"Orta gelir tuzağının" pan zehiri, "net bilgi sahibi&quot

Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ rustu.bozkurt@dunya.com
 
Daha önceki iki yazıda "orta gelir tuzağı" tartışmasının çerçevesini, tuzağa yaklaşmakta olduğumuz sinyali veren göstergeleri paylaştık. Bu yazıda, bizi "orta gelir tuzağına" düşürecek tutum ve davranışlarımızla ilgili düşüncelerimizi aktaracağız: Önce, "kapsayıcı kurumlar,öngörme ve önlem alma disiplininden" sapmalara yol açan birkaç özelliğimize değinmek istiyoruz. Bir sonraki adımda, net bilgi, etkin koordinasyon ve odaklanma gerektiren çağımız kalkınma disiplininde yaratılan "boşluklara" değineceğiz. Üçüncü ve son bölümde kalkınma projesinin felsefesini anlatan, "ortak dilini" oluşturan gerekçeler ve meşrulaştırıcı söylemin önemine değineceğiz.
Kapsayıcı kurumlar, öngörme ve önlem alma disiplini. Bilim ve teknolojideki gelişmeler, insanların yaşadıkları doğayla alış-verişlerini değiştirdiği gibi, insanlar arasındaki ilişkileri da farklılaştırdı. Geride kalan iki yüzyıl, kırsal alanda yaşayan insanların hızla kentlere göçmelerine tanıklık etti; bu göç olgusu yaşam biçimleri ve yaşam tarzlarını değiştirdi. 
Bugünün dünyasına doğru okuyabilmek için üç temel eğilimi derinliğine kavramış olmayı gerektiriyor . Söz konusu eğilimler: 1) Sahne giderek kalabalık bir hal alıyor, 2) Halk, hiç olmadığı kadar bu sahneye yaklaşmış durumda; öyle ki kendisi artık bir aktör oluverdi, 3) Oyunun doğası değişiyor biçiminde tanımlanıyor.
Sahnenin kalabalıklaşmasını "yükselen güçlerin" giderek çoğalması, G -20'lere katılma çabasında olan ve kıyasıyla yarışan ülkelerin hızla artması olgularıyla tanımlanıyor. Halkın sahneye yaklaşması, iletişimdeki yeni kanallar sayesinde erişebilirliğin artması nedeniyle insanların iş ve adalet arayışlarında yeni yol ve yöntemler denemesi, aktif katılımın yaygınlaşması olarak betimleniyor. Oyunun doğasındaki değişme de, "güç ve etkinin" giderek bir "ekonomi sorunu" olarak ağırlık kazanması, silahlarla ilgili bir konu olmaktan uzaklaşması olarak belirtiliyor.
Canlı organizmaların uzun ömürlü olanlarının, Darwin'in anlatımıyla, en güçlüleri olmadığı gibi, en akıllılarının da olmadığını, uyum yeteneği yüksek olanlar arasından çıktığını biliyoruz. Yaşam biçimi ve yaşam tarzları değişiyorsa, karşılıklı-bağımlılıkların nitelik ve incelikleri farklılaşıyorsa, ortaya çıkan ayrışmanın yaratacağı " fırsatlar ve tehlikeler" mutlaka olacaktır. Önemli olan eğilimleri bir "erken uyarı algısıyla" gözlemek, fırsat ve tehlikelerini baskın hale gelmeden tanımlamak, zihni bulanıklığı gidermek, risk alanını betimlemek, net bilgilerle ne yapacağımızı öngörmek ve öngörümüz doğrultusunda ilerlemektir.
"Orta gelir tuzağına" yakalanma tehlikesi konusunda korkumuzu artıran temel etken, "doğru gündem belirleme ve belirleyici dinamikleri tartışma" konusunda geçmişte başarılı bir performans gösterilememesidir: Küçük ve orta ölçek firmaların sahip-yöneticilerinden, çok büyük firmaları yöneten profesyonel yöneticilere, kamu birimlerindeki üst düzey bürokratlardan akademisyenlere, siyasi iradenin önde gelen sözcülerine onlarca söyleşi ve yazılı kültüre yansımış belgeyi incelediğimizde, iş yapmanın evrensel adımlarını net olarak tanımlayabilenlerin çok küçük bir azınlık olduklarını saptayabiliriz. Oysa, yeni eğilimlerin gerektirdiği "alternatif tepkileri" üzerine inşa edeceğimiz "varsayımların" hayatın öz gerçeğine yakın olabilmesi, öngörme ve önlem alma aşamasındaki özgür ve ayrıntı derinliği olan tartışmalara sıkı sıkıya bağlıdır.
