Odağı saptırmayalım

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Bireyler için yapılan değerlendirmeler, çoğu zaman toplumların içinde bulunduğu durumların tespiti yönünden de cuk oturuyor. Son zamanlarda medyada Türk ekonomisi için öyle yoğun bir güzelleme bombardımanı yaşıyoruz ki, genellikle yerli-yabancı firma yetkililerinin ağzından demeçler çerçevesinde şekillendirilen bu haberler, bayram da seyran da değilken yaratılan bu coşku, ister istemez kafalarda "acaba dolduruşa mı getiriliyoruz" ya da "bunca gaza ne gerek var" sorularına yol açıyor. Her ne kadar ekonomi yönetimi şimdiye kadar bu yüzeysel yaygaradan çok etkilenmiş gibi görünmese de, kamuoyunda oluşturulacak kanaat ve beklentilerin sonunda herkesi kapsayacak bir rehavet ortamı yaratması ihtimali var. Dozunda bırakılsa "bardağın dolu yarısına bakmak" diye olumlu nitelendirilebilecek olan bu durumu, vardığı düzey ile gerçeğin karmaşık boyutlarını gözardı etme ya da "bardağın boş tarafını unutturma" gibi bir görünüm kazanıyor.

Dikkatimiz dağılmamalı

Oysa Türkiye, son on yıldaki ekonomik performansı ve küresel belirsizlik ortamında iyice açığa çıkan büyük potansiyeli ile böyle boş böbürlenmelere prim vermeyecek kadar güçlenmiştir. Tıpkı bireylerde olduğu gibi güçlü toplumlar gerçekçi olmalıdır. Gerçekçilik te başarılardan aldığı özgüven ile zaaflarını gidermeye odaklanan ve geleceğini kurgulayan bir yaklaşımı gerekli kılar.

Artık herkes biliyor olmalı ki katettiği onca mesafeye rağmen ekonomimiz hala ciddi kırılganlıklar taşıyor. İç dinamiklerin (ve bu arada iç tasarrufların) yetersizliği, finansmanda, yatırımda ve ihracatta dış konjonktüre bağımlılığımız sürüyor. Buna karşılık gelişmiş ülkelerdeki belirsizlik ve yönetim kaosunun açık tutmaya devam ettiği fırsat penceresi, ivedilikle ihtiyaç duyduğumuz kapsamlı değişim ile ilgili stratejik programı tamamlamamız için emsalsiz bir imkan sağlıyor. Yani açıkçası zamanımız çok değerli ve ev ödevlerimizi unutup yararsız övünmelerle geçirecek kadar ucuz değil. Kaldı ki şimdi yoğunlaşan dış kaynaklı konjonktür dalgalanmaları, bırakın yapısal kısıtları aşmaya yönelik uzun vadeli programı, kısa vadeli ekonomi yönetimini dahi dikkat dağınıklığına tahammülü olmayan bir hassasiyet içine sokmuş durumda.

Üretim kayıyor liderlik değil

Aslında odağın sapmasına yol açmak gibi bir tehlikesi bulunan bu "gaz verme ve dolduruşa getirme" yanılsamasının sadece Türkiye için değil, bütün yükselen pazarlar için söz konusu olduğu da söylenebilir. "G7" diye anılan gelişmiş ülkeler ile "E7" diye anılan, genellikle bizim de dahil edildiğimiz yükselen ülkeler grubunun yer değiştirmekte olduğuna dair projeksiyonlar, üretim hacminde bir kaymayı doğru tespit etse de dünya ekonomisinde liderliğin el değiştireceği gibi erken ve tartışmalı bir öngörüye bağlanıyor.

Oysa en iddialı görünen dört BRIC ülkesine bakarsak, temel üstünlüklerinin ya nüfus ve pazar büyüklüğü, ya ucuz iş gücü ya da doğal kaynak zenginliği olduğunu, ancak bilim, teknoloji, yenilikçilik ve verimlilik gibi çok daha kritik alanlarda alacakları yolun daha çok uzun olduğunu görürüz. Kurumsal altyapı, hukuk ve mali sistem bakımından yetersizlikleri de cabası. Nitekim dünya ekonomisinin direksiyonundaki gelişmiş batı bloğunda bunca zamandır süren sıkıntı ve belirsizliklere rağmen yeni ve alternatif bir küresel düzenin ortaya çıkamaması da üretim kaymasının henüz bir güç ve liderlik kaymasının işareti olmadığının kanıtı sayılmalıdır. Son iki ayda batı bloğunda durgunluk tehlikesinin ve borç krizinin derinleşmesinin en belirgin sonucunun ABD Doları'na hücum olması da aynı gerçeğin bir başka yansıması olmuştur.

Tüketim yetmez

Bu bağlamda şimdilerde yaygınlaşan "her şeyimiz tamam, tek sorunumuz cari açık" inancının da yanlış olmasa bile yanıltıcı olduğunu akılda tutmakta yarar var. Çünkü cari açık tek bir sorun olmaktan çok pek çok başka sorunun bir sonucu. Bir yandan verimlilik ve katma değer düşüklüğü gibi temel zaaflar taşıyan sanayi ve üretim yapısından kaynaklanan dış ticaret açığına, diğer yandan iç tasarruf yetersizliğinden doğan dış finansman ihtiyacına, ayrıca ödemeler dengesinin diğer kalemlerinde dış ticaret açığını dengeleyecek bir performansa ulaşamadığımıza işaret ediyor.

Dikkat ederseniz Türkiye ekonomisine abartılı övgüler yapanların referansı genellikle yurtiçindeki tüketim ve talebin canlılığı. Kendi açılarından haklılar, çünkü üreticinin ve yatırımcının önceliği, satış yapabileceği alıcı kitlesinin varlığı ve büyüklüğü. Ama bizim açımızdan bu yeterli değil; üretimde, verimlilikte, rekabetçilikte ulaştığımız düzeyin de yükselmesi gerekiyor. 2023 hedefi için bardağın boş tarafını doldurmak bu yüzden şart.

Tüm yazılarını göster