Para politikası her şeyi çözmez

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Yaz’ın ve gündemimizin asla düşmeyen rutin hararetine hep aynı şeyleri yinelemek
stresi eklenince doğrusu bu aralar daha seyrek yazmanın daha isabetli olacağı kanısındayım. Geçen hafta, küresel durgunluk kaygısıyla batı sistemi’nin merkez bankalarında sıkılaştırmanın bir kez daha ötelenerek parasal genişleme tercihinin netleşmesinin sağladığı fırsatı kullanan TCMB’nin tartışmalarda beklenenin de üstünde 4.25 puan indirim yapması, rutini değiştirince durumu yeniden değerlendirme gereği doğdu. Enflasyonda baz etkisi, yani geçen yıl bu zamanlardaki kur şoku çekişli yüksek düzeye kıyasla oluşan göreceli fark, ve mevsimsel faktörler nedeniyle bir ölçüde gözlenen düşüş de kararın neredeyse normal karşılanmasına yardımcı oldu. Ama unutmamak gerekir, bu haliyle bile yükselen ülkelerin hala açık ara en yükseği yaklaşık % 20’lik düzeyiyle bizde. Ne var ki risklerin ve belirsizliklerin aynen devam etmekte oluşu, kısaca Türkiye’nin kurumsal altyapı ve ödeme kapasitesi bağlamında olumsuz algısının değişmemesi bu getirinin umulan dış kaynak girişini sağlamasına yetmiyor. Üstelik yıllardır en yüksek indirimi gösteren bu kararın, iç talebi canlandıracak bir kredi artışına yol açması da, bankacılık sistemindeki sıkıntılar nedeniyle, kuşkulu.

Kök sebepler hala canlı

Gerçekten de faizleri uzun süredir baskı altında tutan ve yükselmeye zorlayan yapısal nedenler yerli yerinde durdukça, bu faiz indiriminin iç talebi ve büyümeyi ne ölçüde uyarabileceği belirsiz. Zaten yetersiz olan iç tasarruflar, güven eksikliği nedeniyle yüksek TL faizine rağmen artan dolarizasyon dolayısıyla TL kredi iştahını sınırlıyor. Emisyon yani para basma yoluyla fon yaratma seçeneği ise bütçe açığı nedeniyle kemikleşen enflasyonu daha da azdıracak tehlikeli bir yol. İndirimin TL’nda doğuracağı doğal aşınmanın ihracata fazla destek vermesi ise, ihracatın ağırlık taşıdığı bir yapımız olmadığından, mümkün değil. Nitekim son yıllardaki TL değer düşüşüne karşılık ihracat artışı bunun yarısı kadar bile olmadı. Aksine ekonomimizin yapısı, canlanma halinde daha çok ithalat talebini körükleyecek.

İşin daha tehlikeli yönü, baz etkisi ve mevsim (turizm vb) nedenleriyle birkaç ay bir miktar görülecek enflasyon düşüşünün bu faiz indiriminin sonucu gibi algılanması şeklindeki bir yanılsama ihtimali. Yani geçen yıl Eylül’de gecikerek yapılan faiz artışı, faizi baskılayan kök nedenler aynen devam etse de, şimdiden geri alınmış oluyor. Bunun üstüne, yanılsama nedeniyle, yapılacak ilave bir faiz indirimi döviz fiyatlarında yeni bir artışı tetikleyebileceği gibi bankaların kaynak sorununu daha da ağırlaştırabilir. O zaman da bir süre sonra, belki de yıl bitmeden, yeniden yüksek bir faiz artışı ihtiyacı doğabilir.

Güven eksiği giderilmeli

Belli ki büyüme artık Merkez Bankası açısından da fiyat istikrarından daha öncelikli bir amaç haline gelmiş durumda. Oysa güven endeksleri, hem üretim hem tüketim bacağında, en düşük düzeyde seyrederken döviz fiyatını kontrol etme kaygısı ise sonunda rezervlerin erimesi sonucunu doğurabilir. Kredileri fonlama için emisyon, bütçe açığını karşılamak için artacak kamu borçlanması, vergi artışı İçin toplumun üstündeki ağır dolaylı vergi yükünün daha da ağırlaştırılması gibi hep enflasyonu azdıracak politika seçenekleri önümüzdeki dönemde umulandan çok farklı bir tablo ile karşılaşma riskini büyütüyor. Enflasyon hesaplama yöntemleri ve yeniden yürürlüğe sokulan eskisinden daha gevşek varlık barışı gibi kurumsal kalite ve şeffaflık açısından soru işaretleri yaratan uygulamaların güven inşasına yardımcı olmayacağı da açık. Bütün sorunların para politikasıyla çözülebileceğini düşünmek doğru değil. Reel kesimin borç yükü sorununa sistemik bir çözüm geliştirmek ve katma değerli üretim dinamiklerini güçlendirmek yerine sadece yeni kredi kanalları açmayı zorlamak olsa olsa geçici rahatlamalar sağlayabilir, ama bir yandan da yeni riskler biriktirir. Bu da defalarca yaşadığımız kısır döngünün artık kader haline dönüşmesi demektir.

Tüm yazılarını göster