" İşimizi etkileyen eğilimleri tanımlama: Örneğin, tarım kesiminden kentsel alana hızlı göçün yarattığı işe katılma ve ucuz emek-odaklı büyümenin sınırlarına yaklaştık. Kentsel alanda yerleşen, marjinal iş alanlarından örgütlü iş alanlarına geçiş yapan işgücü, kendi verimliliği ile ücret düzeyi arasında karşılaştırma yaparak tercih belirleyebiliyor. 
Bir başka gelişme, sanayileşmenin ilk adımlarında düşük verimli alanlarda yaygınlaşan üretim, belli bir birikimi yakaladıktan sonra daha yüksek değer üretilen alanların keşfine yönelmek zorunda kalıyor. 
Bugün ülkemizde, düşük ücret odaklı ve düşük verimli alanlara hızlı bir geçiş yapmadan orta gelir tuzağını aşmanın mümkün olamayacağını çok açık bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. 
Bir başka olgu, termodinamiğin ilkelerine dayalı klasik sanayileşme aşaması teknolojilerinden, kuantum dinamiğinin yönlendirdiği teknolojilere, bilgi teknolojilerine ve bilgi toplumu aşamasına geçiliyor. Teknolojiye kolay erişebilirlik, üretimin iç örgütlenmesini farklılaştırıyor ve işbölümünü yeniden yapılandırıyor. Teknolojinin yarattığı tüketim homojenliği ürünlerimizin pazarlarını genişletirken, insandan bağımsızlaşan "kalite homojenliği" ürünlerimizi satabilmek için "marka ve imaja bağımlılığı" artırıyor.
Başlıklar halinde anlattığımız eğilimlerin yarattığı yeni yapı, işlev ve kültür; insan ilişkileri bağlamında her şeyi yeniden örgütleyen, yeni ağlar oluşturan bir yönde ilerliyor. Bu ilerlemenin farkında olma, yeni ihtiyaçlara göre alternatif tepki strateji geliştirme ciddi entelektüel ve sistem kapasitesi gerektiriyor.
" Varsayımlarımızı sorgulama, yeni varsayımlarımızla yeni bir zihni model oluşturma. Sonuçlara bakarak iş yapma tutumu günümüzde sorun yaratıyor; giderek süreçleri analiz etmeye, süreçlere hakim olma ve süreçleri yönetme önem kazanıyor. Düşük verimli ve emek-sermaye odaklı iş alanlarında iş yaparken sonuç-odaklı olma sürdürülebilir bir başarı öyküsü yaratma için yeterli olabiliyordu. Oysa, daha yüksek katma değerli ürünlere yönelme ve orta gelir tuzağını açma için "süreç analizinin" ve "analitik düşüncenin" önem taşıyor; alışkanlıkla yönetme aşamasını geride bırakarak, analizle yönetim yapma, iş yaşamında başarının "gerek şartı" haline geliyor. Varsayımlarımızı sürekli sorgulama, eskiyenlerini tasfiye etme, ihtiyacımız olan yeni varsayımlar kurgulama ve yeni bir zihni model oluşturma "dinamik algı" yaratarak yaptığımız işin sürdürülebilirliği sağlanabiliyor. 
İş yaşamı, sürekli varsayım geliştirerek, zihni modelimizde ince ayarlar yapma bilgisi, becerisi ve yeteneği üzerinde gelişiyor.
" Geri bildirim ile sürekli ince ayar yaparak ilerleme. Varsayım sorgulama kadar, "öngörme ve önlem alma disiplinin" gereği olan "geri bildirim ve ince ayar yaparak ilerleme" de orta gelir tuzağını aşmanın bir başka yetkinliğini oluşturuyor. Kapsayıcı kurumların azınlıkta kaldığı, sömürücü kurumların egemen olduğu, topluluk aşamasından toplum aşamasına geçememiş, inançtan düşünceye geçme konusunda mesafe alamamış olan kitlelerin egemen olduğu yerlerde "orta gelir tuzağı" bir kader haline geliyor.
Değindiğimiz ve yazı kapsamında değinme fırsatı bulamadığımız "bağımsız ve bağlı değişkenler" kuruluşların ve kurumların iç örgütlenmelerini, endüstri-devlet ilişkileri bağlamını ve devletlerarası ilişkilerdeki konumlarını belirler. Belirleyici olan tutum, ister kamu birimi olsun, ister küçük ve orta ölçek yapı içinde yer alan işyeri, isterse uluslararası iş yapan birçok uluslu ve çok kültürlü firma, iş çevresindeki değişmeleri kapsayıcı bir "analiz yöntemi" ile sürekli "analiz" etmedir.
