Otomotiv siyasidir (2)

Gültekin KARA OTOSTOP gultekin.kara@dunya.com

Geçtiğimiz yıl bir yazı yazmıştım. Başlığı da yine aynıydı. O zamanki yazımın konusu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın isteği doğrultusunda yoğunlaşan yerli otomobil tartışmalarının ekonomik temelden uzak kaldığı, konunun tamamen siyasi olduğu noktasındaydı.

Nitekim haklı da çıktım. Geçen zaman içinde yine hükümet üyelerinin deyimiyle “Ne, babalar yiğitliğe soyundu” ne de “Yiğitlerimiz, baba olabildi”...

Bu çok beklendik bir durumdu. Nitekim o dönemlerde Türk ekonomik hayatında çok önemli yer tutan, duayenlerden bazıları kapalı kapılar ardında, İshak Alaton gibi bazı isimler ise açık açık babayiğit sevdasının bir rüya olduğunu, işin sonunun kabusla bitebileceğini ileri sürdüler.

Buna rağmen Ankara kanadı bastırdı ve halen de popülaritesine güvenerek her platformda konuyu gündeme getirmeye çalışıyor.

Peki geçen dönemde ne oldu

Türkiye’nin iki adet yüzde 100 yerli sermayeli ve her ikisi deen önemli holdinglerin bünyesinde olmasına rağmen sıkıntılı süreçler geçiren otomotiv sanayi şirketi batma noktasına geldi. Daha doğrusu birisi battı. Diğerine de yeni bir alıcı aranıyor. 

Evet BMC ve Temsa’dan bahsediyorum.

Bu iki otomotiv şirketimiz de yurtdışına lisans satan, fabrikaları olan ve yurtdışında üretim yapan firmalardı. 

BMC özellikle savunma sanayine yönelik adımlarıyla ön plana çıkarken, Temsa otobüs alanında fark yaratıyordu. 

Bugün farklı olaylardan dolayı TMSF BMC’yi satacak, “ricayı kırmayacak” tanıdık patron  arıyor. 

Temsa ise deyim yerindeyse “Devren Satılık” tabelası olan dükkan gibi. 

Ticareti çok bilmem, bilenlerin yalancısıyım, bir yeri devralıp aynı faaliyeti sürdürmenin çok karlı olmadığını, karlı olsa devredilmeyeceği yönünde yaygın bir kanı mevcut. 

Tabi bu düşüncenin istisnaları da vardır. Şirketin sahip olduğu taşınmazlar, alıcı şirketin o alanda büyüme stratejisi konusunda atacağı adımlara yapacağı katkı vs...

Fakat konu burada farklı, babayiğit peşinde koşarken evdeki bulgurdan olundu. Oysa Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yoktu ki...

Bu iki şirket de devlet eliyle yaşatılabilirdi. Hem de öyle içine para pul enjekte etmeden. Kamu alımlarında yapılacak iki üç düzenleme ile bu firmalar bugün yaşardı.

Neden Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok diyorum. Zira örnekleri var. Balıkçı diye espri konusu edilen Sarkozy’nin Renault’nun yatırımlarında işçilerini korumak için takındığı tutum. Zaman zaman tartışılan ve “doğru yolu” bulması yönünde çağrılar yapılan Angela Merkel’in aldığı kararlar.

Bunlar incelense ve örnek alınsa bu iki firmamız da yaşamaz mıydı?

Bakın ne yaptı Merkel...

Önce çıktı, emisyon oranlarının başta Almanlar olmak üzere otomotiv üreticilerine getireceği mali yükü ön plana alarak, uygulamanın hayata geçiş zamanını erteletti.
İflası çok sıkıntı yaratacak Opel’i koruyabilmek için doğrudan kaynak aktaramadığından ana şirket General Motors’u köşe sıkıştırıp Chevrolet’den vaz geçmesini sağladı. 
GM geçen gün yaptığı bir açıklamayla, 2016 yılında Chevrolet’nin Türkiye’nin de dahil olduğu tüm pazarlardan çekildiğini belirtti. 

Vücut zor durumdaysa, beyin nasıl kanı hayati organlar olan kalbe topluyor ve el-ayak gibi ikincil organlardan vazgeçiyorsa, GM de Chevrolet’den Opel’i yaşatabilmek için vazgeçti. 

GM’in bu kararı ile 2012 rakamlarıyla yüzde 1.4’lük bir Pazar payından vazgeçmiş oluyor. Önümüzdeki iki yılın satışlarının daha da aşağı düşeceğini varsayarsak ki bilenler ve duyanlar iki yıl sonra Avrupa’da satılmayacak bir markayı almaktan imtina edeceklerdir. Aslında, senelik yaklaşık 200 bin adetlik bir satıştan vazgeçiyor.

Dolayısıyla rakamlara bakıldığında çok da büyük değil. GM’i tek başına kurtarır mı? Hayır...

Fakat, net bir mesaj da veriliyor iki taraflı: 

GM, benim amiral gemim Opel’dir. Merkel, Opel’i yedirmem...

Sonuçta benim görüşüme göre, tüm bunlara rağmen Opel, sadece Avrupa’da kapalı kaldığı için orta sıraların, orta düzeydeki bir markası olarak kalacak ve bu yarışta bir iki yıl içinde önce Hyundai ve sonra da Toyota tarafından geçilecektir. 

Alınan karar, hipotermiden, iki-üç parmak kaybederek kurtulmak gibidir.

Fakat burada bir kazanan var. Hatta zafer bile denebilir...

Almanlar ve Merkel...

O yüzden diyorum ki otomotiv siyasidir.

Ama siyaset yapılırken de temellerini sağlam kazıklara oturtmak gerekiyor. Sağlam iktisadi temellere oturan bir siyasi yaklaşım, sonunda o desteği veren kim olursa olsun istediği popülariteyi de sağlıyor. 

Ancak, sadece işin popülaritesine yönelik adımlar üzerine gidildiğinde ise atılan adımlar koşu bandına benziyor.

Yüksek efor sarfiyatı, fiktif olarak sarfedilmiş kilometreler ama aslında sadece yerinde sayma.

O yüzden siyasetin otomotivin içine girmesi hakikaten gerekli. Ama hamasetten uzak, planlı adımlarla.

Tüm yazılarını göster