiye-Suriye ilişkilerini beş temel noktada ele almanın doğru olacağını yazdım: Bunlardan biri, ilişkileri dünya genelindeki eğilimlerin yarattığı fırsatlar üzerinde oturtulması idi. İkincisi, ilçe, il ve bölge düzeyindeki bakış açımızı "havza" ölçeğine taşımamız gerektiğini; Suriye'nin özellikle kuzey bölgelerinin Doğu Akdeniz Havzası bağlamında ele alınması gerektiğinin altını çizdim. Üçüncü nokta., ilişkilerin uzun soluklu ve güvene dayalı olması için "eşdeğerlilik ilkesine" dayalı düzenlemelerin ivedilikle yapılması idi. Dördüncüsü "kültürel arka planı" dikkate almak gerektiği idi.Beşincisi de niçin "proje-odaklı" çalışmamız gerektiğini vurguluyordu.

Türkiye-Suriye ilişkilerini "bütüncül" bir algılama ile ele alınmalı. "Ağaca bakarken, oranın gözden kaçırılmasına" fırsat verilmemeli.

Çok kısa ve genel bir inceleme gezisinde "ayrıntı bilgisi" edinmenin güçlüğünü takdir edersiniz. Başka ülkelerle olan ilişkilere de dayanarak, Türkiye-Suriye ilişkilerine ilişkin düşündüklerimi sizlerle paylaştım. Her zaman belirttiğim gibi okuyucuya, "…yazdıklarıma inanamayın, ama vermek istediğim mesajı anlamaya çalışın" ricasını iletmek istiyorum.

Komşular arasında "sıfır sorunlu ilişki" geleceğimizi etkileyen önemli sorunlardan biri. Türkiye-Suriye ilişkilerini önyargıların, yerleşik doğruların, kalıp düşüncelerin ve ezberlerin tuzağına düşürmemeli.

Ayrıntı bilgisini, temel dinamikleri yakalayarak, Şeytan'ın ayrıntıda saklı olduğunu unutmadan, ama büyük resmi de gözden kaçırmadan yorumlar yapılmalı. Tarihin önümüze koyduğu bir yeni fırsat daha kaçırılmamalı…

Tüm yazılarını göster