Nüfus artış eğilimleri alarm veriyor

İsmet ÖZKUL KRİTİK AÇI ismetozkul@gmail.com

Tıpkı cari açık gibi Türkiye’nin temel yapısal sorunlarından birisi de nüfus eğilimleri ile istihdam yapısı arasındaki büyük dengesizlik. Son açıklanan 2013 sonu nüfus verileri, bu sorunun olumsuz yönde gelişmeye devam ettiğini bir kez daha ortaya koydu.

Sağlık ve yaşam koşullarındaki gelişmeye bağlı olarak yaşam süresi uzuyor ve buna bağlı olarak nüfus yaşlanıyor. Adrese dayalı nüfus sayımı sisteminin başlangıç yılı olan 2007’de 28.27 olan ortanca yaş, altı yılda 2.12 yıl artarak 30.39 düzeyine çıktı.

Bu durum sadece yaşam süresinin uzamasından kaynaklanmıyor. Doğurganlık hızının gerilemesine bağlı olarak genç nüfus artışı yavaşlıyor. Yaşlı nüfus hızlı artarken genç nüfus artışının yavaşlaması, nüfus dengelerini değiştiriyor. 2007 yılına göre toplam nüfus yüzde 8.62 artarken, 0-14 yaş nüfusu 6 yılda sadece yüzde 1.11 arttı. Yani genç nüfus yıllardır yerinde sayıyor.

Buna karşın 65 yaş ve üzerindeki nüfus 2007 yılına göre yüzde 17.7 artmış durumda. Yaşlı nüfusundaki artış giderek de hızlanıyor. Çalışma çağındaki nüfus olarak kabul edilen 15-64 yaş arasındaki nüfusun artışı ise genel artışın biraz üzerinde seyrediyor.

Çalışma çağındaki nüfustaki 6 yıllık artış yüzde 10.6 düzeyinde. Buna bağlı olarak yaş bağımlılık oranlarında da dengesiz bir gelişme söz konusu. 0-14 yaş arasındaki genç nüfusun, çalışma çağındaki nüfusa oranı olan genç bağımlılık oranı, sürekli geriliyor. Genç bağımlılık oranı, son 6 yılda 3.4 puan gerileyerek yüzde 36.3’e indi. Buna karşın 65 yaş ve üzerindeki nüfusun, çalışma çağındakilere oranı olan yaşlı bağımlılık oranı, aynı sürede 0.7 puan artarak yüzde 11.35 düzeyine çıktı.

Genç ve yaşlı bağımlılık oranlarının toplamı olan toplam bağımlılık oranı ise 6 yılda 2.71 puan gerileyerek yüzde 47.65’e indi. Tek başına bu rakama bakıldığında “Çalışma çağındakilerin toplam nüfus içindeki payı artıyor” diyerek olumlu değerlendirilebilir.

Ancak toplam bağımlılık oranındaki düşüş, genç nüfusun yerinde saymasından kaynaklanıyor. Buna karşın yaşlı nüfus hızla artıyor. Bu da uzun vadede hem çalışan nüfusun daha fazla kişiye bakmak durumunda kalması anlamına geliyor, hem de sosyal güvenlik sistemi için bir tehdit oluşturuyor.

Türkiye’de istihdam oranının çok düşük olması bu sorunu, göründüğünden çok zorlu hale getiriyor. Türkiye’de istihdam oranı yüzde 46 dolayında. Yani çalışma çağındaki nüfusun yarısı bile bir işte çalışmıyor. Toplam nüfusla karşılaştıracak olursak 76.6 milyon olan toplam nüfus içinde çalışanların sayısı sadece 25.6 milyon kadar.

Buna göre çalışan her bir kişi, kendisiyle birlikte üç kişiye bakmak zorunda. Üstelik 25.6 milyon çalışanın 3.4 milyon kadarı da ücretsiz aile işçisi.

Bu dengesizliğin çok kritik bir boyutu da sosyal güvenlik alanında ortaya çıkıyor. 25.6 milyon çalışanın yaklaşık 9.5 milyonu kayıt dışı istihdam ediliyor. Bunları çıktığımızda sosyal güvenlik sistemine prim ödeyerek çalışan 16.1 milyon kadar insan var. Bu da sosyal güvenlik sistemine katkıda bulunan her bir kişiye karşılık 5 kişilik nüfus var demek. Yani sistem, 1 kişinin maaşından alınan primle, 5 kişiye sosyal güvence sağlamak durumunda. Bu da hem mali olarak imkansız hem de sürdürülemez bir durum.

İşte tam bu noktada genç nüfus yerinde sayarken yaşlı sayısının hızla artıyor olması, göründüğünden daha büyük bir sorun haline geliyor. Bu dengesizliklerin sürmesi, gelecekte sosyal güvenlik primi ödeyerek çalışan her kişi başına düşen nüfusun daha da artması demek.

Bu çıkmazdan kurtulmanın yolu da üç çocuk sloganlarıyla doğumları ve genç nüfus oranını artırmak kadar basit ve tek boyutlu değil. Asıl çözüm, başta kadınlar olmak üzere istihdam oranının artırılmasında, kayıt dışının ortadan kaldırılmasında ve eğitim düzeyinin yükseltilmesinde yatıyor.

Böylece aileler kendilerini daha güvencede hissettikçe doğum oranı da doğal olarak artacaktır. Eğitim, istihdam ve iş güvencesini çözmeden ne kadar propaganda yaparsanız yapın, ne teşvik verirseniz verin doğurganlık hızını artırmanız da mümkün değil.

Tüm yazılarını göster