Sürdürebilir zenginlik üretebilmemiz için yeraltı ve yerüstü doğal kaynakları, fiziki kaynakları, insan kaynağını ve teknolojiyi etkin ve verimli kullanamama bir numaralı sorunumuzdur.
Öngörme ve önlem alma disiplininin gelişmesi için toplumun "açık topluma" dönüşmesi, işyerlerinin de "şeffaflık bilincine" erişmiş olmaları gerekiyor. Bu bağlamı ile değerlendirildiğinde Acemoğlu'nun  uyarıları toplumsal tartışmamızın bir numaralı gündem maddesi olmalı : Ulusların başarılı olmaları için "kapsayıcı kurumlarını" yaygınlaştırması, "sömürücü kurumlarını" da hızla tasfiye etmesi gerekiyor. "Kapsayıcı kurum" kurum dendiğinde, yeni ekonomik haklar tanıyan, fırsat eşitliği yaratan, yaratıcılığı ve yatırım yapmayı özendiren anlayışa sahip olmayı anlıyoruz. "Sömürücü kurum" ise değer yaratmayan, yaratılmış değerlerden pay kapma anlayışı üzerinde kurulan, eş-dost kayırmacılığından beslenen, hukuksuzluğu ve adaletsizliği araç olarak kullanan, birikim yeteneğinin korunması ve geliştirilmesine destek olmayan, uzun dönemli geleceğin güven altına alınmasını pek de umursamayan anlayış, o anlayış üzerine inşa edilmiş yapılar ve ilişkiler ağı anlamına geliyor.
Kültürümüzün "kol kırılır yen içinde kalır" algısını kırmamız gerekiyor . Evrim sürecinde "yalıtım" ne kadar gerçekse, "ayıklama" ve "işbirliği" de o kadar gerçektir. İlkesiz gizlilik, yalıtımcı anlayış değerlerimizi korumadan çok, sorunları saklama ve erteleme sonucu yaratır; evrimin son aşaması olan "işbirliği" yapmayı gündemden uzaklaştırır ; zihni ve fiziki alamda bizi yoksunlaştırır. Eğer bu betimlemeye katılıyorsak, bütün gücümüzü, enerjimizi açık toplumun omurgasını oluşturan kapsayıcı kurumların oluşturulmasına yöneltmeliyiz. 
"Orta gelir tuzağını" ağırlıklı olarak makro-ekonomi politikalarında aramak, sorunun sadece yarısını gözlerken, öteki yarısını gözden ırak tutmadır. "Orta gelir tuzağı" tartışmalarımızı; işletme ölçeğinde alınacak mikro-ekonomik önlemler, anlayış değişikliği ve toplumsal düzlemde yürürlüğe konacak reformlar üzerine de odaklamalıyız : "Bakış açısının" temel girdi olduğunu ,"İş yapma tarzının" sonuçları etkilediğini, "Kendimizi sorgulamanın" yaratıcı yenilik yaratmanın ilk adımını oluşturduğunu, "geri-bildirim, sapmalar ve ince ayar" yapmanın sağlıklı gelişme yaratmayı güven altına aldığını, "kendini yeniden üreten mekanizmalar oluşturmanın" uzun dönemli gelecek yaratmanın güvencesi olduğunu bilerek hareket edersek yaratmak istediğimiz sonuca yaklaşabiliriz.
Net bilgi, etkin koordinasyon ve odaklanma. Bilgi Toplumu aşamasına geçiş sürecinin hızı, üretilen bilginin değişkenliği ve akışkanlığı, enformasyonun parçalanması, kuramsal çerçevelerin yok olması ve karar çerçevelerinin oluşturmanın zorlaşması gibi gelişmeler belirsizlikleri artırıyor ve karar vermeyi zorlaştırıyor.
Bilginin parçalanma ve kirlenme etkisi, kısa mesaja dayalı popüler kültürün yayınlaşması ve kitle tercihlerinin farklılaşması çok hızlı gelişiyor ve değişiyor. Bir yandan kısa mesaja dayalı sığ ve önemli ölçüde kirlenmiş bilgi işimizi zorlaştırırken, öte yandan "analitik yetenek" uzun dönemli geleceği güven altına almanın "gerek şartını" oluşturuyor.
Verilere erişmenin kolaylaşması bir yönüyle fırsat, öteki yönüyle "gri alanlardan net alanlara" geçişin engelini oluşturuyor. Verileri doğu malumata dönüştürmenin en uygun yöntemini bulma başlı başına bir uzmanlık ve yetenek gerektiriyor. Malumatların uygun yöntemlerle yarar üretebilecek bilgiye dönüştürmesi daha derinliğine uzmanlık gerektiren bir alan haline geliyor. Bilgi tek başına işlevsiz kalıyor. Bilginin bir yarara dönüşebilmesi için sezgilerimizle de irdelenerek "anlamaya" dönüştürülmesi gerekiyor. Anladıklarımız arasında "fırsat alanlarını" belirleyerek değerlendirme ve insan yaşamını kolaylaştıran mal ve hizmet üretimine dönüştürme geleceği güven altına almanın gerek şartlarından bir diğerini oluşturuyor.
