Mülkiye 150 yaşında

Tevfik GÜNGÖR OLAYLARIN İÇİNDEN gungoruras@superonline.com

1859 yılında kurulan Mülkiye'nin bugün 150'nci "yaş yılı" kutlanacak.

Hayattaki Mülkiyeliler akşam bir araya gelecek, birkaç gazetede, (bizim gibi) Mülkiye'de okumuş birkaç yazar "Mülkiye'yi öven yazılar" yazacak.

Halbuki, çok önceleri değil (bizim zamanımızda) 4 Aralık, Ankara'da "önemli bir gün sayılırdı." Başbakan, hükümet üyeleri, okuldaki kutlama törenine mutlaka katılırlardı. Radyo, yayın organları ilk haberlerinde Mülkiye'nin yaşgününden bahseder, başbakan mutlaka bir konuşma yapardı.

O zamanlar Mülkiye'de toplam beş yüz kadar öğrenci eğitim görürdü.

Neden beş yüz öğrenciye bu ilgi gösterilirdi?

Çünkü "Mülkiye" seçkin yetiştirmek üzere kurulmuş ve kuruluş amacı doğrultusunda başarılı bir çizgi tutturabilmiş bir eğitim kuruluşuydu.

Türkiye'deki "politik kadrolar", seçkinlere tahammül edemez hale gelince, Mülkiye ile uğraşmaya başladılar. Çünkü Mülkiyeliler seçkin ortalamayı bozan kişiydi. Akıl karıştırıyor, sürüden ayrılıyor, farklı şeylerden söz ediyordu.

Mülkiye'nin 4 Aralık törenlerine mutlaka katılan, orada seçkin gençlerle birlikte olmaktan, onlarla diyalog kurmaktan öğünen başbakanlar, bakanlar yerine, Mülkiyeliler'den "nefret eden", Mülkiyeliler'in kökünü kazımaktan, Mülkiye'yi normal okul düzenine getirmekten söz eden başbakanlar ortaya çıktı.

Türkiye'de "müesseseleri" teker teker yıkıyoruz. "Mülkiye", Osmanlı döneminden bu yana, devleti yaşatan, güçlendiren, yücelten bir müessese idi.

"Mülkiyeliler" bu vatanı, bu devleti, bu halkı korumak, kollamak, vatanın devletin ve halkın haklarını savunmak "misyonuna soyunurlardı..."

Simdi "Mülkiye" yok olmak üzere, eski tip "vatan kurtaran Mülkiyeliler" yok olmak üzere...

Acaba, "Türkiye'de Mülkiye isimli müessesenin sahneden çekilmesi, Mülkiyeli denilen tip insanların kökünün kuruması" bu ülkeye iyilik mi getirecek, yoksa bunların eksikliği hissedilecek mi?

Mülkiye'li Hıdır Orhan Toker'in, Mülkiyelilik üzerine yazdığı bir yazıyı aktarmak istiyorum.

Toker diyor ki, "'Mülkiyelilik', öyle dışarıdan bakanların gözü ile bir grubun birlik ve beraberliği veya dayanışması hadisesi değildir. Tam aksine, 'Mülkiyelilik', bir devlet ve hizmet anlayışı, bir disiplin, bir düşünce tarzı, bir kamu hukuku ve onu koruma kültürü, doğruluk ve dürüstlük felsefesi, hülasa bu ve bunlar gibi bir sürü kavram ve ideallerin birleştiği bir ruhtur. Zaten kuruluş maksadı ve tedrisat tarzı da bu hususu teyit etmektedir, özellikle kuruluş ve kuruluşu takip eden yıllarda Mülkiyeliler, daha öğrencilik yıllarında imparatorlukça üzerine titrenilen kişiler olmuşlardır. Bu durum onlara sadece gurur vesilesi olmamış, öğrencilik sıralarından itibaren milletin gözü üzerlerinde olduğundan Mülkiyeliler de erken bir sorumluluk duygusu ve olgunluk ile birlikte gelen kendine güven unsurunu yaratmıştır. İste Mülkiyeliler'in birliği, bu ruh ve heyecanı paylaşan insanların gönül ve ideal beraberliğidir. Yoksa bir rozet ve menfaat birliği değildir. İmparatorluğun, aynı heyecanı sadece Mülkiye üzerinde toplamayıp, bunu Harbiye ve Tıbbiye camialarına da teslim ettiğini unutmamak gerekir.

Mülkiye ve Mülkiyelilik üzerine son elli yıldır koparılan haset ve yaygaralar iste yukarıda çizdiğimiz çerçevede özetlenen ruh ve anlayış beraberliğini göz ardı edip, basit bir okul ve yarar birliği anlayışı içinde, "önce Mülkiye, sonra Türkiye; devleti ağır işletirler, çalıştırmazlar" gibi safsatalara dönüşmüştür. Aslında dünyanın her yanında devlet çarkı ve bürokrasi ağır işlemektedir ve ağırlığın sebebi ise kamu hukukunun korunması maksadına matuftur.

Aslında işin can alıcı noktası şu "kamunun hukukunun korunması" meselesidir. Kamu hukuku bir manzumedir, bir kültürdür.

1980 yılının başından itibaren "iş bitiricilik" konsepti adı altında kamu hukuku ile bu kültüre vakıf olanların tasfiyeye tabi tutulmaları devleti erozyona uğratmıştır.

Eğer bugün işler kör-topal yürüyor ise, bu az sayıda da olsa Mülkiyeliler'in kamuya sahip çıkmaya devam etmesindendir. Fakat ne yazıktır ki, kamu hukukuna sahip ve vakıf bu insanlar da artık kelaynak kuşları misali bir avuç idealist kimseden ibarettir. Nesli tükenen bu anlayışın da devlete vedasından sonra durum iyice vahimleşecek gibidir. İşin en kötüsü ise bu iç kanamayı kimsenin fark etmemesi veya fark etse de umursamamasıdır. Farkına varıldığında ise inşallah iş işten geçmemiş olur."

Tüm yazılarını göster