Nedir solcuların bu kolaycılığı?

Yavuz DİZDAR yavuz.dizdar@dunya.com

Aslında bu yazıyı yazma niyetim pek yoktu, ancak son yıllarda kendini "solcu" olarak tanımlayıp da, iş çalışmaya, insanlarla konuşmaya, gerekiyorsa sesini duyurmak için alana inmeye geldiğinde bir şey yapmak istemeyen bir düşünce grubu ağırlığını giderek artırıyor. Mesele insanın (sadece insan değil, çevresi de dahil olmak üzere) yüceltilmesi, korunması, kollanması, farklılıkların ihtimamla saklanması vb. her ne ise, bu yaklaşım sol düşüncenin temel çıkış noktalarından biridir. Üretimde emek esastır, (emek kutsaldır vb. "romantik" görüşleri de bir tarafa bırakın), dolayısıyla bir yere varmanın da temel yöntemi emek olmalıdır. Emek; fiziksel emek olabilir, düşünsel çalışma emeği olabilir, bilimsel faaliyetin gerektirdiği emek olabilir. Dünyanın sosyolojik tarihine baktığınızda, iz bırakanların yaşamlarını incelediğinizde, yine iki kavramın ön plana çıktığını görürsünüz, bunlardan biri emek, diğeri de cesarettir, yani doğru inandığını savunma dirayeti, tuttuğu yola koşulsuz inanç.

Che Guevara Latin Amerika devriminin lideriydi. Bugün bizim kendinin sol olduğunu iddia eden kesime baktığınızda Che bir simgedir. Çok uzağa gitmeye gerek yok, Deniz Geçmiş de bu anlamda bir simge haline gelmiştir. Birbirlerinden çok mu farklıydılar, hayır değil. Benimsedikleri dünya görüşünü benimseyin ya da benimsemeyin, her ikisi de düşüncelerini yaşam düsturu olarak bellediler. Che Guevara halkı eğitmek için Cervantes'in Don Kişot'unu topluluklar önünde okumayı bir yol olarak benimsemişti. Üstelik dağ koşullarını bahane etmemiş, yemeğini çatal-bıçakla yemek özeninden de vazgeçmemişti. Deniz Gezmiş, inancı ne gerektiriyorsa onu yaptı. Biri dağlarda yakalanıp hunharca katledildi, diğeri ise arkadaşlarıyla birlikte asıldılar. Her ikisi de efsaneye dönüştü, kısmen idol olarak benimsendiler, arkalarından yürüyenler oldu. Ama sayıca daha geniş bir topluluk, işin arkasında yatan "samimi inanmışlığı" hiç kavramadı. Tişört, bere ve parka giyerek solcu olmak, bu inanca varlığını adamaktan çok daha risksiz, çok daha kolaydı.

Yeni yöntem, akşamları dost ortamında iki duble tokuşturup "bu ülkeden bir şey olmaz" muhabbeti yapmak oldu. Vatan kurtarmanın muhabbeti bile zor geldiğinden, "bu ülkenin neden çözümsüz olduğunu" mevzu yapmak suya sabuna dokunmayan bir yoldu. "Halk cahil olduğu sürece…" dediler, bir şey yapmak imkansız, öyle ya, Che'nin muhatap olduğu insanlar Harvard'dan, Sorbonne'dan mezundular. Bunların daha becerikli ve dönek olanları reklamcı ve gazeteci oldular. Geriye kalanları da suçu "sözüm ona birinci" Cumhuriyet'e attılar, eli kalem tutanları ikinci cumhuriyetçi oldular, bir şeyler yapmak yerine her şeyden şikayet etmekle avundular. Üstelik bu kolaycılığı kılıflamak için "demokrasi" kılıfı da bir kenarda hazırdı. Malum "demokraaatik" bir ülkeydik, madem halk böyle istiyordu, "demokraaatik" olarak uymak lazımdı. Aydın bozması takımın, topluma doğrusunu anlatmak yerine "suyu akışına bırakmaları", bir şey yapmıyor olmalarına biçtikleri en kolay kılıftı.

Şimdi varılan noktada on yıllar boyu sürdürülmüş ataletin ürünleri var. Üstelik sanmayın bu ürün AKP'dir, AKP bir sonuç değil, bir şey olamayanların yarattığı boşluğun doldurulması. Ne tamamı yanlış, ne tamamı doğru. Ama aydın olmanın başlı başına bir sorumluluk, okumuş olmanın daha da büyük bir yükümlülük olduğunu kavrayamayan, solcu olmanın gerekliliklerini hiçbir şey yapmaksızın, taşın altına parmağını bile sokmaksızın, salon ortamlarında "bu ülkeden bir şey olmaz" muhabbetine saran bu solcu bozması kesim olduğu sürece bu pilav daha çok su kaldırır.

Tekrar tekrar altını çizerek söylüyorum, yaşam dengeler üzerine kuruludur. Terazinin bir tarafa ağır basması, genellikle o tarafından daha ağır olmasından değil, karşı tarafın hafiflemesindendir.

Tüm yazılarını göster