Çok temel sorunlardan biri de "bilgi sorumluluğu". Bugün ülkemizin veri, malumat, bilgi, anlama altyapısı ile "orta gelir tuzağından" sakınmak mümkün mü? "Dinamik envanter projesi" hayata taşınmadan, olanak ve kısıtlarımızla ilgili net bilgileri nereden bulabiliriz, nasıl netleştiririz? Başta TÜİK olmak üzere, MTA'nın ve değer kamu birimlerinin verdiği bilgiye sahip çıkma sorumluluğu olmadan "orta gelir tuzağı" nasıl aşılır? Varlığını saptadığınız, ruhsat verdiğiniz bir madeni banka sisteminiz "yok sayıyorsa", kamu kurumu orada sessiz kalıyorsa kim maden yatırımı yapabilir? 
"Veri ve bilgi kalitesi güvencesi" yaratma "orta gelir tuzağını" aşmanın olmazsa olmazıdır….
"Orta gelir tuzağını" aşmanın temel dinamiği, "tartışma gündemi" ve "tartışma yöntemi"dir. Tartışmalarda "inanç ve düşünce özgürlüğünü" ayıramıyorsak, düşünce özgürlüğü bağlamında tartışılması gereken sorunlarda "inanç özgürlüğünü" öne çıkararak alan daraltması yapıyor, daha başından düşüncenin önünü kesiyorsak, "yaratıcı-yenilik ve girişimci ekseninde gelişen yeni rekabet koşullarına" nasıl uyum sağlayabiliriz? "Yaşam biçimi ve yaşam kalitesi" konularını "değerler ve kaynaklara odaklı projelerin" önüne koyuyorsak, "sloganlar ciddi fikirlerin yerini alırsa" orta gelir tuzağından sakınmamız mümkün mü?
Kalkınma sorunlarını tartışan çok sayıda düşünür, " Yeraltı ve yerüstü zenginliklerin, makro ekonomi politikaları tutarlılığının" kalkınmayı hızlandırmadaki etkisinin "işleyen kurumlar yaratmanın" yanında çok düşük düzeyde kaldığı üzerinde ısrarla duruyor. Bu açıdan "orta gelir tuzağını aşmak" için "mekanizmalar oluşturma" ve "yönetişim yeteneği" belirleyici oluyor.
Doğru bir gündeme sahip olmanın zenginliği. Bugün bulunduğumuz koşullarda ülkemizin entelektüel kapasitesi ve sistem kapasitesini net tanımlamasak, doğru bir gündeme sahip olamayız. Sorunlarınızın "net tanımını" yapmadan, "bileşen ve bağlamlarını" dikkate alan bir "denge durumu" oluşturmadan tutarlı bir betimleme yapamaz, geleceği belirlemede inisiyatif kullanamayız. Daha da önemlisi, ortak adlandırma olmadan, ortak kavramlara, meşrulaştırdığımız ortak düşüncelere, ortak yararlarımızı gerçekleştirecek projelere sahip olamayız. Ortak bir söyleme sahip olmadan, kavram kargasının önüne geçemez, kimi zaman aynı şeyleri söylediğimiz halde farklı düşünüyormuş gibi kavga edip enerji harcadığımız gibi kendi tuzağımıza yakalanırız.
Çok seslilik, çok-odaklı üretim, çok-kültürlü yönetim hedefine ilerlemenin maddi ve kültürel bazını oluşturmalıyız. Tek tip düşüncenin, tek sesliliğin, padişah iradesi gibi buyurma hastalığının kısıtlarını aşmalıyız.
Aykırı düşünceyi zenginlik sayan anlayışı benimsemeliyiz. Pragmatizmin kaynak israf eden saplantılarını kırıp, planlı yönelişe taşımalıyız… Sözleşme kültürünü içselleştirmeliyiz…Kanuniyeti yaşam biçimi haline getirmeliyiz ki, orta gelir tuzağına yakalanmayalım.
Bu denemeyi okuyanların yazılanları "genel ve kategorik anlatım" diye eleştirebilir… Daha somut ve önerilere gelmek için bir sonraki yazıda " reform iştahının yitirilmesi" üzerinde duracağız…
 
Tüm yazılarını göster