"Rüzgâr insafsız, yağmur inatçı"

Faruk ŞÜYÜN ODAK kitap@dunya.com

Belki de ilk defa, coşkulu bir eylül yazısı yazacaktım. Yıllar sonra Bebek Kahve'ye yeniden gitmiş, bu kez, denizin tam kenarında oturup Boğaz'ı, suyu renkten renge sokan bulutları seyretmiştim. Ne kadar güzel bir sonbahar geliyordu... Çocukluğumu anımsamıştım. Her geçen gün daha çok özlediğim annem ve babamla birlikte yemekler yediğimiz Bebek'teki o lokantayı; en sevdiğim meze olan taramayı, Gaskonyalı Toma'da yaşadığımız müzikli günleri... Bebek Kahve'de süren aşklarımı, büyük adaçaylarını... Nostalji kokan, ama sonu mutlu, coşkulu bir yazı olacaktı. Çünkü, orada, o denizin kenarında öyle hissediyordum... İçimdeki sıkıntılar, koyun menevişlenen sularına akıp gidiyordu. Telefonumdaki müzik dağarcığından Charlie Parker'ı seçmiştim, "Bird"ü... Saksafonundan yayılan o muazzam duygular da katılıyordu ruh şenliğime. Bütün gece aralıksız çakan şimşekler, düşen yıldırımlar, top gibi patlayan gökgürültüleri eşliğinde yağan yağmur, biraz soluklanmak için ara vermiş, bana bu fırsatı yaratmıştı. Nefis bir gün yaşayacaktım uzun zamanlar sonunda ilk kez.

Olmadı...

Yeniden, o acı satırlar düştü aklıma:

"İnsanlar çürümeyecekler mi? Eylûl'de, sanki bahara hasret çeken üzgün bir tazelik, sanki üzerine çöken kışa, kendini mahvetmek isteyen sonbahara rağmen devam etmek, yine bahar olmak mücadelesi vardır; fakat bunun muhtaç olduğu şeylerden mahrumdur ve kendisinde de dayanma gücü kalmamıştır, tabiat da bunu anlamış gibi acı bir düşünceyle üstüne çöken ıssızlığın, matemin altında dayanabilirse dayansın kışın galip geleceği, artık her şeyin, her ümidin bittiğini buna tahammül lâzım geldiğini anlamaktan doğan bir takatsizlikle ağlar… Ne renk, ne de güzel koku… İşte yapraklar ölüyor… Rüzgâr insafsız, yağmur inatçı, her şey çürüyor, ah! Her şey çürüyor!.."

Bir zamanlar yayına hazırladığım Mehmet Rauf'un "Eylûl" romanının neredeyse ezbere bildiğim o hüzünlü sayfaları, bir şimşek gibi çaktı, yıldırım denli yakarak düştü beynime:

"O zaman eylûl kendine, tabiatta ilk yılgınlık ayı, ölümlülüğü ilk his ayı, ilk faydasız ve acıklı mücadele arzusu gibi, hayatın ne olduğunu anlayıp farkına varmadan geçen güzel geçmişin hasretiyle ilk boynu bükülen ay gibi göründü."

Kitaptaki Suat ile Necib'in imkânsız aşklarından söz etmiyorum...

Çünkü yaşanan acı, tabii ki aşktan çok büyük...

21. yüzyılda insanlar öldü İstanbul'un ortasında selden...

Mehmet Rauf, olağanüstü tasviriyle bir asır evvel "rüzgâr insafsız, yağmur inatçı" demişti bir aşkı anlatırken satır aralarında. Demek ki doğa, eylüllerde bunu hep yapıyordu...

İTA (İstanbul Tarih Öncesi Araştırmalar) Projesi kapsamında Küçükçekmece'deki Bathonea antik kentini ortaya çıkaran ve Silivri'de projenin ikinci ayağını yürüten Kocaeli Üniversitesi Prehistorya Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Şengül Aydıngün'ün Selimpasa'daki sel baskını hakkındaki görüşleri düştü e-postama işte tam bu duygular içerisindeyken.

Aydıngün diyordu ki sel baskının yaşandığı yerlerden birisi olan Selimpaşa'da, taşan derenin deniz yönünde sağ tarafında bir höyük bulunuyor. Yapılan incelemelerde, en erken İsa'dan Önce 5000'li yıllara kadar giden insanlık tarihi izlerine rastlanılmış. Binlerce yıl öncesinin insanı, derenin taşma alanı ve akış hızını düşünerek onun sağına yerleşmiş. Çünkü, dere taşkının sola doğru yöneldiği ve ince kumdan oluşan bir kumsalın bu şekilde oluştuğu bugün de belli. Oysa günümüzde bu güzel kumsalda, şık evlerden oluşan bir ok yazlık site sakinleri ikamet etmekte.

Düşünün, insanlar, 7 bin yıl önce, bugünkü gibi yerleşim yerleri kurmuyorlar, sellerden ölmüyorlarmış...

Doğayı yok ederek bir şeyler kazanmanın mümkün olmadığını anlamışlar. Çünkü, milyonlarca yıldır tekrarlanan doğa kuralları, mutlaka bir gün işliyor ve her şey eski haline dönüyor. Denizleri doldurmanın, derelerin üstlerini kapatmanın, yataklarına evler yapmanın, ağaçları kesmenin, atmosfere zarar verici gazlar kullanmanın, burada sayamayacağım kadar çok doğaya zarar verici şeyler yapmanın bedelleri çok ağır.

Bebek Kahve'den usulca kalktım, yüreğimin, beynimin, bedenimin her noktası kaybettiğimiz insanlar için acıyordu. Sessiz sedasız denizden, ağaçlardan sıvışmak istedim, onlar karşısında ise çok utanıyordum...

Tüm yazılarını göster