Potansiyel ya da yıldız olmak yetmiyor

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com
Farkında mısınız bilmem, şaşırtıcı ölçüde uzun yıllar boyunca en fazla övündüğümüz konu, ülke olarak potansiyelimizin çok yüksek olduğuydu. Oysa bu potansiyeli nasıl hareketlendireceğimizi çok tartışmazdık, sanki bizim bir şey yapmamıza gerek olmadan bunun sihirli bir el ile refah düzeyimizi sıçratacağını bekler gibiydik. Hadi küreselleşmenin tam anlaşılmadığı ve korumacılıkla ulusal sanayi çekirdeğinin oluşturulduğu ilk dönemi, gereğinden uzun sürmüş olsa da, es geçelim. Ama yeni dünya trendlerini doğru algılayıp ekonomiyi dışa açtığımız 80'li yıllar ve sonrasında üretim dinamiklerini ve onu çevreleyen ekosistemi dönüştürmede bunca zaman neden bu kadar kayıtsız ve başarısız kaldığımızı açıklamak gerçekten güç.
 
Otuz yıllık ihmalin faturası
 
Üstelik dışa açılma dönemi uluslararası sermaye hareketlerinin akışkan, fonların bol olduğu bir konjonktür ile çakışınca vizyon ve odak değişti. Stratejik ve çok boyutlu bir kurgu tasarımı bir yana, yapısal zafiyetlerin tümüyle göz ardı edildiği, dikkatin sadece küresel fon akımları için cazibeyi sağlayacak kısa vadeli makroekonomik dengelere yoğunlaştığı bir anlayış 2001 krizine kadar hakim oldu. Doğal olarak temelleri güçlü olmayan bir ekonominin bu dengeleri sürdürülebilir kılması mümkün değildi; ama maalesef dibe vuruncaya kadar bunu anlamamakta ısrar ettik.
Ne var ki dibe vurduktan sonra da çok sıkı durduğumuz söylenemez. 2002-2007 arasında siyasi istikrarın ve açılan AB sürecinin kaldıraç etkisiyle mali disiplini ve bankacılık reformunu başarıyla uygulamak, o zamana kadar görmediğimiz bir performans gerçekleştirmemize yetti. Ondan sonra eski alışkanlığımız nüksetti, yavaşladık. Oysa yapacaklarımızın sadece bir bölümünü yapmıştık. Bir ay önce yazdığımız gibi ne büyümemizin cari açık bağımlısı olduğunu erken gözleyip pozisyon aldık, ne de uzunca bir süredir küresel ekonomik düzenin temel performans kriterleri olan rekabetçilik ve verimlilik odaklı yapısal reform dizisini başlattık. O yıllarda biz de karınca kararınca ''güneşli günlerde çatımızı onaralım'' uyarısını bu köşede az yapmamıştık doğrusu. 2009'da ise küresel krizin etkileri bize ulaştı ve gündem değişti zaten. Sonuç olarak o zaman daha kolay mesafe alabileceğimiz ve hafifletebileceğimiz pek çok sorunumuz, enflasyondan verimliliğe, nitelikli işgücünden tasarruf açığına, vergi sisteminden üretim teknolojisine, piyasa katılıklarından hukuk güvencesine kadar devasa boyutlarıyla hala önümüzde duruyor.
 
Temel sorun reel kesimde
 
Aslında son yıllarda üzerinde sık sık konuşulup tartışılan, ama icraat aşamasına aktarılamayan yapısal zaaflar ile ilgili reform ihtiyacı, özünde reel kesimin üretim yapısı ve kalitesi ile ilgili yetersizliklerinden kaynaklanıyor. Rahatsızlık veren husus da, eskiden yüksek potansiyelimizle övünürken şimdi de ''dünyanın parlayan yıldızlarından biri olma'' retoriğine fazlasıyla abanıp biraz da abartışımız, buna karşılık kırılganlıkları azaltıp yüzde 5'in üzerinde bir sürdürülebilir büyüme yörüngesini yerleştirecek hiç bir reformu sonuçlandırıp hayata geçiremeyişimizdir. Ortalama gelir düzeyi bizim üç katımız kadar olan AB üyelerinin bugünkü finansal sıkıntılarına bakıp küçümseyeceğimize, hala büyük ölçüde AB'ye bağlı ihracat performansımızı ve onu besleyen düşük katma değerli üretim kapasitemizi nasıl iyileştireceğimizi düşünmemiz çok daha yerinde olacaktır.
İhracatının içinde ileri teknoloji ürünlerinin payı yüzde 5'in altında olan Türkiye'nin üstelik bolca ithal girdi kullanarak gittikçe zayıflayan sanayi üretimi, nitelikli işgücünü cezbedecek ücretleri ödeyecek bir kar marjına da sahip değil. Aynı nedenle Ar-Ge'ye de kaynak ayırmıyor. Verimliliği arttıracak eğitim kalitesi de kaynak dağılımında bir türlü öncelik kazanamıyor. Türkiye'nin sektör bazında dünya liderliği iddiasını da pek duyamıyoruz.
 
Kaynaklar önceliklere gitmeli
 
Şurası açık ki başarılı da olsa sadece kamu kesiminin inisiyatifiyle ileri gitmek zor. Üretim kesiminde yeni çağın zihniyet kodlarına uyum sağlamış oyuncuların artması şart. Büyümenin ve katma değerin günümüzdeki kaynaklarını kavramış işletmelerimiz hem çok az, hem de genellikle küçük ölçekli ve desteksiz. Büyük çoğunluk ise kendini dönüştürmek yerine mevcut verimsiz yapısını sürdürmek için sürekli destek arayışında ve enerjisini de, uzmanlığını da en çok bu noktada yoğunlaştırmış.
Dönüşümün külfetine kendiliğinden katlanmalarını beklemek yerine devletin kaynak dağılımını radikal kararlarla teknoloji, yenilikçilik, fonksiyonel eğitim, bilim ve kurumsal altyapı gibi öncelikler ve yüksek katma değerli sektörler lehinde değiştirmesi, verimsiz ve rekabetçi olmayan alanlarda kaynak israfını durdurması gerekir. Aksi takdirde cafcaflı kampanyalarla iç pazara yönelik şovlarla avunur, dünyaya sunacak kalitede ürün ve proje üretimi ümidimizi de gelecek kuşaklara bırakırız
 
Tüm yazılarını göster