Ortak payda az, kutuplaşma çok

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Demokratik bir ülkede siyasal gündemin hayatın normal akışını derinden etkilemesi, diğer bütün sorunların gözardı edilmesine yol açması beklenmez.Ne var ki altmış yıllık demokrasi deneyimine rağmen Türkiye'nin henüz bu durumda olmadığı, belirli zamanlarda yapılan seçimlerin neredeyse toplumsal dinamiklerden bağımsız olarak sihirli bir değnekmişçesine her derdi halledeceği inancının mistik bir dalga gibi  kitlelere yayıldığı hissediliyor. Bunu kısmen devlet aygıtını kendisi dışında ve üstünde bir esrarlı güç olarak gören geleneksel kültüre bağlamak mümkünse de daha önemli bir nedenin kurulu düzen ve yerleşik sistemlerin kollektif özlem ve beklentilere cevap verecek olgunlukta ve yeterlikte olduğuna duyulan güvensizlik olduğunu sanıyorum. Gündeme gelen pek çok konuda keskin kutuplaşmaların ortaya çıkması temel sorunlarımız konusunda ortak paydalarımızın, eski tabiriyle asgari müştereklerimizin pek fazla olmadığını gösteriyor.

Seçimin anlamı

Oysa oturmuş ve yörüngesi belli bir toplumda sorunların nasıl çözüleceği, hedeflerin nasıl belirleneceği, çıkar ve görüş farklılıklarının uzlaştırılacağı  ana çerçeveyi belirleyen ortak toplumsal iradenin ne olduğu zaten belli olmalıdır. Seçimler,bu süreçlere ilişkin dinamiklerin yönetimiyle ilgili performansın değerlendirildiği, başarıların onaylanıp başarısızlıkların cezalandırıldığı periyodik testler gibi görülmelidir.

Bizde ise her seçimde sadece tercihlerin değil, alternatiflerin de,yöntemlerin de, hatta yörüngenin de değişebileceği kökten bir dönüşüm bekleyişinin hakim olduğu bir atmosfer ile karşılaşıyoruz.Buna paralel olarak yükselen çok kutuplu ve ne yazık ki sonuç odaklı olmaktan uzak tartışmalar da, geçtiğimiz onca dönemde ortak çıkarlar temelinde politika belirlemekte ne kadar yetersiz kaldığımızı hatırlatıyor.Ne temel zenginliğimiz olan insan kaynağı ile ilgili eğitim ve istihdam konularında, ne kamu ve özel kesim yönetişiminde, ne teknoloji ve bilgi yönetiminde, ne de sektörel stratejiler ve bunları destekleyecek teşvikler konusunda kollektif bir uzlaşmayı yansıtan ve yaygın kabul gören politikalarımız yok. Böyle olunca da hem seçimlerden beklentilerimiz sınırsız genişlik ve belirsizlik ile sakatlanıyor,hem de yapacak bunca iş varken enerjimizi kısır kutuplaşmalar ve çekişmeler ile tüketiyoruz.

Kararlı ve tutkulu değiliz

Yakın ekonomik geçmişimizde, hep te krizlerin zorlaması ile ve bu nedenle yüksek maliyetli bir şekilde, odaklanmayı başarıp aşama katettiğimiz bazı atılımlar yapmadık değil. 80'li yıllardaki ekonomik liberalleşme, 2001 sonrasında AB süreci ve yapısal reformlar gibi. İşin kötüsü şu ki başladığımız yolun ortasında yalpalamaktan,kararsızlaşmaktan ya da kendi yaptıklarımızı sulandırmaktan kendimizi alamıyoruz.Göreceli olarak istikrarlı bir politika tutarlılığı gösterdiğimiz son on yılda da AB sürecinde,yapısal reformlarda yavaşladığımız gibi son iki yılda artık kendi stratejilerimizi kurguluyoruz umudu veren "kurallı mali politika"  taahhüdünden de daha başlamadan yan çizme eğilimi gösteriyoruz.

Üstelik hiç değilse iş ve yatırım bağlamında bir ölçüde ayak uydurmuş göründüğümüz küreselleşmenin açtığı yeni pencerelerden ve sağladığı fırsatlardan yararlanmanın, sadece nüfusa ve araziye sahip olmakla değil, kendi konumumuzu  ve yol haritamızı şekillendirecek politikaları ve tavırları belirleme kapasitesini geliştirerek mümkün olacağını onca deneyimden sonra anlamış olmalıyız. Kendi öznel koşullarımızda dünya çapında yeni bir başarı örneği yaratma konusunda, toplumdaki tüm kesimlerin tutkuyla destekleyeceği bir program oluşturma, belki de artık herkesin yarışacağı bir numaralı performans hedefi olarak benimsenmeli.

Yatırım odağı olabilmek

Gerçekten de, artık şirketlerin milliyetlerinin değil,yatırım ve üretim yaptıkları ülkelerinin söz konusu olabileceği bir küresel düzende bizim ülkemizi nasıl bir üretim ve ticaret odağı haline getirebileceğimizi yeterince irdeliyor muyuz? Cevap olumlu olsaydı yatırım cazibesini yükseltecek ve yatırım maliyetini düşürecek  adımları duraksamadan atmamız gerekirdi. Sözgelişi son on yılda bu yönde attığımız en ciddi iki adım Kurumlar Vergisi'nin rekabetçi bir düzeye indirilmesi ve arge teşviklerinin arttırılmasıdır ve bu ikisi kesinlikle yatırım cazibesini son derece olumlu etkilemiştir. Ama bu konuda net ve kararlı isek bunu tamamlayacak diğer politikaları, çalışma mevzuatını, kayıtdışını, gelir vergisi reformunu da ihmal etmememiz gerekmez mi? Aynı şekilde ihracat sıçraması yapmak istiyorsak, sanayi  stratejisi ve kapsamlı eğitim reformu konusunda ciddi bir program hazırlamak zorunda değil miyiz? Yurtiçi katma değeri yükseltmenin ayrıntılı bir stratejisi, herhalde toplumdan bir itiraz dalgası çekmez.

Potansiyeli yüksek bir ülke olmaktan çıkıp yıldız bir ülke olmak için öncelikle toplumsal ortak paydamızı büyütmek zorundayız.Ancak o zaman, demokratik yarışlar daha fazla anlam kazanır.

Tüm yazılarını göster